[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

12 Ocak 2013 Cumartesi

ÇÖP!



Toplumun koruyamadığı insanları çöp koruyor!

toplumun-koruyamadigi-insanlari-cop-koruyor

11 Ocak 2013 Cuma 18:15  Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden dört genç bitirme projelerini gerçekleştirmek üzere yola çıktılar… Daha önce işlenmemiş, konuşulmamış, anlatılmamış bu proje onları çöpün dünyasının içine soktu ve çöpün insanlarıyla konuşturdu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan yeterli kredi çıkmadığı için belediyeler geri dönüşüm tesisleri yapamıyor ve onlarda kendi teknikleriyle bir geri dönüşüm ağı oluşturuyor. Geri dönüşümü insanlar üzerinden yapıyor. Belediyeler çöpümüzü ihaleye çıkarıyor, ihaleyi alan kişi belediyeye ihale bedelini ödüyor ve çöpün insanlarını yaratıyor… Yönetmenliğini Burak Türten, yardımcı yönetmenliğini Celil Pehlivan, Kurgu ve montajını İshak Ayvaz ve Kasım Ertuğrul’un yaptığı, ulusal ve uluslar arası festivallerde birçok ödüle layık görülen “ÇÖP” belgeseli bizimle çöp dünyasının sırlarını paylaşıyor…

Çöp belgeselinde sabah ilçeden gelip çöplerini boşaltan kamyonları, çöpleri düzelten dozeri, dozerin etrafında koşturan çocukları, çöpten toplanan ve süresi geçmiş balıklarla, yumurtalarla pişirilen yemekleri, tıbbi atıkları, hayvan ölülerini görüyoruz. Çocuklar tıbbi atıklar içinde bazen insan organlarına rastladıklarını, okula giderken arkadaşlarına çöpte yaşadıklarını anlatamadıklarını, utandıklarını anlatıyorlar. Ve belgeselin bir kahramanı var: Cemal... Cemal, ailesiyle birlikte nasıl utanma duygusunu yendiklerini, ama gene de onların da nasıl utandıklarını anlatıyor. İşte Burak Türten’le atığımızı, görülmek istenmeyeni, saklananı, iğrenileni, dışlananları anlatan “Çöp” belgeselini konuştuk.

Etrafınızda bir sürü konular varken nereden aklınıza geldi ÇÖP belgeseli çekmek?
Bu belgesel bizim bitirme projemizdi lisans döneminde. Birçok konu araştırdık; Hatay’da Medeniyetler Korosu, Ermeni köyü… Çöp dünyasının bilinmeyenlerini çekmeye karar verdik. Belgeselin çekileceği yerPozantı Belediye çöplüğüydü, orada çevre sorunuyla birlikte irdeleyecektik konuyu. Nehir ve orman kenarında bir çöplüktü burası. Hem çevreye hem çalışan insanlara zararlı bir ortam vardı. Pozantı’da yerel yetkililerle görüştük.Tabii ki kabul etmediler. Belediye yetkilisi bize ödüllerini göstererek “Ben bunları pırasa tarlasından toplamadım. Yüzme havuzu yaptık, gidin onu çekin, ne işiniz var çöpte? Ya buradan gidersiniz yada çöpe giderseniz kovarım oradaki insanları” dedi. Pozantı’dan gönderildik.

Resmen şantaj yapıyor yani belediye yetkilisi…
Evet. Bilinmesini, görülmesini, duyulmasını istemiyor gerçeklerin…Daha sonra güneye inerek belgeselin konusunun geçtiği ilçeye vardık ve oradaki yerel yetkililerle görüşüp konuyu anlattık. Onlar biraz daha ılımlı yaklaştılar. Fakat çöp sahibi izin vermedi. “Hemen terk etsinler burayı başlarına bir şey gelir” diyerek bizi tehdit etti. Biz tekrar belediyeye gidip durumu anlattık. Belediye “Çöp sahibi kim oluyor, biz izin verdik” dedi. Çöp sahibini çağırdı ve bize engel olmamasını söyledi. Dört gün sürdü çekimler ve her günümüz çöp sahibiyle köşe kapmaca oynayarak geçti.  

