[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

21 Nisan 2012 Cumartesi

Yalancı Pehlivanlar ve Pürüzsüz Ciltleri




Yalancı Pehlivanlar ve Pürüzsüz Ciltleri
Vaktiyle üniversitenin koridorlarından birinde yer alan kahve makinası bozulduğunda tamire gelen adamın dizleri üzerinde durur vaziyette yaptığı kısa çaplı mekanik çalışmayıı izlemeye koyulmuştum. A...dam dizlerinin üzerinde işe koyulmadan evvel birer dizlik geçirmişti üzerlerine. Çok kısa süren işinden neredeyse daha uzun sürmüştü bu dizlikleri giyip çıkarması. Fakat elbette işi hayli uzun da sürebilirdi. Bu durum hayrete düşürmüştü beni ve üzerine uzun uzun düşünmüştüm. Muhtemelen adam bir gün içinde aynı kahve makinası şirketinin pek çok arızalı mekanizmasını yine aynı şekilde dizlerinin üzerine çökerek tamir etmeyi tekrarlayacağından çok kısa süre için gereksiz gibi görülebilecek bu önlem onun için uzun vadede hayli yerinde olmalıydı. Uzun yıllar alanı olan Psikologluğu bırakıp tır süren ve sonra da İngilizce öğretmenliğinde karar kılan İngilizce Hitabet hocam, eskiden her gün birkaç defa tırın küçük basamağını kullanarak inmek yerine, yere zıpladığı için şu sıralar dizlerinde ciddi problem yaşadığını söylemişti bir müddet evvel. İki olayı birbiriyle birleştirdiğimde ilk örnekteki temkin daha da anlamlı bir hal alıyor haliyle. Peki iş güvenliği yaptırımlarıyla bu örnekleri birbirine bağladığımızda: Kapitalizm gerçekten bir tamircinin dahi dizlerini iş esnasında anne şefkati gibi bir ihtimamla koruyup gözeten bir mekanizma mıdır yani? Biraz daha zorlasak belki böyle bir profil bile pazarlayabiliriz gelişmekte olan ülkere demek ki. İnsanlar bu yazıyı minnet dolu bir duygusallıkla göz yaşları içinde bile okuyabilirler, belli mi olur. Nasıl olsa Dünya pazarı öyle garaip bir yer ki ne pazarlasan gidiyor!

Mesela şuan ben bu satırları yazarken Kütüphanenin lavabosundan çok rahatsız edici yüksek bir uğultu sesi geliyor, elektirikli el kurutma makinasının sesi bu... Elinizi peçeteyle değil bu makinayla kurutun, ağaçların katledilmesini durdurun gibi bir cümle yazılı makinanın üzerinde. Makina pek çok metal ve plastik parçadan yapılmış ve elektirikle çalışıyor, üstelik çok da gürültü çıkartıyor. Makul bir hesap yapılsa ve bu yolla baştan sonra bir kıyaslama tamamlansa muhtemelen bu makinanın yapımı için geri dönüşüm kağıtlardan yapılmış peçetelere ve hatta eski kumaş mendillere nazaran dünya kadar atık madde ve doğal ürün katlediliyordur. Ama pek haşmetli Kapitalizmin yaldızlı pazarlama dünyasıyla bu ürün Kütüphaneye girmeyi başarmış.

Tüm bu farkındalıklar içimde ve dışımda varlıklarını sürdürürken, normalde takip etmediğim halde bir vesile ile Taraf Gazetesinden bir yazarın “İşçileri Kapitalizm mi Öldürüyor?” başlıklı bir yazısını okuma talihsizliğinde bulundum. Farklı fikirlerden haberdar olmak ayrı bir mesele ama en azından zaman ayırmama ve canımın sıkılmasına deysin istiyorum denk geldiğim haberler, yazılar. Bu yüzden de birkaç istisna dışında da uzun süredir haberleri ve gazeteleri takip etmiyorum. Zaten Taraf gazetesini de zaman zaman denk geldiğim köşe yazıları dışında kendi Taraf olma halime hiç yakın bulmuyorum diğer tüm yüksek tirajlı medya kolları gibi. Kıymetli bir yakınımın görevini kaytarıp maaşını almaya devam eden kimi memurları gördüğünde sarfettiği “Yalancı Pehlivanlar” diye bir tabir var, bu tabir ekseriyet sular tatlandığında ve paralar aktığı sürece küheylanlık yapan insanlar için de çok yerinde olsa gerek. Taraf da benim için bu mesabede. Zaten ismi Taraf olduğu halde durduğu yere dair tüm sivri çıkış örneklerine rağmen çok muallak bir yerde benim için. Bunun ötesinde daha derine dayanan “beslenme” ve yaşama tercihlerimize uzanan paradigma farklılıklarımız da mevcut.

