
bir ırmak okyanusa kavuşmuşsa acıdır
yurdundan ayrılmıştır kırılarak taşlara
yarım kalmıştır sancı içine kıvrılarak
nerden baksan iğreti nerden baksan o benim
bir adam kum torbası taşıyor omzunda
kaşlarından kanıyor kendi yumruklarıyla
gelip ona kesişiyor gördüğü tüm hayatlar
uzaklara düşüyor gözlerinden çocuğun
dilinin yaralarını kazıyor çamurdan elleriyle
nerden baksan o benim acı sun kadehinle
sen ey yok oluşlardan yaşamaklar çıkaran
fazlaca korkuluyum bırakma beni bana
zehirli hançer gelip otursun kursağıma
usanır belki bu can üşümekten aynana
artık hazırım tanrım varlığımdan geçmeye
ölüm meleği gönder can suyumu içmeye
yurdundan ayrılmıştır kırılarak taşlara
yarım kalmıştır sancı içine kıvrılarak
nerden baksan iğreti nerden baksan o benim
bir adam kum torbası taşıyor omzunda
kaşlarından kanıyor kendi yumruklarıyla
gelip ona kesişiyor gördüğü tüm hayatlar
uzaklara düşüyor gözlerinden çocuğun
dilinin yaralarını kazıyor çamurdan elleriyle
nerden baksan o benim acı sun kadehinle
sen ey yok oluşlardan yaşamaklar çıkaran
fazlaca korkuluyum bırakma beni bana
zehirli hançer gelip otursun kursağıma
usanır belki bu can üşümekten aynana
artık hazırım tanrım varlığımdan geçmeye
ölüm meleği gönder can suyumu içmeye
sıddık ertaş
***
Otobüsteyim.
Taksim Kadıköy arası. Gece sabaha dek belli aralıklarla sefer yapıyor
bu hat. Ben de Unkapanı-Su Bentinden Taksim’e dek süren yürüyüşümde,
havanın beni içimde ve dışımda iliklerime dek üşütmesinin ardından
evvelce denediğim bir yöntemi yeniden tekrar etmeye karar kıldım. Hep
tarih mi tekerrür edecek, biz de tarih olmadan talihimizin tekerrürden
öte bir olaya rastlaması için bazı eylemlerimizi tekrar edelim bakalım.Başımı camın buharlaşan kısmını silip pencereye yasladım. Otobüs beklerken, telefonun diğer ucundaki arkadaşına, dişinin çok ağrıdığını, eve gidince biraz kafayı çekip yatmayı deneyeceğini, doktora gidecek parasının olmadığını söyleyen genç de önümde bir yerlerde oturmuş uyumaya çalışıyor. Araca binmeden evvel istemeden söylediklerine kulak misafiri olduğumu, dilerse yanımdaki kuvvetli ağrı kesiciden kendisine verebileceğimi söylemiştim de kabul etmişti. Umarım işe yaramıştır diye geçiriyorum içimden. Ara ara göz ucuyla acısının dinip dinmediğine bakmadan da edemiyorum. İçki içmesine mani olmaktan çok çektiği acıyı dert etmiştim. Olması gereken de buydu bence.
Şehir, gece olmasına rağmen ne kadar da gürültülü. Sanki bağrındaki tüm tepinmeleri ve çığlıkları bastırıp, örtmek istercesine hususi sesler çıkartıyor. Ama ne çare! Aklımın erebileceğinden, kalbimin kaldırabileceğinden fazlasını duyuyorum yine de. Şimdi bana kalbe-gönle atfettiğim anlamın, aslında bizzat beynim olduğunu söylemeyeceksiniz umarım. Bu, tıpkı bilgisayarımızın hafızası tek bir karttan oluştuğu durumlarda bile, onu mekanik dünyasında iki ayrı parçaya ayırışımız gibi bir şey. Bir virüs bulaştığında, format atmak gerektiğinde bazı dosyaları kurtarmaya, onları mekanik sistemden ayırmaya yarayan bir yöntem. İşte insan beyni de, üzerine titrediği bazı kısımları madde bazında olmasa da düşünsel ortamda diğerlerinden ayrı tutmak istiyor. Düşüncelerinin, inançlarının büyük bir kısmını değiştirmiş olsa bile o gönül imgesi altında sakladıkları onun insanlıktan yana hala aynı kalmasını sağlayabiliyor. Bu yüzden böyle bir ayrıma gidiyor olsa gerek insanoğlu. Kendi özünü, yine kendi virüslerinden korumak adına, beynin tüm geniş meşrepliğinin avantajlarının beraberinde getirdiği virüs riskine karşı bazı duyguları ve hassasiyetleri iç aleminde başka bir imgenin çatısı altında saklama meyli. Belki de trajik bir çırpınış!