Ne zaman çektiniz belgeseli?
2011 Mayıs ayında çektik.

Oradaki insanların dışlanmışlığını, yaşamlarının zorluklarını yirmi dakikada anlattınız belgeselde.  Kadraja sığmayan başka neler vardı?
Kadraja sığmayan o kadarçok şey vardı ki. Belediyenin çöplüğü başıboş bırakmış olması, sadece ihaleyle bir adama vermesi ve sonrasında denetlememesi, ihaleyi alan kişinin o insanları insanlık dışı şartlarda çalıştırması, kısıtlaması...İhaleyi alan adama yani çöpün sahibine “Şıh” diyorlar. Adam kendisini öyle mi kabul ettirmiş bilmiyorum.

Çöplüğün sahibi ikinci gün “gidin” dedi bize. Biz yalvar yakar, adamın ellerini dahi öperek projeyi tamamlamak için bir gün daha izin aldık. Oğlu ve karısını ikna ettik, karısı adamı ikna etti ve dört günde bitirdik çekimi. Röportajı yaptığımız kişilerde gizli saklı röportajı verdi. Arkadaşlarımız aşağıda çöp sahibini oyalarken bizde iki kişi çöpün yukarısında Cemal karakteriyle röportajımızı yaptık.

Ben belgeseli izlerken çok etkilendim. Siz orada kamerayı bir kenara bırakıp düşündüğünüz oldu mu?Duygular devreye girdi mi?
Biz orada onlar gibi davranmak zorundaydık.Burası kötü kokuyor deseydik, birlikte aynı sofrada yemek yemeseydik duygularını ifade edemezlerdi. Üzüldük ama belli edemedik. Döndükten sonra ben 3 ay kendime gelemedim. Evimde oturuyorum, dışarıdan çocuk sesleri gelirken, benim aklıma çöpteki çocuklar geliyordu. Üç, beş yaşındaki çocuk, eline poşet alıp çöp yığınının arasında plastik şişe topluyor. Düzenli hayat yok, su yok, elektrik yok. Farklı bir dünya orası.

Güçlü-güçsüz ayrımı çöpün dünyasında da var. Çöp ağası akşama kadar çöp toplayan o insanlardan haraç alıyor. Bu güçlüler ve güçsüzler ayrımı kendini nasıl üretiyor?
Gene aslında sermaye sahibi buradada kazanıyor. Elindeki parayla ihaleyi alıyor, parası olmayan fakir insanları fakirliğin yanına bir de cahillik eklendiği için daha fazla sömürebiliyor. Çaresizlik, cahillik ve fakirlik üçü bir araya gelince sömürmek daha kolay oluyor. Çöplükte yaşananların kamuoyu tarafından dile getirilmesi gerekiyor. Film kamuoyu oluşturulabilmesi için önemli bir araç. Filmin sonunda bir cümle var; “4 çocuk yetiştirdik, büyüttük. Beşincisi yolda, kısmet olursa onun adını da ÇÖP koyarız” diyor,filmin ismi böyle ortaya çıktı.
 
Hergün çöp arabasının gelmesini bekliyorlar dört gözle. Çöp arabası demek, para demek.
Kazanılan paranın yarısı kendine,yarısı çöp sahibine. Çöp sahibi hiçbir iş yapmıyor, para alıyor.Çöp poşetleri bulamadıkları zaman tıbbi atıkların poşetlerini kullanmak zorunda kalıyorlar. Ve kol, bacak vs bir sürü insan uzvuyla karşılaşıyorlar. Ölmüş bebek…

Tıbbi atık poşetleri mi?
Tıbbi atıklar normal şartlarda devletin belirlediği kurallara göre; çukur kazılıp, içine gömülüp, toprakla üstünün kapatılması gerekiyormuş. İlk etapta yapılmış; sonra maliyetli oluyor diye çöpün karşısında bulunan üzeri açık bir bölgeye dökülmeye başlanmış. Köpekler oradaki tıbbı atıkları parçalıyor, sonra yanınıza geliyor, size dokunuyor,vahşi bir şey, insanlığın en dip hali.