Bahsini ettiğim yazıda özetle geçenlerde bir alışveriş tapınağının yapımında çalışanların kaldığı çadırda çıkan yangında ölen 11 işçi için Kapitalizmin günah keçisi yapılmaması gerektiğinin altı çiziliyordu. Meğer bizim memleketimiz gibi gelişmekte, Kapitalizmin son sürümüne yetişmekte olan veya Sosyalist ülkelere nazaran, aslında Kapitalizmin tam sürüm işlediği yerlerde insanların can güvenliğine daha çok dikkat edilirmiş. Bir de yazar sanki Kapitalizmin tek alternatifi Sosyalizmmiş gibi, Sosyalizm üzerinden Kapitalizmi aklamaya çalışmıyor mu insanın iyice canı sıkılıyor. Üstüne üstlük bu kıyas mantığını da İslam ve az gelişmişlik arasında bağ kurulmasının mantıksızlığıyla eşleştirip birinin reddi üzerinden diğerini gerekçelendirmeye çalışıyor. Kapitalizm giderse yerine Sosyalizm gelir savı Amerika’da doğduğundan beri medya hormonuyla büyümüş halkın büyük bir kısımına da bu şekilde lanse ediliyor yıllardır. Bu yüzden Wall Street’teki pek çok genç bile habercilerle konuşurken Kapitalizmi reddiye yerine, Kapitalizmin bu şekliyle iyi çalışmadığını gözden geçirilip farklı bir şekilde onarılarak hayata geçirilmesi gerektiğinden bahsediyorlardı. Sisteme dair kafa yoran pek çok insan farklı alternatiflerin de var olabileceğinden ziyade Kapitalizmin iyileştirilmesinden bahsediyor genellikle. Bunun bir adım ötesinde: Ne yani Sosyalizm mi gelsin, diyen Sağcılar garip bir agresifliğe bürünüyorlar. Chicago yakınlarında küçük turistik bir kasabada kahvaltı servisi yapan Amerikalı bir bayanın Fox Tv’den edindiği Dünya görüşüne göre Obama’dan nefret edip Sağcıları desteklemesinin en önde gelen sebebi Obama’nın ülkeye Komünizm getireceğine inanmasıydı. Güler misin ağlar mısın? Oysa ki, Obama’nın neredeyse bütün yardımcıları Yahudi iş adamı ve politikacılardan oluşuyor. Hiç endişelenmeyin Obama’nın o bahsettiklerinizle yakından uzaktan bir ilgisi yoktur dediğimde, bahsini ettiğim bayan daha da ateşlenip, hırçınlaşmaya başlayınca ben de konuyu devam ettirmek yerine kahvaltılıklara yönelmiştim bir müddet evvel.

Yukarıda işçilerin ölümü ve Kapitalizme dair yazıyı kaleme alan yazar da sonradan öğrendiğime göre Amerika’da master yapmış. Fakat sanırım kendisinin yurt dışında, Kapitalistlikleriyle ön plana çıkmış ülkelerdeki tüm tecrübeleri ve etkileşimde bulunduğu insanlar beyaz yakalı çalışanlar ki Kapitalizm hakkında bu kadar toz pembe konuşmadan kendini alamıyor.