Bu yolculukta birincil amacım ısınmak ve geceyi içim içime sığmadığından salimen dışarıda geçirmek. Nasibim varsa sadece aklından oltaya takılan bir varlık olarak ruhuma, kendine benzeyen birkaç azık toplamak niyetindeyim. Zira çok açım. Bu hattın en çok sakinliğini seviyorum. Taksimde herkes yerine yerleşirken bir cümbüştür kopar. Pek çoğu gürültünün hakim olduğu, insanların bağırmadan birbirleriyle konuşamadığı, cümlelerin anlaşmaktan çok, kahkaha sebebi olmak için ortaya fırlatıldığı mekanlardan çıkmışlardır. Ses tonlarındaki geçici deformasyonun eski haline gelmesi birkaç kilometre daha ilerlememizi gerektirir. Sonrasında otobüsün yarısı sızar, yarısı da kendi rızasıyla uykuya dalar. Ara duraklarda nadiren alınan birkaç yolcu dışında, inen olmaz, herkesin istikameti Kadıköydür. Son durağa varıldığında şöför kontağı kapatır ve arkaya dönüp seslenir. Evet arkadaşlar, hadi uyanın son durak, kara toprak! Bu son kısmı söylemez tabi. Ben içimden ekler, herkesin gerinmesini, mahmur gözlerle camdan dışarı bakışını izler, sessizce bir sonraki Taksim seferine dek sahilde biraz volta atarım. Sonra yeniden Kadıköy ve sonra yeniden Taksim, derken sabah olur ve aklımdaki kuşların kanat çırpması biraz yavaşlar. Ben de bir mescitte istirehate çekilirim. İnsanın alternatiflerinin çokluğu da bir illet. Zira kendini yorma imkanları da başkalaşıyor, çeşitleniyor bu sayede. Git evinde yastıkları yumrukla, kitap sayfalarını aşındır, işin ne burada, gece gece. Ama dinlemiyor ki beriki ses.
Bu defa karşıya bu kadar erken dönmekten vaz geçiyorum. Hava korktuğum kadar soğuk değil. Gecenin küfrü yavaş yavaş tüm seslere galip gelmeye başladı bile. Sessizliğin gürültüsü kadar kuvvetlisi yok nihayetinde. Kıyıdaki korkuluk demirlerine yaslanıp biraz dalgaları seyre dalıyorum. Parmaklarım demirin pütürlü yüzeyinde geziniyor bir yandan. Soğuk metal içimi ürpertiyor. Biraz daha dinçleşiyorum. Artık bir istikamet belirleyip yola koyulabilirim.
Gündüzleri İskele camii yakınında, geceleri sahilde güvenlik görevlisi izin verirse ısınmak için girdiği bir kafede takılan Arzu ablanın yanına gitmeye karar veriyorum. Kendisi uzun zamandır denk gelip, arkadaş olduğum tek evsiz bayan. Hep iki bavulla dolaşır. Nedenini kendisine sormasam da, bunca hantallıklarıyla onları sürekli beraberinde taşıyor oluşunun anlamını az çok kestirebiliyorum. Gece gündüz sokaklarda kaldığını ona aşina olandan başkası bilemez diye düşünüyor olmalı. Bu bavullarla kendisine geçicilik süsü veriyor. Bir yolda kalmışlık, yakında gideceği yere doğru yeniden yola çıkacakmış gibi bir intibayla, it-kopuklardan sakınmak istiyor, elinde kalan tek sahici şeyi olan canını. Oysa yüzünün her kıvrımından, her halinden ve hatta bakmaktan öte, görmesini bilene titrek ve yorgun gölgesinden bile, nicedir yolların tozunu yuttuğu aşikardır. Uçağı değil hayatı rötar yapmışlardan biri o. Esen her rüzgarda devrilmeye meyledip, kolaylıkla sarsılan bavulların her halinden içlerinin boş olduğu anlaşılıyor. Zaten birkaç defa birlikte yaptığımız kahvaltı esnasında bavulların birinden eski püskü bir battaniye çıkartırken yanılmadığımı anlamıştım. Yine de bunu ona söylemiyorum ki, o bu fikrin emniyet hissine yaslanıp biraz olsun kendini güvende hissedebilsin
Yaz-kış onlarca kat elbise giyer Arzu abla. Sıcak havalarda bir kaçını çıkartması için uğraştıysam da muvaffak olamadım. Sırılsıklam terler ama çıkartmaz. Zaten benimle yahut kendisine yemek ikram eden birkaç kişiyle konuşmuyorsa bavulunun üzerine kapaklanıp yorgunluktan sızar gibi uyur. Yahut da elbiselerinin içine başını iyice gömüp, bir tosbağa gibi, şapkasının da yardımıyla kendini oturduğu bankta yokmuş gibi hissettirir etrafa. Bense onun adına kış için endişelenirim. Bünyesi sıcakta bunca elbiseye bağışıklık kazanırsa, onu kışın soğuğundan nasıl koruyacaklar diye. Bazı garip takıntılarına alışırsanız, iç burkacak derecede kibardır. Yemekten sonra sürekli ıslak mendil rica eder. Keşke ona açacak bir odam ve imkanım olsaydı. Bazen birlikte ileriye yönelik hayaller kurarız. Kimi zaman bankta benden cesaretle kendisine yaklaşanlar da lafa karışır. Normalde o bir bankta oturduğunda yanına kimsecikler oturmaz. En azından ben hiç görmedim. Kendi adıma şimdilerde ona yapabileceğim azami yardım onu muhatap almak diye düşünüyorum.
