Karşılama heyeti: )
Ormandan ayrı düştüğü halde tek başına bir orman heybetinde hem güzel hem mahzun bir ağaç. Bulutların etkisiyle güneşle başkaca kucaklaşmış gülümsüyor. Ağaçların sükutu, avlanmaktan ziyade toğrağın verdiği kadarını emen köklerine kanaati mi onları bu denli vakur ve uzun ömürlü yapıyor acep?
Chicago'daki ekseriyet kırmızı renkli kardinal kuşlarının farklı bir türü gibiydi bu kuşlar. Uçurum ve şelale kenarlarında yanımıza serptiğimiz baharatlı bağdemleri yemek için sincaplarla bir rekabet halindeydiler. Tabi bu tombiş sincapları alt etmeleri pek mümkün değildi.
Bir müddet evvel ismini duyduğum bir fotoğrafçının eserlerinin ve hayat hikayesinin ardına düşmüştüm, adı Ansel Adams. Hayatta bir şeye meyledince bütününleşmeyi arzu eden parçalar bir yerden sonra sanki bir magnet gibi diğer parçaları bulundukları yere çekiyorlar. Bu fotoğrafçının çalışmaları aslında gittiğim Yosemite National Parkla özdeşleşmiş. İkinci elden portfolyolarını, mektuplarını da içeren kitaplarını toplarken onun dolaştığı yerlere gitme ihtimali aklımın ucundan bile geçmiyordu. Hayatın ilerleyiş formulü çok garip. Tam manasıyla anlamasam da itinali bir işleyişin, şeyler arasındaki ahenkli bağlantıların varlığını iliklerime dek hissediyorum. Bu hem ürkütücü hem çok güzel bir farkındalık. Üstteki fotoğraftaki gölün adı Ayna. 1900lerin başlarındaki fotoğraflarda ortadaki kaya gözükmüyor. Sanırım sonradan yansımayı zenginleştirmek için hususi yerleştirilmiş yahut da dağlar göle bir hediye göndermişer bağırlarından.
-insanın büyüme istikameti de
ağaca benzer hâkim bey,
kümbet gibi dikilir. ne var ki
ağaç sabit, insan gezegendir-
ahmet güntan

Bu kırmızı latif bitkinin tam olarak türünü de ismini de bilmiyorum Etraftaki diğer insanlara sordum. Mantar olduğunu söylediler uzaktan fotoğrafını çekerken. Fakat küçük bir tırmanışla yanlarına varınca tam açılmadan evvelki hali, toprağı deliş ve tutunuş şekli mantara benzese de daha çok yabani bir leylağı anımsattığını düşünüyorum. Böyle bir güzelliği ilk defa görüyorum. Gerçi leylakların her çeşidi güzel bence. Ne var ki artık pek çok doğal bitki türüne ilk elden şahit olmak bu mikro çip görünümlü şehirlerde, tüm suni yeşilliklere rağmen pek mümkün olmuyor.
Gövdenin yan sürgülerinden biri toprağıyla beraber eyalet değiştirip şimdi pencere önünde kitapların üzerinde varlığını devam ettiriyor.Biraz vicdan azabı var ama ne yapalım...
"... allah'ın mucizelerine inanırım tabii, suyun seyri bir mucizedir,
ağaçların seyri bir mucizedir, havanın seyri bir mucizedir, benim
hayretim tabiattan beslenir. insana
hayret şikâyete girer, ben sevmem. insanların dünyasındaki tek sürpriz
doğmak, sonrası malum, gün doğar, gün biter, gün doğar, gün biter,
biliyorsun." ahmet güntan
Bir çam fosili bu kadar mı güzel olur. Doğada her şey şiir gibi. Renklerin, katmanların nakaratları, sessiz, içten okunası mısralar gibi...
Bu da şelalelerin haşmetine daha korunaklı bir şekilde şahitlik etmek için Yosemite park sınırlarına girmeden evvelki küçük kasabada ikinci el eşya satan yerlerden birinde yağmurluk ararken denk geldiğim el yapımı ilan satan bir mekan. İkinci el mağazasındaki yaşlı adamın zanaatını icra ettiği yer. Sanırım insan sevdiği işlerle meşgul olunca ortaya böyle şiirsel şeyler çıkıyor. Başıma gelmediği için henüz bunu tam mamanasıyla bilemiyorum maalesef.
Birisi ormanda aşka gelmiş, devrilmiş bir ağaca yazmış.
Yine o mantarımsı yapısıyla muhtemel bir yaban leylağı körpesi...
Buralara kucaklarındaki, kangurularındaki bebeklerle tırmanan çiftleri de ayrıca tebrik etmeden yapamadım. Neden teprik ettiğime pek anlam veremez bir halde bana baktıklarında açıklamak durumunda kalmam da cabası. O kadar doğal bir durum yani kendileri için.
ben ölümlerle mümkünüm
kan resmi olmayan tarihimdir
son kuşlarını da yakınca mevsim
birer birer kızarınca dünya ırmakları
her kıtada biraz ölmek adetimdir
...
izzet yaşar
(kanama, 1974)
Toplamda 8 buçuk saatlik bir tırmanış ve inişin 4. saatinde zirveye çıkıp aşağılara, vadiye bakmayı düşünürken birden her yeri sisler kaplayınca ufuk dediğin bir adım ötesi oluverdi. İşte hayat böyle. Sisin kısa mesafeyi estetize edişi ötedelere uzanan ufuk çizgisini aratmıyor neyse ki.
susarlar,
sustular mı konuşmazlar bir daha,
ses, yırtıcı bir hayvan olur, dağından iner,
vurur pençesini üzerlerine. o yüzden
kırgındırlar,
yorulmuş düşüncenin ağırlığından.
güneşin ışığını ararlar, öyle sıradan,
herkesi ısıtan, ama bulamazlar. artık ondan
çay içerler,
çay saatleri durma saatleridir.
bir yazı sayfasının kenarında düşünürler:
düşünmek durarak damıtmak mıdır? kımıldamadan
bir şehirde yaşarlar,
şeytanın evinde kiracıdırlar.
düşlerinden çözülen ince dekorda,
bir başka dünyaya bakar gözleri. vakti gelince
severler,
ateşli bir silah patlar sevince, ses vurulur.
yazlık elbiseler giyerler; bürünüp beyazlara
şeytanın bir adım önünde dans ederler. belki şimdi
o başka dünyada hâlâ...
Ahmet Güntan