Yazının bir yerinde şöyle ifadeler geçiyor: “Zira günümüzün kapitalist olarak nitelendirilen gelişmiş ülkeleri, aynı zamanda dünyada iş yeri güvenlik standartlarının en detaylı şekillerde belirlendiği, uygulandığı ve denetlendiği yerler durumundadır. Bütün önlemlere rağmen kazalar yaşandığında ise, bu ülkelerde gerek tazminat sistemi gerekse (gelecekte benzeri kazaları azaltmaya yönelik) geri bildirim mekanizmaları çok daha hızlı ve etkili bir şekilde işlemektedir.” ve akabinde Sosyalist ülkelerdeyse diye devam ediliyor... Ve çocuk işçi çalıştırmanın ve benzerlerinin az gelişmiş ülkelere yahut Sosyalizme has bir şey olduğu gibi gerçek dışı bir tezle çarpıcı bir kontrast yapmaya çalışılıyor. Kapitalist ülkelerdeki bazı standartlardan sıyırılmak için bazı şirketlerin üretim için diğer ülkelere kaçtığını söylüyor. Sanki Kapitalizmi bu şirketlerden ayrı düşünebilirmişiz gibi. Ya da ucuz iş gücü olarak bu Kapitalist şirketlerin farklı ülkelerde köle “gibi” çalıştırdığı insanların yok pahasına ürettiği ürünleri dönüp bu Kapitalist ülkelerde pazarlamasını, insanların bu zulümleri bile bile bu ürünleri maliyetlerine nazaran ciddi fahiş fiyatlarla almalarını Kapitalizm ve Kapitalist ülkelerin gerçeğinden filtreleyip ayırabilirmişiz gibi.

1984’te Hindistanda yaşanan Bhopal faciasını ele alalım mesela. 15.000 ila 20.000 (sadece ilk gün 8.000) insanın ölümüne, 558,125 kişinin yaralanıp sakat kalmasına (200.000’i 15 yaş altı çocuklar, 3.000 kadar hamile kadın) ve 800.000 insanın da muhtelif şekillerde zaman içinde etkilenip, sakat kalmasına sebebiyet veren, şu pürüzsüz ciltler için pazarlanan Dove ürünlerine ve Bayer’e kimyasal madde üreten DOW Kimyasala ait fabrikayı ele alalım mesela. Şimdi Kapitalist ülkelerin iş güvenliği ve tazminat sistemini sadece Dove’un Amerikadaki pazarlama şirketleri çerçevesinde lanse etmek gerçekten cildimizdeki kadar kolay ellerimizdeki, kalemimizdekii kirleri, kanları silebilir mi? Bir şeyleri aklamaya çalışırken kalemimizi kimlerin kanlarına bandığımıza bir bakmak gerek! Hindistandaki bu insanların pek çoğuna hala tazminat verilmemiş, verilenlere ise komik rakamlar lütfedilmiş. Hem mesela sistematik olarak İngiliz sömürgeciler tarafından kolları kesilen dokuma işçilerinin tazminatına İngiliz hazinesi yeter mi? Gerçi bunlara benzer örnekler için bu kadar geçmişe gitmeye de gerek yok ama geçmişin itirafı daha bir patavatsız gerçekleşebildiğinden insanlara reva görülenlere ulaşmak görece daha kolay olabiliyor.

Modern aklın hastalıklarından biri olan, gerçeği parçalara bölerek servis etmesinin tezahürlerini muhatapları olarak ne zamana kadar hiç bir rahatsızlık duymadan yutacağız bilemiyorum. Yazarın ve yandaşlarının övüp, makul göstermeye çalıştığı Kapitalizm, farklı ülkelerin insanlarını ucuz iş gücü için sömürürken burada kapanan fabrikalar yüzünden işsiz kalan, evinin uzun süre vergisini ödeyemediği için evinden olup sokaklara düşen insanlar çizdiği pembe tablonun hangi arka sokağında görmezden gelininiyor çok merak ediyorum. Beyaz yakalı arkadaşlarını arada bir yurt dışında tatil maksatlı ziyarete gitmekle oluşabilecek gözlemler bizi sanırım yine Plaza Forsalığına methiyeye götürüyor. Gelin de görün Amerikanın arka sokaklarını. Amerika, askerleri için savaş taktiği öğreniminde kullanılan Similation Game/Bilgisayar oyunlarına 6 milyar Dolar harcarken, büyük otellerin havalandırmaları, çamaşır kurutma makinalarının buhar bacaları önünde eksi derecelerde yerde yatan binlerce insanı bu efsunlu tabloda nereye yerleştirmeli? Binlerce değil, milyonlarca evsizi, işsizi, Amerika’da bugün ne yemek yiyeceğini bilmeyen 35 milyon insanı... Sırf okul masrafları için devletten burs almak için Dünyanın öbür ucunda tanımadığı insanları öldürmeye ikna edilebilen gençliği!.. Kaçak statüsü yüzünden yıllardır sigortasız yok parasına haftada en az 70 saat, siz ön tarafta birinci sınıf yemek yerken bulaşık yıkayan Meksikalı, Latin Amerikalı işçileri, 2 yıl askeri görevde bulunurlarsa vatandaşlığa geçebileceği sözüyle kandırılıp Dünyanın binbir yerinde Amerikanın, Kapitalizmin doymak bilmeyen, hortumsu gırtlağını doyurmak için savaş maşası olup, geri geldiğinde de vatandaşlık sözü yerine getirilmediği için yine kaçak çalışmaya dönen, askeriyede silahlı tabur yerine tamirci olduğu için sevinen o Meksikalı gençleri bir görün de ondan sonra ahkam kesin! Bosna’dan buraya savaş sonrası iltica edip buranın en büyük süper market zincirlerinden birinde (Walmart) raflara eşya taşırken belini incitip bir yıldan fazla zamandır hakkını alamayan komşuma sormak lazım mesela Gelişmiş Ülkelerdeki Kapitalizmi. Ya da Chicago’nun en meşhur caddesi Michegan’da bulunan bir otelin önünde aylardır değil yıllardır “sessizce” gerev yapan o göçmen işçilere sormak gerek Kapitalizmin o güleç yüzünü. Yahut sınırdan resmen geçişi zorlaştırılıp, daha rahat sömürmek, asgari ücretini ödememek ve sigortasıyla uğraşmamak için sistematik olarak kaçak geçmesine göz yumulan, pestili çıkana kadar metrpollerde çalıştırılıp, her türlü ayak işi yaptırıldıktan sonra bir de ülkeye girerken ailesinden “kimi istatistiki zaiyatlar” vermişken, “wet back: ıslak sırtlı” diye tiye alınıp, aşağılanan bu insanlara sormak gerek Kapitalizmi! Bakalım, Gelişen ve Gelişmekte olan Kapitalist ülkelerin yüzündeki fondaten farkı ne kadarmış!

