Gezi alanında herkes birbirinin yaşama kültürüne ziyadesiyle saygılı görünüyor. Burada sergilenen birbirine saygı kültürü, ‘gerçek olamayacak kadar iyi’ olduğu için bence gerçeğin bir parodisini temsil ediyor. Gerçek olamayacak kadar iyi, zira hemen arkada vandalların çiziktirdiği cinsiyetçi küfürler, sökülmüş kaldırım taşları, saldırgan tweetler kaş göz ediyor. Parodi o kerteye varıyor ki Atatürk ve Öcalan posterleri yanyana gösteriliyor. Bu kalabalık dağıldığında insanlar, ‘ne iyi oldu, birbirimizi anladık’ mı diyecekler, yoksa eski katı kimliklerine dönüp ilk fırsatta birbirlerine saldırmaya mı yeltenecekler? Kuşkusuz kişilik ve meşrebine göre her iki ihtimale de seyirtebilecek insanlar olacaktır. İkinci ihtimali de göz ardı etmeyelim zira bugün Gezi nüfusu bir bütün olarak grup dinamiğiyle, takım taraftarı gibi hareket ediyor. Değişik renkleri, farklı inanış ve saikleri olan ama aynı takımı destekleyen taraftarlar. Bir futbol tribününde oturan insanlar arasındaki sınıfsal, etnik veya dini farklar nasıl aynı forma altında, maç boyunca, önemsizleşiyorsa Gezi de kendi özgün inancını gerçeği bu biçimde dönüştürebilme ve yanılsama yaratabilme yeteneğinden alıyor. Bir tür herkesin mutlu olduğu çünkü eğlenmeye gelinmiş bir Disneyland. Çoğulculuğa yapılan bu vurgu, Gezi hareketinin temel maneviyatını oluşturuyor ve her vesile ile basın tarafından adeta gözümüze sokuluyor. Otoriter dille mücadele için meydanlara çıkma iddiasındaki gençlerin, meşruiyetlerini bir ‘şen maneviyat’tan almalarına şaşmamalı. Ama bir dakika?
Bir dakika. Gençlerin kipinden konuşacak olursak, birlikte yaşamak için, Gezi’den önceki hayatlarımızda bir bedel ödemiş değiliz. Ötekinin yaşama hakkını savunmaya dönük, onun varlığını teyid eden bir siyasetin içinden gelmiyoruz. Burada tanıştık ve birbirimizi sevdik. Birbirimizi aynı amaç etrafında buluştuğumuzu sandığımız için sevdik. Yarın amaçlarımız ayrıştığında ne yapacağımız, nasıl davranacağımız önem kazanıyor. Bu nedenle doksan kuşağına düzülen övgüler, Y kuşağı masalları filmin sonu henüz görülmediği için biz yaşlıların fantezilerinden ibaret kalabilir.
Ben kişisel olarak Gezi’nin ilk gece barbarca bir saldırıya maruz kalan ‘çiçek çocukları’nı, ağaçların altındaki o ilk çekirdek kadroyu çok önemsiyorum. Onlar bir bedel ödemeyi göze alarak ağaçları savundular ancak bu soylu eylemin ideolojik hokus pokusla onlardan kaçırılmak istendiği görülüyor. Sadece vandallar değil, geçmişin tortu faşist örgütleri ve her türlü totaliter ideolojik örgüt, bu soylu gençlerden, gözümüzün önünde rol çalmaya çalışıyor. Bunu da onları romantize ederek, ya onlarla aynı fotoğraf karesinde görünerek, ya da kimileyin onları arkalara iterek yapmaya çalışıyor. Mizahı nihayet Türkiye siyasetine sokan hınzır çocuklar, rol hırsızlarına ve elbette kendilerine dönük bir ironi de tutturabilirlerse onlardan biraz daha ümitvar olabiliriz. Mesela ben bu topluluğun içinde birinin, ağaçların kesilmesine karşı ancak yine de Erdoğan sempatizanı bir kişi olarak, elinde Erdoğan posteriyle dolaşıp dolaşamayacağını merak ediyorum. Yani maçın centilmence geçmesini isteyen bir rakip takım taraftarı aralarına oturabilir mi? Eğer bu mümkün olabiliyorsa az önceki bütün sözlerimi geri alırım, zira Gezi gerçek bir sivil kamusal alan hüviyetine kavuşmuş demektir.