Belgeselde konuşan babayla gizli yapıyorsunuz çekimleri. Baba “Eğer benim bunları anlattığımı anlarlarsa beni buradan kovarlar. Ama birinin de bizim gerçeklerimizi söylemesi gerekiyor” diyerek endişelerini de dile getiriyor. Vicdani bir sorumluluk hissettiniz mi?
Aslında biz bir yıl boyunca festivallere yollamadık belgeseli. Konu duyulursa kendisini işten atarlar diye. Bir yıl sonra ben belgeseli tekrar izledim ve bunu çektiysek bir işe yaramalı herkes bilmeli bu durumu dedim. Önce tedirgin oldum, sorguladım ama sonra göndermeye karar verdim. Bir nevi vicdani sorumluluğumu yerine getirdim aslında. Bir yıl sonra festivallere göndermeye başladık. Ulusal ve uluslarararası festivallerde dokuz ödül aldık.

En cesurları Cemal miydi? Diğerleri neden korkuyordu?
En cesurları, en konuşabilen, en bilinçlileri Cemal’di. Böyle olunca hem samimiyet, hem doğallık hem de gizlenmeyen birebir yaşadıklarını anlatabilen bir karakter oldu. Belgesele en büyük katkıyı Cemal sağladı. Derdini en iyi anlatabilen, ifade edebilen Cemal’di. Çekimlerden sonra aradım Cemal’i, çöpü bırakmış, arabayla çöp toplamaya başlamış.

Çöp dünyasında olup bitenler dünyanın başka hallerine de tercümen oluyor mu? Güç ilişkileri, ezilenler, ezenler…
Paranın, sermayenin olduğu heryerde ezen, ezilen mücadelesi çekişmesi var. Plazalarda daha modern, çöpte ise insanlık dışı ve daha acımasız bir şekilde sürüyor. Yoksulluk bir şekilde ezilmeyide beraberinde getiriyor.

Bütün dünya etnik meselelerle uğraşırken siz bu filmle sosyal bir meseleye dokundunuz. İnsanların bu kadar dibe çökmesinde etnik bir boyut yok mu?
Bu belgeselde ne etnik ne ideolojik bir durum var. Ajitasyon da yok. Bizim gittiğimiz yerde Mersin, Şanlıurfa ve Diyarbakır bölgesinden gelen insanlar vardı. Kürtçe bilende vardı bilmeyende vardı. Etnik bir sorundan çok bir insanlık sorunu gibi görünüyor. Diyarbakır’dan bir aile gelip yanında üç-dört aile getirmeyebilir. Sosyolojik anlamda birbirini etkileme olayı var.

Bu insanlar kendilerini etnik olarak tanımlamıyor olabilirler ama bir etnik kökene ait olmaktan dolayı bu duruma düşmüş olabilirler mi?
Şuan bu tür işlerde çalışanlar Güneydoğu kökenliler. Sebebi de fakirlik. Fakirlik ve cahillik birleşince… Ben bu işi yapmasam ne iş yapacağım diyor, o kadar kaptırmış kendini. İşin temeli gerçekten yoksulluk. Nereye hangi kimliğe ait olursanız olun fakirseniz her şey yapabilirsiniz. Çöpte de çalışabilir, sokaktada yaşayabilirsiniz.  Paraları olsa, zengin olsalar orada çalışmazlar, birileride onları zorla çalıştıramaz. Fakir insan bir iş bulduğu zaman çevresine de haber veriyor. Bir kişi gittiği zaman yanında üç dört kişi götürüyor. Zaten kalabalık aileler. Bu durumda o olaydan,durumdan etkilenen kişi sayısıda fazla oluyor.
 