Bizim memlekette işçiler ölüyor, ölmezse sürünüyor. Zaten asgari ücretin açılımı da buna tekabül ediyor. Amerika’nın güneyindeki sebze üretim bölgelerinde kaçak mültecilerin bir kısmı seralarda, tarlalarda başlarında silahlı insanlar zoruyla hala karın tokluğuna köle olarak çalışıtırılıyorlar kimsenin gıkı çıkmıyor, bu habere dair bir program ve araştırma kitabı Chicago’nun resmi radyosunda yayınlandığı halde! Bu insanlar ya bizdeki kot işçileri gibi ölüp gidiyorlar ya da korunaksız şartlarda yapmak zorunda kaldıkları meyve sebze ilaçlamalarından zehirlenip işleyemez hale geldiklerinde hiç bir güvenceleri olmadığı halde kullanılıp atılıyorlar Kapitalizmin insan çöplüğüne. Şimdi Kapitalist ülkelerde işçi hakları mı dediniz sizi tam duyamadım, kulaklarım uğuldamaya başladı! Sizin rahat koltuğunuzda methiyeler yazdığınız bu ülkelerin üst sınıf beyaz yakalı çalışan ve çalıştıranlarının benzerleri bizim ülkemizde de zaten çalışma şartlarından şikayet edecek insanlar değiller, onlar anca temelinde çalışan işçilerin yanarak öldüğü o devasa alışveriş merkezlerindeki kampanyalardan bahsederler size!

Zaten artık Dünyayı da, ülkeleri de şirketler yönetiyor. Bu şirketlerle iletişim halindeki Akp, Chp ve benzerleri de aslında birer şirket ve bunların hiç biri asla müşterilerini-seçmenini-vatandaşını, kendi maksimize etmeye çalıştığı karının önüne koymaz. Dünya parça parça Kapitalist ülkeler olmakdan ziyade artık tek bir global Kapitalizm nesnesi halini alıyor günden güne. Bu yüzden toplumsal bazda yaşadığımız sıkıntılarda Kapitalizmi tenkid etmemizi basit ve kolayclığıa kaçan bir toptancılık gibi algılamak ne kadar iyi niyetli bir tenkid çerçevesinde değerlendirilebilir ki?! Bahsini ettiğim yazının ardılının bir kısmı, Türklerin Kapitalizmle Deşarjı vurgusuna sahip. Yazıda yer yer doğru tespitler yer alsa da bir bütün olarak değerlendirdiğimizde; soyut, dertsiz, sahte bir entelektüel sığınak olarak tasvir edilen Kapitalizm tenkidi bize bir şeyler söylemeye çalışırken yine çark edip Kapitalizmin günah keçisi bir imgeden ibaret olduğu gibi fazla yumuşak bir nitelemeyle sona eriyor.

