[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

27 Aralık 2010 Pazartesi

Kamusal Alan ve Kapitalizmin Rahmi


5 yıl önceydi. Kış mevsiminin en amansız demlerinden birinde içimdeki, sebebi sürekli değişiklik arzetse de mayama karışmış, müzmin ateşi serinletmek için 16 saatlik zorlu bir otobüs yolculuğunun ardından, bir o kadar daha yol arşınlayıp Bosna’ya varmadan evvel yoluma çıkan bir şehir, güzelliğinin ötesinde izler bıraktı bende. İlk kez bir nehrin çokça farkedilemeyen, her yerde de rastlanmayan bir gücüne şahit oldum. Köprülere rağmen geçilemen nehirlerden bahsediyorum. Tadilata rağmen tamir olamamış Mostar’ı başka bir deme saklayacak olursak, Vardar, Üsküp’ün koynunda kıvranıp durmakta idi. Sonraları öğrendim ki dedemin her şeyini komşularına hibe edip terk etmek zorunda kaldığı Selanik’e doğru yapılan yolculuklarda saatlerce otobüslere yol kıyısından eşlik de edermiş Vardar.

Nehirler kimi hoyrat, kimi narin, yarıp geçer toprağı. Herkesin ve her şeyin bir yakasını illa ki kaptırmaya mahkum olduğu o benzerlik, müştereklik çemberinde belki de en çok insana benzer nehirler. Başkalarını da önüne katar, sürükler, pütürlü taşları cilalar, kendini taştan taşa vura vura da olsa ilerler, illa ki çağlar nehirler. Önünü kesmeye görsünler, için için ağlar o vakit, birikir çağlar boyu. Ya bir nehrin ortasından ikiye böldüğü şehrin hali nicedir? Aslında bölünen şehir değil, ayrılan, ayrışan insan yürekleridir. Üsküp de öyle idi. Nehrin bir yanından öte yanına geçiş serbest idiyse de, bir yakasında Müslümanlar diğer tarafta ise Hristiyanlar yaşamaktaydı. Her iki yaka da başka bir soluğa, ayrı bir renge, tınıya sahipti. Görünmez duvarların varlığına aşina olan bilincim için bile enteresan bir tecrübe idi, Üsküp. Tecrübe ettiklerimi hatırlama çabası ikram edilen kahveler eşliğinde, 6 günlük hatıra yumağını bir telve tadında dimağıma yeniden bıraktı.

Hatıraların taarruzuna rağman şimdi ülkemdeki görünmez duvarlar ve nehirlerden yana aksın istiyorum kelimelerim. Evvelce köprüsüz nehirlerin öte yanlarından kelimelerin ve imkanların mancınıklarıyla birbirlerine saldıran insanlar yaşadı bu topraklarda. Hoş halen bu devri geçmiş zaman kipinde anmaktan yana emin değilim ama neyse. Sonra tıpkı Üsküp’te olduğu gibi kurulan köprülere rağmen geçilemeyen “öteki” nehirlerinin keskisiyle bölündü yaşamlarımızın ahengi.
Kimileri bu yaşananları dillendirenlere mazlum edebiyatı tanımlamasını reva gördü, kimileri zulüm var, edebiyatı da olacak elbet, dedi. Resmi dayatmaların ötesinde, berisinde bireysel, toplumsal görünür-görünmez duvarlar kimi zaman yarı geçirgen olup bizleri umutlandırsalar da yine onlara tosladığımız demlerde hafızamızı tazelediler. Bu yolda günbegün yıkılan görünmez Berlin Duvarı ve türevlerinin yerine inşa edilmesi muhtemel kardeşlik köprülerinin artması ve esenlikle geçilmesini umud ediyorum. Artık bu duvarlara toslamaktan kalbi olmasa da alnı nasır yapmış, bu konularda konuşmaktan, yazmaktan midesi bulanmaya başlayan biri olarak yaşanmakta olanın başka bir çehresine işaret etmek istiyorum bu defa. Köprünün ötesinde bizi neler bekliyor?

Bir müddettir evrilen, evrilmeyen, müslüman erkekler kamusal alana eskiye nazaran daha kolay ve çeşitli alternetifler yoluyla girmekteler. Kimi, hassasiyetlerine menfaatleri gereği su katıp, seyreltilmiş müslümanlığıyla yani muhafazakarlığıyla abdestli kapitalist olma yolunda emin adımlarla ilerlerken, kimi de düşünceleriyle hayli kontrast yapan bu kapitalizmin rahmi; kamusal alanda bireysel, hayati bulantılarla ayakta kalmaya, varlık gösterme çabasında. Modernizm’den Postmodernizme çıtasını yükselten çağımız büyükleri baktılar ki bu müslümanlar düşündüklerinden daha hızlı kendilerine ve sisteme eklemlenip muhtelif kapitalist çarkların dişlerine cuk oturuyor ve tıkır tıkır işliyor ve işletiyorlar.

