"İnsanoğlu, hafızasında vakit vakit dirilen bir mazisi olduğu için müteselli, memnun, hazlı hatta biraz da mağrurdur ve o, bu geçmiş ateşi zaman zaman eşip parlatırken, ruhunun geçmişini de hatırlamak, onu da ilahi bir hafızadan arayıp bulmak, tazelemek ve tekrar yaşamak, bilmem hakkı değil midir? sf:66
Her hadise içinde hissesi olan bir kıssadır. Ama nerede o göz ki bu dolaşık ve sırlı yazıyı söküp heceleyebilsin. sf: 75
Hesaba çekilmek için kıyameti, ceza ve mükafat görmek için ahireti bekleyen insana acınır. Acaba bir nefesimiz var mıdır ki bize, iyiden kötüden bir neticeye mamolmasın. sf: 75
Kuyumcu müşterisine bakırı altın diye sürmek isterken, mehenk taşı, kasadaki altın külçesine yavaşça seslenir: Mahzun olma ikinizin de adını koyacak olan benim... O, zaman gelir ki bir tasın, bir bakracın hamuruna katılabilir. Gizli kölende beklemekten korkma ki, gün olup bağrına, sikke vuracak el nasılsa bulunur... sf: 119
Akıllı geçinen zavallı, gururuna vurulan bir fiskecikle hiddet ve gızlet buhranları geçirirken, safdil bellenmiş arkadaşı, bir eşik taşı gibi ezilip çiğnenmekten şikayetsiz, ruhundan tahmmül ve sükun çiçekleri devşirir.
Zaten dünya davuluna ses veren tokmak, gölgesi cihanı tutan gaflet apacından başka neden yontulur? sf: 120
Susarız; zira çok defa düşüncemizin afet kesilmiş dehşetine denk olan ifade, söz değil sükuttur.
Hüzün sandığımız zevklerimiz, zevk namına giriştiğimiz hazin cüretlerimiz, kırılışların içimize hız veren uyarıcı kudreti, masum yorgunluklarımız, buhranla biten teşebbüslerimiz, çile örtüsüne sarılmış hazlarımız, feragatlerin, evvelce ham bir meyve gibi kekremsi gelen, fakat senelerin şefkatinde ısınıp olgunlaşan tadları, içimize hazlarını, bölük bölük olmuş hikayelerini nakşedip geçmiş günlerimiz, nereden sızdığı belli olmayan bir ışık, nereden gönderildiği belli olmayan bir elçinin eliyle uyandırılarak gönlümüzün mahşerinden gelip geçmeye başlar.
O zaman zannederiz ki mazinin ihtiyar hançeresi bize kısılmış sesinden yalnız bir ömrün ufalanmış, tozlanmış, vuzuhunu, mahiyetini değiştirmiş sesini dinletip çekilecektir. Halbuki afyonlu şerbetinin tesirinden kurtulan o sarhoş, gün olur ki, zamanın ve mazinin ötesindeki bir zaman ve geçmişten konuşmaya başlar... sf: 121
Esasen bu dünyada bilen ve duyanların da yaptıkları, bir inkişaf anında önlerine yığılmış olan bu karmakarışık, çetin ve dolaşık yığına bir düzen, bir nizam vermeye çalışmaktan başka nedir? sf: 122
Akılları, bir saat gibi muayyen işaretler üstünde işlemek için düzülmüş olanlar, belki yanılmadan, aksamadan dosdoğru yürürler; fakat seyirlerinde, bu sabit noktalardan öteye geçip seni göremezler.
Akılları, yalnız sarayının bahçesin içinde dolaşmasına izin verilmiş bir şehzade gibi, sınırlı, ölçülü bir çeverede seyredenler; belki saltanatlı bir ömür sürerler; fakat senin hudutsuzluğa kurulmuş inzivanı keşfedemezler.
Akılları, kalenin mazgalından dışarıyı gözlemek çilesine bağlanmış fikir gözcüleri,surlarının yanına kadar sokulan düşünceleri avlarlar; ama sahraların ahulariyle yarış eden seni tanıyamazlar. sf: 135
İnandım. İş vaktinde kaptanla dümenci kadar birbirinden ayrı ve uzak olan doğru ile eğri, görünmez bir vazife ahengi içinde, her zaman aynı gayenin hizmetkarı olarak kalacaklar.
İnandım. Düzelmesi dileği safdillik sayılan, her güzelliğin yanında bir çirkinlik, her sevginin yanında bir nefret, her tebessümün arkasında bir gözyaşı ve her iptilanın sonunda bir iğrenme olan bu dünyadan, senin tek kanunlu, tek yüzlü, tek özlü dünyana kaçmaktan başka çare yok, olmaz, olmayacak. sf: 141
Hak veriyorum. Aradığı bilgi suyunu ilmin karanlık kuyusunda sanıp oraya baş aşağı düşen alim kişiye hak veriyorum. Ummanlarını gizlediğin kimse, onu gayyalarda aramaz da ne yapar?" sf: 151
Yusufçuk, Samiha Ayverdi, Kubbealtı Neşriyatı