Şimdi her zamanki gibi uyanık ama yumuk yumuk olmuş gözlerle pencereden dışarıya bakıyor. Sürekli yapamadığı ama yapması gereken bazı şeylerden yana mırıldanır bir tonda tekrar tekrar hayıflanıyor. Bazen ben yokmuşum gibi davranması benim de işime geliyor. Onun yanında sessizliğime, garipliğime bir şerh düşme gereğii duymadan saatlerce oturabilirim. Bundan ala konfor mu olur? Sağ olsun bekçi benim birkaç el kol işaretime bile fırsat vermeden kapıyı açıp, dışarı çıktı. Yorgunum. Bütün gün kah yürüdüm, kah banklarda oturdum. Her halukarda da sürekli “seyir” halindeydim. Az şey mi? İnsanın zamanını birilerine kiraya vermemesi iyi bir şey ama bir yandan da kendi içinde türlü zorlukları da barındırmıyor değil. Zira insanın anlamlı şekilde işlemek için dünya kadar -ham madde- zamanı oluyor öte yandan da diğerlerine nazaran bu vakti telef etme yahut buhran yolunda harcama ihtimali de hayli yüksek. Karın gurultusu da cabası. Yine de pek şikayetçi olduğum söylenemez.
Birden monoloğumu bastıran, sessizliği dağıtan cümlelerinden birini kuruyor.
“Amma da saçma!”
“Nedir o?” diye soruyorum gayri ihtiyari.
“Şu balon.” diyor. "Kafenin üzerinde bağlı duran “uçan” balon. Hem o kadar para ödüyorlar binmek için, hem de hiç bir yere gitmiyorlar. Balon orada öylece yükseliyor. Peh!”
“İnsanların yükselme hırsını az da olsa doyuruyor demek ki, rağbet görüyor. Ama bence de çok aptalca. Vapur iskeleye ne zaman yanaşsa, inmeden evvel onu görüp için için güler ya da sinirlenirim, ben de!”
“Her şeye bu kadar anlam yüklemek zorunda mıyız? Belki de zorluklardan çok bu yapımız bizi yoruyor.”
“Başka çaremiz mi var? En azından kendi adıma bu konuda eminim. Varlık balonuma düşünsel, anlamlı yük torbaları bağlamazsam burada kalamam. Ruhumun ipini bedenimden çözer, uçar giderim. Ne kadar çok anlam, o kadar ağır-lık, yük. Taşıması zor ama benim için yer çekimi, can simidi mesabesindeler her biri. Uçup gitmemem burada varlığımı anlamlandırmama bağlı. Bu yüzden aklımın ağına sürekli yeni anlamlar takılmalı, yaşamaktan yana.”
“Hepimiz seyyar birer gezegeniz aslında. Beni de hala burda tutan şey bu acıklı anlama çabası olsa gerek.”
“Yaşamı hazımsızlıktan terk-i diyar etmek için çok mu geç kaldık ne?!”
“Artık samimiyetsizlik olur.”
[Dilsizmütercim:Meryem Rabia Taşbilek 032615122010]
dilsizmütercim |
20 Aralık 2010, saat: 21:09
Size de merhaba Halil kardeşim,
yazıya ve yoruma verdiğiniz emek için teşekkür ederim. Kum torbaları mukabeleniz de hoş olmuş. Selamlar.
Size de merhaba Halil kardeşim,
yazıya ve yoruma verdiğiniz emek için teşekkür ederim. Kum torbaları mukabeleniz de hoş olmuş. Selamlar.
Merhaba, Kum torbalarınızı paylaştığınız için teşekkür ederim. Aynı koridordan geçişlerde aynı görüntülerden farklı ağırlıklarda nasiplenmişiz belliki. Hardisk, otobüs yerleşimindeki cümbüş,(Bende dahil olmuşumdur muhtemelen \"biz çok eğlendik\"in yüksek sesli ifadelerine, balon, Arzu abla... farkındalığınız, beni biraz utandırdıysa da bir o kadar da mutlandırdı. Tekrar teşekkürler...