"İçinde bulunduğumuz 'postmodern durum'da aydınlanma çağının ürünü olan insan anlayışı ile dünya görüşleri bir sarsıntı geçiriyor... Postmodern dünyada ne Tanrı ne de insan merkezdir. Merkezsiz bir düşünce sistemi söz konusudur. Bu sistem içinde insan, sürekli bir oluş halinde etkileyen, etkilenen, bütünlükten, tutarlıktan yoksun, çeşitli özne konumlarından konuşan, çelişkilere düşen bir kimliktir." D. Voldman

Fakat sistemin bu değişimi neden yaptığı da gözden kaçırılamalı diye düşünüyorum. Post-Modernizm’in geçmişin/geleneğin birikiminden yararlanma meyli yine "onu" rantının nesnesi kılma iştahı yüzünden. Bu  nedenle de aynı konuda gerçek bir bilinçlilik halinin doğurduğu yaklaşımla çok farklı yönlere doğru ilerlemekteler yaklaşımları müştereklik arzetse de. Her birimizin turnusol kağıdı, samimiyet sınavları var bu hayatta. Şükür ki tek bir sınava bağlı değil akıbetimiz. Şimdilerde (abdestli) kapitalizm sınavında turnusol kağıtlarımız renkten renge giriyor. Bahsi geçen akımların yapılar üzerinden bireyi ve toplumu tesiri altında bıraktığı malum.

Sistem/ler, Allah’ın arzı olmaklığından soyutlama çabasıyla kamusal alanı kendilerince rantlarına hizmet etmeyen tüm güçlerden sterilize edilmiş bir ortam haline getirmek isteseler de, artık aşama aşama bizler -yani müslüman bayanlar- da, bu alana kabul edilme yolunda ilerliyoruz. Benim bundan sonraki endişem muhafazakar ve kapitalist müslümanlarla buna muhalif bilinçte, sisteme eklemlenmek istemeyen müminler arasında ciddi sorunların, hesaplaşmaların, çatışmaların çıkması hakkında. Gerektiğinde bunlar yaşanacaktır, yaşanmalıdır da. Öte yandan diğer bir önemli mesele ise, eskiye nazaran kamusal alanda daha derinlerine dek nüfuz edecek müslümanların sosyal  akımların, paranın, biriktirme tutkusunun fazlasıyla etkisi altında kalıp, hızlı bir yozlaşma yaşama ihtimallerinin yüksek olması. (Yazıyı yazarken uzakta olmamın da etkisiyle ihtimalden bahsedecek kadar iyimsermişim!)Aslında bu ihtimalden çok yaşanan ve trajik gerçekliğin bir parçası. Üzüntü ve korkum bu oranın artmasından yana. Bu konuda şuurumuzu sürekli uyanık ve diri tutmak için elimizden geleni yapma konusunda farkındalıklarımızı arttırmalıyız diye düşünüyorum.
[Dilsizmütercim-Meryem Rabia Taşbilek-012327122010]
***
İlaveten:
Şuara 141-159, Kamer 23-31 arası, Hud: 61-68, Neml: 45-53 ve Şems: 11-15'in yanı sıra, Araf 73-79 üzerinden bilhassa Muhammed Esed meali vesilesiyle Allah'ın Arzı ve Allah'ın Devesi kavramları üzerinden Kamusal Alana ve içinde yaşayanlara dair okumalar yapılabilir. Bu ayetler üzerine yeniden düşünmeme vesile olan kardeşime teşekkür ederim.

Şuara:

141. [VE] SEMÛD toplumu (da) gönderilen elçilerden [birini] yalanladı.

142. Hani, onlara (da) kardeşleri Salih, 62 “Artık Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşımayacak mısınız?” demişti.

143. “Bakın ben [O'nun tarafından] size gönderilen güvenilir bir elçiyim;

144. öyleyse, artık Allah'a karşı sorumluluk bilinci taşıyın ve bana itaat edin!

145. Üstelik, ben sizden herhangi bir karşılık da istiyor değilim; benim hak ettiğim karşılığı vermek âlemlerin Rabbinden başkasına düşmez.

146. Bu bulunduğunuz hal üzere 63 hep böyle güvenlik içinde bırakılacağınızı mı sanıyorsunuz?

147. Bu bahçeler içre ve bu pınar başlarında;

148. bu ekinler, bu zarif görünüşlü ince sürgünlü hurmalıklar arasında...

149. Ve dağlarda hep böyle ustalıkla evler yontabileceğinizi [mi sanıyorsunuz]? 64

150. Öyleyse, artık Allah'tan yana bilinç ve duyarlık gösterin ve bana itaat edin;

151. ölçüyü aşanların sözüne uymayın;

152. o ölçüyü aşanlar ki, yeryüzünde düzen ve uyum sağlayacaklarına bozgunculuk yaparlar!”

153. [Salih'in kavmi:] “Sen mutlaka büyülenmiş birisin!” dediler.

