Toplumun koruyamadığı insanları çöp koruyor!
11 Ocak 2013 Cuma 18:15 Erciyes Üniversitesi İletişim Fakültesi’nden dört genç bitirme projelerini gerçekleştirmek üzere yola çıktılar… Daha önce işlenmemiş, konuşulmamış, anlatılmamış bu proje onları çöpün dünyasının içine soktu ve çöpün insanlarıyla konuşturdu. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan yeterli kredi çıkmadığı için belediyeler geri dönüşüm tesisleri yapamıyor ve onlarda kendi teknikleriyle bir geri dönüşüm ağı oluşturuyor. Geri dönüşümü insanlar üzerinden yapıyor. Belediyeler çöpümüzü ihaleye çıkarıyor, ihaleyi alan kişi belediyeye ihale bedelini ödüyor ve çöpün insanlarını yaratıyor… Yönetmenliğini Burak Türten, yardımcı yönetmenliğini Celil Pehlivan, Kurgu ve montajını İshak Ayvaz ve Kasım Ertuğrul’un yaptığı, ulusal ve uluslar arası festivallerde birçok ödüle layık görülen “ÇÖP” belgeseli bizimle çöp dünyasının sırlarını paylaşıyor…
Çöp belgeselinde
sabah ilçeden gelip çöplerini boşaltan kamyonları, çöpleri düzelten
dozeri, dozerin etrafında koşturan çocukları, çöpten toplanan ve süresi
geçmiş balıklarla, yumurtalarla pişirilen yemekleri, tıbbi atıkları,
hayvan ölülerini görüyoruz. Çocuklar tıbbi atıklar içinde bazen insan
organlarına rastladıklarını, okula giderken arkadaşlarına çöpte
yaşadıklarını anlatamadıklarını, utandıklarını anlatıyorlar. Ve
belgeselin bir kahramanı var: Cemal... Cemal, ailesiyle birlikte nasıl
utanma duygusunu yendiklerini, ama gene de onların da nasıl
utandıklarını anlatıyor. İşte Burak Türten’le atığımızı, görülmek
istenmeyeni, saklananı, iğrenileni, dışlananları anlatan “Çöp”
belgeselini konuştuk.
Etrafınızda bir sürü konular varken nereden aklınıza geldi ÇÖP belgeseli çekmek?
Bu belgesel bizim
bitirme projemizdi lisans döneminde. Birçok konu araştırdık; Hatay’da
Medeniyetler Korosu, Ermeni köyü… Çöp dünyasının bilinmeyenlerini
çekmeye karar verdik. Belgeselin çekileceği yerPozantı Belediye
çöplüğüydü, orada çevre sorunuyla birlikte irdeleyecektik konuyu. Nehir
ve orman kenarında bir çöplüktü burası. Hem çevreye hem çalışan
insanlara zararlı bir ortam vardı. Pozantı’da yerel yetkililerle
görüştük.Tabii ki kabul etmediler. Belediye yetkilisi bize ödüllerini
göstererek “Ben bunları pırasa tarlasından toplamadım. Yüzme havuzu
yaptık, gidin onu çekin, ne işiniz var çöpte? Ya buradan gidersiniz yada
çöpe giderseniz kovarım oradaki insanları” dedi. Pozantı’dan
gönderildik.
Resmen şantaj yapıyor yani belediye yetkilisi…
Evet.
Bilinmesini, görülmesini, duyulmasını istemiyor gerçeklerin…Daha sonra
güneye inerek belgeselin konusunun geçtiği ilçeye vardık ve oradaki
yerel yetkililerle görüşüp konuyu anlattık. Onlar biraz daha ılımlı
yaklaştılar. Fakat çöp sahibi izin vermedi. “Hemen terk etsinler burayı
başlarına bir şey gelir” diyerek bizi tehdit etti. Biz tekrar belediyeye
gidip durumu anlattık. Belediye “Çöp sahibi kim oluyor, biz izin
verdik” dedi. Çöp sahibini çağırdı ve bize engel olmamasını söyledi.
Dört gün sürdü çekimler ve her günümüz çöp sahibiyle köşe kapmaca
oynayarak geçti.