Bu gurur meselesi nasıl halloluyor? İnsanların sürekli gururları kırılıyor. Okula gidiyorlar, çöpte yaşadıklarını söyleyemiyorlar. Baba serbest meslek sahibi olduğunu söylüyor. Nasıl aşıyorlar bunu?
Yapabilecekleri bir şey yok aslında. Şehre inmeleri söz konusu değil. Tutsak hayatı yaşıyorlar. Sabah altıda kalkıyorlar. Altıbuçuk yedi gibi çöp arabası geliyor. Çöp arabasının döktüğü yığının üstündekileri topluyorlar, dozer gelip kürüyor. Sürekli bir çalışma ve işleyiş var. Orada olmadıkları her dakika her saat kendi kayıpları oluyor. Ne kadar çok toplarlarsa o kadar çok kazanıyorlar. Onların şehre gitmesi demek şıhın kazancının da azalması demek. Zorunlu olmadığı sürece şıh izin vermiyor zaten.

Şıh onları elinde tutmak için bir takım politikalar uyguluyor mu?
Tam dediğiniz gibi. Şıhın mantığı şu: onlar giderse ben para kazanamam, gitmemeleri lazım. Kendi içlerinde de bir birlik yok aslında. Biri şıhın istemediği bir şey yaptığı zaman hemen içlerinden biri arayıp haber veriyor. Şıhın çöpte yaşanan her şeyden haberi oluyor böylece.

Çok soğuk bir şekilde baktığımız zaman bu insanlar aslında bir geri dönüşüm işlevi yerine getiriyorlar. Sizce çöp dünyasının etrafında böyle bir geri dönüşüm düşüncesi var mı?
Farkındalar ama oradaki asıl mesele ekmek parası kazanmak. Çıplak ellerle çöp karıştırıyorlar. Çocuklar kendinden büyük poşetler taşıyor. İnsanlar evlerinde çöpe ne attıklarını düşünseler durumun vahametini anlayabilirler. Bir konteynırın yanından geçerken burnumuzu kapatıyoruz ama orada insanlar sizin çöpe attığınız her türlü malzemeye dokunmak zorunda kalıyorlar. Bu arada biz de giderken kendimiz için çizme almıştık. Çekimler bittiğinde orada bıraktık. O kadar sevindiler ki … “Allah zenginlerden razı olsun onların çöpe attıkları kıyafetlerle biz ısınıyoruz. Onlar atmasa biz burada soğuktan donarız” diyorlar.

Çok zor bir yaşam var orada. Yağmurda yağsa karda yağsa toplamak zorundalar… Aylık gelirleri 300 TL oluyor yaklaşık ve bununla geçinmek zorunda kalıyorlar. Çöpten beslenmek zorunda kalıyorlar.
Çocuk çöpten aldığı cipsi yiyor. Bozuk yumurtalar, balıklar, helvalar, reçeller, sebzeler…Onların yanında rahattık. Birlikte yemek yedik. Sofralarına oturduk. Bizde o bozuk yumurtlardan yedik.Kendilerini bu işe o kadar kaptırmışlar ki başka bir iş yapmak akıllarından geçmiyor. Cemal “benim ağabeyim, ablam, kardeşim çöpte doğdu ama şimdiye kadar kimsede gelip halimizi sormadı. Benim çocuklarımın sizin getirdiğiniz erzakları gördüklerinde yüz ifadelerini görseydiniz beni anlardınız” dedi.

Çocuklar okula gidiyorlar değil mi?
Biz dört gün kaldık. Dört gün boyunca gitmediler. Ama gidiyorlar. “Okulda bir arkadaşım çöpte yaşadığımızıbiliyor, onun yüzüne bakamıyorum” diyor çocuk. Utandıkları için okula gitmek istemiyorlar. Öğretmenleri koruyup kollamaya çalışıyor. Çocuklar çöplüğün oradan servisi biniyorlar. Dolayısıyla diğer arkadaşlarıda görüyor. Buradaki hayatla hiç ilgisi yok oranın. Farklı bir dünya…Orada üç-dört yaşındaki çocuğun aldığı sorumluluğu görüyorsunuz sonra buraya geliyorsunuz, buradaki çocuğa bakıyorsunuz gülüp eğleniyor, üzerinde renkli kıyafetler…Ama oradaki çocukların mutluluğu çöpten buldukları cep telefonlarının koleksiyonunu yapmak…
Babası çuvalla çöp topluyor. O çocuk da eline küçük bir poşet alarak babasının yanında ona yardım ediyor. Nasıl o bilince varıyor,farkında değil. Belki de buradaki çocuklar ne yaptığının farkında değil. Oradan ayrılırken çocuklar bize yoğurt kabına ektikleri domates fidesinihediye ettiler. Kız çocukları papatyalardan taç yaptılar, verdiler. Özellikle çocuklar bizi o kadar sevdiler ki… Son gün arabanın arkasından koşmaları…