154. “Bizim gibi ölümlü bir insandan başka bir şey değilsin! Eğer doğru sözlü biriysen, bize bir alamet getir 65 (de görelim)!”

155. [Salih:] “(İşte) şu dişi deve; 66 su içme hakkı (belirli bir gün) onun, belirli günlerde de 67 sizindir;

156. öyleyse, sakın ona bir kötülük yapmayın, yoksa büyük-çetin bir günün azabı gelip sizi bulur!” dedi.

157. Bütün bu uyarılara rağmen onlar yine de o deveyi hoyratça boğazladılar; ama bunu yaptıklarına (çok geçmeden) pişman oldular; 68

158. çünkü [Salih'in önceden haber verdiği] azap onları kıskıvrak yakaladı. Şüphesiz bu [kıssada da insanlar için] bir ders 69 vardır; onlardan çoğu [buna] inanmasalar da…

159. Ve şüphesiz senin Rabbin çok acıyıp esirgeyen O yüceler yücesidir!

***
73. VE SEMÛD [toplumuna da] kardeşleri Salih'i [gönderdik]. 56 “Ey kavmim!” dedi, “Yalnızca Allah'a kulluk edin; O'ndan başka tanrınız yok. Rabbinizden işte apaçık bir ...kanıt geldi size: “Allah'a ait olan bu dişi deve bir nişanedir sizin için: öyleyse bırakın onu Allah'ın arzında otlasın ve sakın dokunmayın ona; yoksa çok can yakan bir azap yakalar sizi. 57

74. “Ve hatırlayın, sizi nasıl ‘Âd [toplumunun] yerine getirdi O; 58 ve ovalarında kendinize konaklar yükseltip dağlarını yontarak evler yapabilesiniz diye yeryüzünde sizi nasıl sağlamca yerleştirdi. 59 Öyleyse, anın Allah'ın nimetini de yeryüzünde bozgunculuk yapıp karışıklığa yol açmayın.”

75. Güçsüz görülenlere karşı küstahça büyüklük taslayan toplumun ileri gelenleri inananlara: “Siz Salih'in [gerçekten] Rabbinin katından gönderildiğinden emin misiniz?” dediler. Onlar da: “Elbette inanıyoruz o'nun getirdiği habere” 60 diye cevap verdiler.

76. Büyüklük peşinde olanlarsa: “Bakın” dediler, “sizin o kadar emin olduğunuz şeyi biz asla doğru bulmuyoruz!”

77. Ve böyle (diyerek) dişi deveyi yatırıp hunharca kestiler, 61 Rablerinin buyruğuna burun kıvırıp sırt çevirdiler. Ve (bununla da kalmayıp): “Ey Salih,” dediler, “eğer gerçekten Allah'ın elçilerinden biriysen, haydi getir şu bizi korkutup durduğun azabı!”

78. Derken bir deprem ansızın yakalayıverdi onları ve kendi evlerinde cansız seriliverdiler. 62

79. Ve [Salih] onlardan yüz çevirdi: “Ey kavmim!” dedi, “gerçek şu ki, ben Rabbimin mesajlarını ilettim ve güzelce öğüt verdim size; (ama) siz güzel öğüt verenleri sevmediniz.”
Muhammed Esed Meali -Ayet Açıklaması
Dipnot 57: Müfessirler, bu dişi devenin mucizevî bir yapıda olduğunu belirten çeşitli menkıbeler anlatmaktadırlar. Bu tür menkıbeleri ne Kur’an, ne de sahih hiçbir Hadis doğrulamadığı için, bunların birt...akım duyarlı Müslümanları hayal ürünü düşünce ve anlayışlara sevk eden, ayetteki nâkatullâh (Allah'ın dişi devesi) tabirinden türetildiğine hükmetmemiz gerekir. Oysa Reşid Rıza'nın (Menâr VIII, 502) belirttiği gibi bu tür fantastik düşüncelere yol açan eğer devenin Allah'a izafe edilmesi ise, aslında bu, sadece sözü geçen hayvanın herhangi bir kişiye ait olmadığına ve dolayısıyla bütün bir toplumun onu korumakla yükümlü olduğuna işaret içindir; nitekim, aynı ayette “Allah'ın arzı” şeklinde benzer bir deyim daha vardır ki bu da her şeyin Allah'a ait olduğunu ifade içindir. Hz. Salih'in Kur’an'da muhtelif yerlerde sözü geçen bu sahipsiz hayvana iyi davranılması yönündeki özel ısrarı, müteakip ayetlerin de gösterdiği gibi, zayıf gördüğü herkese, her varlığa karşı kaba ve küstah davranmakta kendilerine gurur payı çıkaran ve yeryüzünde bozgunculuk yaparak kötülüğü yayan bu kavmin kaba kuvvete dayanan tahakkümüne yönelmiştir. Başka bir ifadeyle, bu savunmasız hayvana karşı seçecekleri davranış tarzı, onların kalplerinin değişmesine bir “işaret” yahut (54:27'de açıklandığı gibi) “onlar için bir imtihan” olacaktı.