Ne zaman çektiniz belgeseli?
2011 Mayıs ayında çektik.
Oradaki
insanların dışlanmışlığını, yaşamlarının zorluklarını yirmi dakikada
anlattınız belgeselde. Kadraja sığmayan başka neler vardı?
Kadraja sığmayan o
kadarçok şey vardı ki. Belediyenin çöplüğü başıboş bırakmış olması,
sadece ihaleyle bir adama vermesi ve sonrasında denetlememesi, ihaleyi
alan kişinin o insanları insanlık dışı şartlarda çalıştırması,
kısıtlaması...İhaleyi alan adama yani çöpün sahibine “Şıh” diyorlar.
Adam kendisini öyle mi kabul ettirmiş bilmiyorum.
Çöplüğün sahibi
ikinci gün “gidin” dedi bize. Biz yalvar yakar, adamın ellerini dahi
öperek projeyi tamamlamak için bir gün daha izin aldık. Oğlu ve karısını
ikna ettik, karısı adamı ikna etti ve dört günde bitirdik çekimi.
Röportajı yaptığımız kişilerde gizli saklı röportajı verdi.
Arkadaşlarımız aşağıda çöp sahibini oyalarken bizde iki kişi çöpün
yukarısında Cemal karakteriyle röportajımızı yaptık.
Ben belgeseli izlerken çok etkilendim. Siz orada kamerayı bir kenara bırakıp düşündüğünüz oldu mu?Duygular devreye girdi mi?
Biz orada onlar
gibi davranmak zorundaydık.Burası kötü kokuyor deseydik, birlikte aynı
sofrada yemek yemeseydik duygularını ifade edemezlerdi. Üzüldük ama
belli edemedik. Döndükten sonra ben 3 ay kendime gelemedim. Evimde
oturuyorum, dışarıdan çocuk sesleri gelirken, benim aklıma çöpteki
çocuklar geliyordu. Üç, beş yaşındaki çocuk, eline poşet alıp çöp
yığınının arasında plastik şişe topluyor. Düzenli hayat yok, su yok,
elektrik yok. Farklı bir dünya orası.
Güçlü-güçsüz
ayrımı çöpün dünyasında da var. Çöp ağası akşama kadar çöp toplayan o
insanlardan haraç alıyor. Bu güçlüler ve güçsüzler ayrımı kendini nasıl
üretiyor?
Gene aslında
sermaye sahibi buradada kazanıyor. Elindeki parayla ihaleyi alıyor,
parası olmayan fakir insanları fakirliğin yanına bir de cahillik
eklendiği için daha fazla sömürebiliyor. Çaresizlik, cahillik ve
fakirlik üçü bir araya gelince sömürmek daha kolay oluyor. Çöplükte
yaşananların kamuoyu tarafından dile getirilmesi gerekiyor. Film kamuoyu
oluşturulabilmesi için önemli bir araç. Filmin sonunda bir cümle var;
“4 çocuk yetiştirdik, büyüttük. Beşincisi yolda, kısmet olursa onun
adını da ÇÖP koyarız” diyor,filmin ismi böyle ortaya çıktı.
Hergün çöp arabasının gelmesini bekliyorlar dört gözle. Çöp arabası demek, para demek.
Kazanılan paranın
yarısı kendine,yarısı çöp sahibine. Çöp sahibi hiçbir iş yapmıyor, para
alıyor.Çöp poşetleri bulamadıkları zaman tıbbi atıkların poşetlerini
kullanmak zorunda kalıyorlar. Ve kol, bacak vs bir sürü insan uzvuyla
karşılaşıyorlar. Ölmüş bebek…
Tıbbi atık poşetleri mi?
Tıbbi atıklar
normal şartlarda devletin belirlediği kurallara göre; çukur kazılıp,
içine gömülüp, toprakla üstünün kapatılması gerekiyormuş. İlk etapta
yapılmış; sonra maliyetli oluyor diye çöpün karşısında bulunan üzeri
açık bir bölgeye dökülmeye başlanmış. Köpekler oradaki tıbbı atıkları
parçalıyor, sonra yanınıza geliyor, size dokunuyor,vahşi bir şey,
insanlığın en dip hali.
