[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

28 Ocak 2012 Cumartesi

Sen hiç ateş yakmadın ki; kül nedir bilmezsin!..




Sabah Gazetesi yazarlarından Aslı Aydıntaşbaşın;
Guantanamo esirlerinden İbrahim Şenle yapılmış röportaj üzerine "Fıkıh ilmine olan ilgi" başlığıyla kaleme almış olduğu yazıya ithafen can kardeşim Emilah tarafından yazılıp, kendisine gönderilmiştir...

Dostumun bu yazısını bloğumun ilk sayfalarında yayınlamıştım. Hala yaşadığımız Dünya'nın durumu çok da farklı değil malesef. Geçen gece orjinal adıyla; "The Road to Guantanamo" olan, zannımca Türkiye'de de "Guantanamo Yolu" olarak gösterime giren filmi izledim. Eğer filme yansıyan kısmı bu şekildeyse gerçekte yaşananlar nasıldır diye iliklerime dek ürperdim. Hemen akabinde ülkelerini işgalci ABD öncülüğündeki NATO güçlerine karşı müdafa eden Afgan halkından Komutan Molla Dadullah'ın şehadet haberinin gelmesi; bu yazıyı tekrar okumaya ve bir kısmını yayınlamaya sevketti beni. İmlasından çok özüne ve titrek hissiyatına odaklanmanız temennisiyle istifadenize sunmak istiyorum. Bir gün gelecek; Hasan El Benna'nın dediği gibi; "İhtilaflarımızı maruz görüp, ittifaklarımızda anlaşmayı" da öğreneceğiz elbet....
/.../Doğrusu bayan, benim kendi adıma sana söyleyebilecek pek bir sözüm yoktur aslında. Çuvaldız misali sözlerine gülüp geçmeyi, anlamsız nefretine karşılık vermemeyi prensip ediniyorum kendime. Çünkü zamanla öğreniyorum ve her geçen gün daha fazla hissediyorum ki sen, hiçbir zaman sevdalı gözlerimizin içine yönelmeyi "göze alamamış" bakışlarını, karanlık camlar ardına gizlemişken; boğucu sisler içine hapsetmişken şüpheci ruhunu, asla anlayamayacaksın bizi. Hüzne bulanmış sesimiz, içinde dolaştığın "alan"ların insafsız duvarları karşısında cılız kalacak elbette. Göremeyecek, duyamayacak, bilemeyeceksin ne yazık ki.

Ümeyyeyi bilmeyen, zalimin acımasızlığını; Sümeyyeyi bilmeyen, müminin sabrını anlayabilir mi? Meryem'i tanımayan, cesareti; Haceri tanımayan, gayreti nereden bilebilir? "Beklenmedik bir zafer"i Bedir'den; "umulmadık bir yenilgi"yi Uhud'dan öğrenmemiş birine, zaferin gizlediği "ilahî yardım"dan ve yenilginin gizlediği " derûnî hikmet"ten söz edebilir miyim?
Korkarım ki sen, sırf Allaht'an başkasının ilahlığını tanımadılar diye; genç, yaşlı, kadın, çocuk demeden ateş dolu çukurlara atılmak veya inandığı değerlerden vazgeçmek gibi korkunç bir tercihe zorlan Uhdud Ashabı'nın; ruhunu efendilerine kölelikten kurtarıp, Allaha kul kılarak özgürleştirdiği için anlatılmaz eziyetlere maruz bırakılan Bilâlin; evlerini, yurtlarını, herşeyiyle geride bırakarak gitmek zorunda hissettirilecek kadar sıkıntı verilen muhacirlerin; aldığın nefes kadar canlı ve gerçek hikayelerini de çok abartılı bulup, şüpheyle yaklaşabilir ve ihtimal ki birçok kısmına inanmayabilirsin.

Ben sana; "zikirle aydınlanan kuyular, ümitle özgürleşen zindanlar, sabırla gerçekleşen rüyalar..." desem, ya da meselâ bir adamın tevekkülü için gül bahçesine çevirilen ateşten, bir çocuğun teslimiyeti için gökten indirilen koçtan bahsetsem, veye bembeyaz bir eldeki âsâ ile ikiye yarılan denizi, ölü ruhlara can veren bir nefesi ve "inanıyorsanız üstün olan sizsiniz!" diyen sesi hatırlatsam, tüm bunları da "uydurulmuş masallar" a benzetip hafife almandan endîşe ederim.

Bu endîşe içerisindeyken ben sana, AŞK ve HÜZÜN, HASRET ve VUSLAT, İLİM ve İZZET, HAKİKAT ve ŞEHADET, İMAN ve İHSAN, SEFER ve ZAFER, üzerine ne söyleyebilirim? "Hem-derd"im olmayana "sevgili derdim"i nasıl izah edebilirim ki? Oysa bayan, "Zafere Kaçış" ve emsâli filmler yerine, gözünü açıp da şöyle bir dünyanın mazideki ve günümüzdeki ahvâlini seyretseydin; yaşanan gerçeklerin,filmlerdeki kurgulardan çok daha inanılması güç ve "akla, hayâle sığmaz" olduğuna şahit olabilir ve her zaman ve mekânda; sayı çokluğu,maddî zenginlik, askerî güç, siyasî üstünlük gibi aldatıcı kavramların, inanç, cesaret, gayret, ve sabır gibi hakikatler karşısında nasıl da aciz ve hükümsüz kaldığını gayet net bir şekilde görebilirdin.

Seni, karanlık camlar ardına gizlediğin bakışlarını gözlerimin içine döndürmeye ve içinde bulunduğun "alan"ın ses geçirmeyen insafsız duvarları dışına çıkmaya davet ediyorum. Belki ancak o vakit, birlikte bir ateş yakabilir ve karşısına oturarak alevler, küller ve güller üzerine sohbet edebiliriz seninle.
Can kardesim Emilah'a dua ve baki meveddetlerimle...
"Kim okurdu kim yazardı
Bu düğümü kim çözerdi
Koyun kurt ile gezerdi
Fikir başka başkolmasa"Aşık Veysel
...
Kaç yıl oldu bu yazıyı müsveddesinden okuyalı, gönderilen yazarın verdiği cevaptan haberdar olalı...
Şimdi yazıdaki hakikatleri yeniden duymaya en çok ben muhtacım... Ah... Emilah'ım, seni ne de özledim...
Şimdi dizine başımı koysam sen bana fısıldasan Aliya İzzet'e söylediğin ninilerden arda kalan şefkatli sesinle;
Ümeyyeyi bilmeyen, zalimin acımasızlığını; Sümeyyeyi bilmeyen, müminin sabrını anlayabilir mi? Meryem'i tanımayan, cesareti; Haceri tanımayan, gayreti nereden bilebilir? "Beklenmedik bir zafer"i Bedir'den; "umulmadık bir yenilgi"yi Uhud'dan öğrenmemiş birine, zaferin gizlediği "ilahî yardım"dan ve yenilginin gizlediği " derûnî hikmet"ten söz etsen...
Sen Bana; "zikirle aydınlanan kuyular, ümitle özgürleşen zindanlar, sabırla gerçekleşen rüyalar..." desem, ya da meselâ bir adamın tevekkülü için gül bahçesine çevirilen ateşten, bir çocuğun teslimiyeti için gökten indirilen koçtan bahsetsem, veye bembeyaz bir eldeki âsâ ile ikiye yarılan denizi, ölü ruhlara can veren bir nefesi ve "inanıyorsanız üstün olan sizsiniz!" diyen sesi hatırlatsan...

Ben çok yorgunum bacım...

Dilsiz...2012