Kapitalizm yaşadığımız zamada tecrübe ettiğimiz imtihanlardan biri, hayat imtihanımız Kapitalizmin hüküm sürdüğü bir dönemde başladı ve devam ediyor. (İster istemez seküler jargonun etkisi altında kalıp sanki Kapitalizmi içselleştirir gibi çağımızın gerçek-lerinden biri- ifade sürçmesini bu şekilde düzeltsem daha uygun olur sanırım) ve maalesef bu çağdaki Firavunların büyücüleri sayesinde ve belki de biz de öyle inanmak istediğimiz için bazılarımız onu özgürlüğün tek nedeni ve hatta tüketim imkanı üzerinden tek gayesi bile kabul edebiliyor. İnsanı insan yapan herşeyin hiçe sayılması üzerinden vahşice işleyen bir mekanizma. Şüphesiz güçlü olanın zayıf olanı sömürmesi bu çağa ait yeni bir durum değil fakat Kapitalizm bunu Dünyayı yutucu bir sistematiklikte yapmayı sağlıyor. Üstüne üstlük bunu kitleleri etkisinde bırakan yine kendi ürünü olan bir etik şemsiyesi altında da himaye edip yaygınlaştırıyor. Onu elbette doğru tanımlamak insanoğlunuyla beraber Dünyadaki diğer varlıkların da lehine. Bu konuda kafi bir donanına sahip olmasam da Kapitalizmin en azından ne olmadığını biliyorum. Olduğundan daha büyük algılayıp, onu putlaştırmaktan sakınma hassasiyetiyle birlikte bu kadar imgesel yahut toz pembe bir çerçeveyle tamamen içselleştirilmesi de asabımı bozuyor. İşin içine bir de tüm farkındalıklara rağmen bir çarpıtma giriyorsa, tüm bunların birileri tarafından illa ki seçilecek yollar olduğunu bilmeme rağmen midem bulanıyor. Hele ki bu içselleştirme sahipleri farklı kisvelerde geniş kitlelere hitap ediyorlarsa çok büyük bir sorumluluk bu. Evet toplumda yaşanan sıkıntıları iyice soyutlaştırılmış bir Kapitalizme mal etmek çevremizdeki kanlı, canlı sorumlularla, kendi hata ve açıklarımızla yüzleşmemize de mani olmamalı. Fakat samimi bir teşhis ve silkinme için Kapitalizmin insan hırs ve biriktirme, hükmetme tutkusunun tesir alanını genişleten, ellerimizle yaptıklarımızın yakıcılığını büyüten ve onu bir araç olarak kullanananı bile kendi mekanik dişleri arasında yutan bir mekanizma olarak hayatımızın her yerini kuşatmakta olduğunu da görmezden gelemeyiz. Mustafa Özel’in bir söyleşide dediği gibi artık Kapitalizm yoluyla aştığımız sınırların şerlerinden, hayatımızdaki olumsuzluklarından kurtulabilmemiz için sanırım kat ettiğimiz yolu gerisin geri dönmek de kafi olmayacak. Zaten haddi aşmamız geri dönüş yolumuzu da imha ediyor. Yaşamın içinde yeni öze dönüş için yeni patikalar açmak gerek. Ve evet bu yazı hazır, kapsül alternatifler sunmuyor olabilir ama bunun bu yazı için gerekli olduğunu da düşünmüyorum. Bazılarımıza bir kısım "az gelişmişliğin nimet olduğunu" anlatmamız nafile. Evvela neleri asla yapmamamız gerektiğini bilmek, ne yöne nasıl gideceğimize dair aradığımız cevaplara ulaşmamızı kolaylaştıracaktır. Zaten her halükarda yolculuğumuz devam etmekte. Öyleyse bu yolcuğun nasıllığını günden güne daha da netleştirmeye çalışırken bize en büyük yardımı nasıl olmaması gerektiğine dair farkındalığın kendisi verecektir. Herkes hayatla, Kapitalizmle olan imtihanını kendine has yolculuğunda verecektir. Mataramızda tuzlu su, gönüllü bir sadelikle, yolda tökezlemelerimizi asgariye indirmekten yana bir tevekkülle ilerlemek kafi olsa gerek hayat sergüzeştimiz için. Kapitalizm kendi başını kendi yiyecektir.

Meryem Rabia Taşbilek 180802042012