Belgeselde
konuşan babayla gizli yapıyorsunuz çekimleri. Baba “Eğer benim bunları
anlattığımı anlarlarsa beni buradan kovarlar. Ama birinin de bizim
gerçeklerimizi söylemesi gerekiyor” diyerek endişelerini de dile
getiriyor. Vicdani bir sorumluluk hissettiniz mi?
Aslında biz bir
yıl boyunca festivallere yollamadık belgeseli. Konu duyulursa kendisini
işten atarlar diye. Bir yıl sonra ben belgeseli tekrar izledim ve bunu
çektiysek bir işe yaramalı herkes bilmeli bu durumu dedim. Önce tedirgin
oldum, sorguladım ama sonra göndermeye karar verdim. Bir nevi vicdani
sorumluluğumu yerine getirdim aslında. Bir yıl sonra festivallere
göndermeye başladık. Ulusal ve uluslarararası festivallerde dokuz ödül
aldık.
En cesurları Cemal miydi? Diğerleri neden korkuyordu?
En cesurları, en
konuşabilen, en bilinçlileri Cemal’di. Böyle olunca hem samimiyet, hem
doğallık hem de gizlenmeyen birebir yaşadıklarını anlatabilen bir
karakter oldu. Belgesele en büyük katkıyı Cemal sağladı. Derdini en iyi
anlatabilen, ifade edebilen Cemal’di. Çekimlerden sonra aradım Cemal’i,
çöpü bırakmış, arabayla çöp toplamaya başlamış.
Çöp dünyasında olup bitenler dünyanın başka hallerine de tercümen oluyor mu? Güç ilişkileri, ezilenler, ezenler…
Paranın,
sermayenin olduğu heryerde ezen, ezilen mücadelesi çekişmesi var.
Plazalarda daha modern, çöpte ise insanlık dışı ve daha acımasız bir
şekilde sürüyor. Yoksulluk bir şekilde ezilmeyide beraberinde getiriyor.
Bütün dünya
etnik meselelerle uğraşırken siz bu filmle sosyal bir meseleye
dokundunuz. İnsanların bu kadar dibe çökmesinde etnik bir boyut yok mu?
Bu belgeselde ne
etnik ne ideolojik bir durum var. Ajitasyon da yok. Bizim gittiğimiz
yerde Mersin, Şanlıurfa ve Diyarbakır bölgesinden gelen insanlar vardı.
Kürtçe bilende vardı bilmeyende vardı. Etnik bir sorundan çok bir
insanlık sorunu gibi görünüyor. Diyarbakır’dan bir aile gelip yanında
üç-dört aile getirmeyebilir. Sosyolojik anlamda birbirini etkileme olayı
var.
Bu insanlar
kendilerini etnik olarak tanımlamıyor olabilirler ama bir etnik kökene
ait olmaktan dolayı bu duruma düşmüş olabilirler mi?
Şuan bu tür
işlerde çalışanlar Güneydoğu kökenliler. Sebebi de fakirlik. Fakirlik ve
cahillik birleşince… Ben bu işi yapmasam ne iş yapacağım diyor, o kadar
kaptırmış kendini. İşin temeli gerçekten yoksulluk. Nereye hangi
kimliğe ait olursanız olun fakirseniz her şey yapabilirsiniz. Çöpte de
çalışabilir, sokaktada yaşayabilirsiniz. Paraları olsa, zengin olsalar
orada çalışmazlar, birileride onları zorla çalıştıramaz. Fakir insan bir
iş bulduğu zaman çevresine de haber veriyor. Bir kişi gittiği zaman
yanında üç dört kişi götürüyor. Zaten kalabalık aileler. Bu durumda o
olaydan,durumdan etkilenen kişi sayısıda fazla oluyor.

Bu gurur
meselesi nasıl halloluyor? İnsanların sürekli gururları kırılıyor. Okula
gidiyorlar, çöpte yaşadıklarını söyleyemiyorlar. Baba serbest meslek
sahibi olduğunu söylüyor. Nasıl aşıyorlar bunu?