Gezi parkı zaten sağladığı bu canlılık ve hayatımıza kattığı yeniliklerle çoktan bir açık hava müzesine dönüşmüş durumdadır ve ona zarar verecek her hamle, toplumsal bütünlüğe indirilecek bir darbe olur. Gece tinercilerin mekan tuttuğu bir park gençlerin neredeyse kutsal bir mekanı haline gelmiş ve adeta yeniden hayat bulmuştur. Böylece Taksim gerçek manada bir buluşma yeri ve meydan haline gelmiştir. Varsın yapılar sakil olsun, insanları coşkuyla kendisine çağıran bir mekan, mamur ama steril bir mekandan çok daha fazlasıdır. Bir ağaç bize çok şey vaat eder, bizi her mevsim şaşırtır, bizden para talep etmeden serinlik ve meyve sunabilir, diriliğiyle bizi hayata bağlayabilir. Alış veriş merkezleri ise bizi azar azar ruhumuza, tabiata, Allah’a yabancılaştırır.
Bu eylemler Türkiye’ye mahsus olabilecek bazı postmodern fotoğrafları da ortaya çıkardı. Kanyon alışveriş merkezinde Gezi parkına AVM yapılması protesto edildi sözgelimi. ‘Direnişçi’ olmak kolaylaştı. Polisin geri çekilmesinden sonra konforlu yeni bir direnişçilik türü peyda oldu. Gezi parkına arada bir uğramakla insanlar kendilerini direniş dedikleri şeyin safına yazdılar. Bu da, tıpkı yakılmış otobüslerin şoför koltuğunda fotoğraf çektirip facebook profiline koymak gibi postmodern iklime uygun bir haldi. Tıpkı ‘isyan çocukları’nın eleştirdikleri yönetimin sağladığı görece özgür iklimde büyüyen, Türkiye’nin karanlık ve kanlı geçmişinin sopasını yememiş, ‘ahistorik’ gençler olması gibi postmodern bir hal. Bir de tabii herşey çok hızlı akıyor, tıpkı bir bilgisayar ekranında akan imgeler gibi, zaman hiçbir yere yerleşemiyor. Bu olayın milat olacağını öngörenler postmodern çağda ittifakların kırılgan doğasını, kronolojik zamanın uçuculuğunu, herşeyin yine bir bilgisayar oyunundaki gibi her an yeniden yapılıp bozulabileceğini hesaba katmıyorlar. Bu dünya çok akışkan ve geçmişin hatları keskin resimleri burada anlamlı değil. Akıllı telefonların hızına ayarlı zihinler için dünya her gün yeniden kuruluyor.
Ağaçları korumak için sıcak yataklarını terk etmiş gençlere şu çirkin baskın yapılmasaydı, biber gazı şişesinde dursaydı, duvarlara ayıp sözler karalayan, yakıp yıkanlar olmasaydı, politikacılar gerilimi sebepsiz yere artırmasaydı, bazı şer odaklar durumdan bütün ülkeyi yangına verme vazifesi çıkarmasa ve nihayet hepimizi derinden yaralayan ölümler olmasaydı, Türkiye bugün sokak siyasetini de kendi tecrübe dağarcığına en güzel haliyle katmış olacaktı. Bugün sokak, bizim için sonu belirsiz bir siyasetin adı. Onca tufandan sonra kimilerine hala şenlikli görünüyor olabilir ama sesi çıkmayan geniş kitlelere, hele de oniki Eylül öncesinin hayaleti üzerinde dolaşanlara, ürküntü veriyor.
Olaylar sırasında iktidarın ürettiği söylem ve refleksler bir bahs-i diğer. Kısmetse bir başka yazıda bu konuyu da ele alırız. Sözün özüne gelirsem, Gezi parkı protestoları Türkiye siyaseti ve gençliği için çok farklı bir tecrübe olmayı sürdürüyor. Bu tecrübenin ayrıştırıcı olmaktan sıyrılarak toplumsal hayatımıza zenginleştirici bir unsur olarak yansıması için, sükunet, adalet ve merhamete ihtiyaç var. Ve elbette basirete.
Kemal Sayar