Devlet, geri dönüşüm tesisi kurmak çok pahalı diyor. Belediyeler benim çöpümü ihaleyle satıyor. İhaleyi alan çöpte çalıştırdığı insanlara tutsak hayatı yaşatarak geri dönüşüm meselesini çözüyor…
Belediye o insanların barınmalarını, kıyafetlerini, çalışma şartlarını denetlese sorun olmayacak. Belediye ihaleyi verdikten sonra takipçisi olmuyor. Onlara bunu reva gören ihaleyi alan adam.Çok zor gibi.

 

Aslında belediyede, bakanlık da biliyor işin nasıl yürüdüğünü.Bir yandan da çöp işi. Çöp işinde insanın bu şekilde çalışması denen şey gayri insanı bir şey. Yapılan şey, alan razı satan razı gibi oluyor. Çöpte insan yaşar mı?
Belediyenin istihdam ettiği bir kişi var. Dozeri kullanan kişi. Orayı denetleyecek bir kişiyi de ayarlayıp denetimi sağlayabilir. Geri dönüşüm tesisi kurmak çok pahalı diyerek işin içinden sıyrılmaması lazım. Görüştüğümüz üç-dört belediyede aynı şeyi söylüyor. Projemiz hazır fakat Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan bunun için kredi çıkmıyor, bizimde elimiz kolumuz bağlı tesisi kuramıyoruz diyorlar. Tesis kuramıyorsan mevcut çalışma şartlarını denetle ve koru.Bu dönüşümü sağlayacak tek kurum Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Çöp ayrıştırma sistemleri çok pahalı olduğu için sadece birkaç ilde varmış.

Peki onların topladıkları geri dönüşüm malzemelerini belediyemi alıyor?
Belediye sadece ihalenin parasını alıyor, kendine gelir sağlıyor. İşletme hakkı çöp sahibine ait.

Gurur meselesine ben çok takılıyorum. Fakirlik, yoksulluk bu hale gelince onu silip atıyorsun. Çöpten çıkanı yiyebilir hale geliyorsun. Bizzat hayatın kendisini yaşarken her şeyi unutuyorsun. O duyguyu anlatabilecek sorular sormak geliyor içimden…
Çok ironik şeyler var. “Çocuk bezlerinin içinden domates çekirdeği çıkıyor. O burada büyüyor, domates oluyor, biz onu yiyoruz” diyorlar. Biz oradayken balık yapmışlardı balık yedik. Ben düşünemedim bu balık nereden geldi diye. Çöpe çıktığımda yerde balıkları gördüm o zaman anladım balığın nereden geldiğini….

Orada insanlar birçok şeyle mücadele ediyorlar. Çok acı bir yaşam var. Ezilmişlik, dışlanmışlık…Çocuklar okula gitmek istemiyor dışlandıkları için. Aileler şehre inmek istemiyor para kazanamayacakları için. Utanıyorlar, yaptıkları işi söyleyemiyorlar. Yiyecek bir şey bulamıyorlar çöpten çıkanları yiyorlar.
“Yaz geldiğinde çocuklarla birlikteçöpten bulduğumuz etleri alınmış tavuk parçalarını alıp aşağıda gölet var oraya piknik yapmaya gidiyoruz” diyorlar. Gölet dediği yer de iki araba büyüklüğünde bir su birikintisi. Sosyal bir aktivite olarak yapabildikleri tek şey bu…
Kelemet Çiğdem TÜRK1