Yapabilecekleri
bir şey yok aslında. Şehre inmeleri söz konusu değil. Tutsak hayatı
yaşıyorlar. Sabah altıda kalkıyorlar. Altıbuçuk yedi gibi çöp arabası
geliyor. Çöp arabasının döktüğü yığının üstündekileri topluyorlar, dozer
gelip kürüyor. Sürekli bir çalışma ve işleyiş var. Orada olmadıkları
her dakika her saat kendi kayıpları oluyor. Ne kadar çok toplarlarsa o
kadar çok kazanıyorlar. Onların şehre gitmesi demek şıhın kazancının da
azalması demek. Zorunlu olmadığı sürece şıh izin vermiyor zaten.
Şıh onları elinde tutmak için bir takım politikalar uyguluyor mu?
Tam dediğiniz
gibi. Şıhın mantığı şu: onlar giderse ben para kazanamam, gitmemeleri
lazım. Kendi içlerinde de bir birlik yok aslında. Biri şıhın istemediği
bir şey yaptığı zaman hemen içlerinden biri arayıp haber veriyor. Şıhın
çöpte yaşanan her şeyden haberi oluyor böylece.
Çok soğuk bir
şekilde baktığımız zaman bu insanlar aslında bir geri dönüşüm işlevi
yerine getiriyorlar. Sizce çöp dünyasının etrafında böyle bir geri
dönüşüm düşüncesi var mı?
Farkındalar ama
oradaki asıl mesele ekmek parası kazanmak. Çıplak ellerle çöp
karıştırıyorlar. Çocuklar kendinden büyük poşetler taşıyor. İnsanlar
evlerinde çöpe ne attıklarını düşünseler durumun vahametini
anlayabilirler. Bir konteynırın yanından geçerken burnumuzu kapatıyoruz
ama orada insanlar sizin çöpe attığınız her türlü malzemeye dokunmak
zorunda kalıyorlar. Bu arada biz de giderken kendimiz için çizme
almıştık. Çekimler bittiğinde orada bıraktık. O kadar sevindiler ki …
“Allah zenginlerden razı olsun onların çöpe attıkları kıyafetlerle biz
ısınıyoruz. Onlar atmasa biz burada soğuktan donarız” diyorlar.
Çok zor bir
yaşam var orada. Yağmurda yağsa karda yağsa toplamak zorundalar… Aylık
gelirleri 300 TL oluyor yaklaşık ve bununla geçinmek zorunda kalıyorlar.
Çöpten beslenmek zorunda kalıyorlar.
Çocuk çöpten
aldığı cipsi yiyor. Bozuk yumurtalar, balıklar, helvalar, reçeller,
sebzeler…Onların yanında rahattık. Birlikte yemek yedik. Sofralarına
oturduk. Bizde o bozuk yumurtlardan yedik.Kendilerini bu işe o kadar
kaptırmışlar ki başka bir iş yapmak akıllarından geçmiyor. Cemal “benim
ağabeyim, ablam, kardeşim çöpte doğdu ama şimdiye kadar kimsede gelip
halimizi sormadı. Benim çocuklarımın sizin getirdiğiniz erzakları
gördüklerinde yüz ifadelerini görseydiniz beni anlardınız” dedi.
Çocuklar okula gidiyorlar değil mi?
Biz dört gün
kaldık. Dört gün boyunca gitmediler. Ama gidiyorlar. “Okulda bir
arkadaşım çöpte yaşadığımızıbiliyor, onun yüzüne bakamıyorum” diyor
çocuk. Utandıkları için okula gitmek istemiyorlar. Öğretmenleri koruyup
kollamaya çalışıyor. Çocuklar çöplüğün oradan servisi biniyorlar.
Dolayısıyla diğer arkadaşlarıda görüyor. Buradaki hayatla hiç ilgisi yok
oranın. Farklı bir dünya…Orada üç-dört yaşındaki çocuğun aldığı
sorumluluğu görüyorsunuz sonra buraya geliyorsunuz, buradaki çocuğa
bakıyorsunuz gülüp eğleniyor, üzerinde renkli kıyafetler…Ama oradaki
çocukların mutluluğu çöpten buldukları cep telefonlarının koleksiyonunu
yapmak…
Babası çuvalla
çöp topluyor. O çocuk da eline küçük bir poşet alarak babasının yanında
ona yardım ediyor. Nasıl o bilince varıyor,farkında değil. Belki de
buradaki çocuklar ne yaptığının farkında değil. Oradan ayrılırken
çocuklar bize yoğurt kabına ektikleri domates fidesinihediye ettiler.
Kız çocukları papatyalardan taç yaptılar, verdiler. Özellikle çocuklar
bizi o kadar sevdiler ki… Son gün arabanın arkasından koşmaları…
Devlet, geri
dönüşüm tesisi kurmak çok pahalı diyor. Belediyeler benim çöpümü
ihaleyle satıyor. İhaleyi alan çöpte çalıştırdığı insanlara tutsak
hayatı yaşatarak geri dönüşüm meselesini çözüyor…
Belediye o
insanların barınmalarını, kıyafetlerini, çalışma şartlarını denetlese
sorun olmayacak. Belediye ihaleyi verdikten sonra takipçisi olmuyor.
Onlara bunu reva gören ihaleyi alan adam.Çok zor gibi.

Aslında
belediyede, bakanlık da biliyor işin nasıl yürüdüğünü.Bir yandan da çöp
işi. Çöp işinde insanın bu şekilde çalışması denen şey gayri insanı bir
şey. Yapılan şey, alan razı satan razı gibi oluyor. Çöpte insan yaşar
mı?
Belediyenin
istihdam ettiği bir kişi var. Dozeri kullanan kişi. Orayı denetleyecek
bir kişiyi de ayarlayıp denetimi sağlayabilir. Geri dönüşüm tesisi
kurmak çok pahalı diyerek işin içinden sıyrılmaması lazım. Görüştüğümüz
üç-dört belediyede aynı şeyi söylüyor. Projemiz hazır fakat Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı’ndan bunun için kredi çıkmıyor, bizimde elimiz
kolumuz bağlı tesisi kuramıyoruz diyorlar. Tesis kuramıyorsan mevcut
çalışma şartlarını denetle ve koru.Bu dönüşümü sağlayacak tek kurum
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı. Çöp ayrıştırma sistemleri çok pahalı
olduğu için sadece birkaç ilde varmış.
Peki onların topladıkları geri dönüşüm malzemelerini belediyemi alıyor?
Belediye sadece ihalenin parasını alıyor, kendine gelir sağlıyor. İşletme hakkı çöp sahibine ait.
Gurur
meselesine ben çok takılıyorum. Fakirlik, yoksulluk bu hale gelince onu
silip atıyorsun. Çöpten çıkanı yiyebilir hale geliyorsun. Bizzat hayatın
kendisini yaşarken her şeyi unutuyorsun. O duyguyu anlatabilecek
sorular sormak geliyor içimden…
Çok ironik şeyler
var. “Çocuk bezlerinin içinden domates çekirdeği çıkıyor. O burada
büyüyor, domates oluyor, biz onu yiyoruz” diyorlar. Biz oradayken balık
yapmışlardı balık yedik. Ben düşünemedim bu balık nereden geldi diye.
Çöpe çıktığımda yerde balıkları gördüm o zaman anladım balığın nereden
geldiğini….
Orada insanlar
birçok şeyle mücadele ediyorlar. Çok acı bir yaşam var. Ezilmişlik,
dışlanmışlık…Çocuklar okula gitmek istemiyor dışlandıkları için. Aileler
şehre inmek istemiyor para kazanamayacakları için. Utanıyorlar,
yaptıkları işi söyleyemiyorlar. Yiyecek bir şey bulamıyorlar çöpten
çıkanları yiyorlar.
“Yaz geldiğinde
çocuklarla birlikteçöpten bulduğumuz etleri alınmış tavuk parçalarını
alıp aşağıda gölet var oraya piknik yapmaya gidiyoruz” diyorlar. Gölet
dediği yer de iki araba büyüklüğünde bir su birikintisi. Sosyal bir
aktivite olarak yapabildikleri tek şey bu…
Kelemet Çiğdem TÜRK1