[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

4 Ocak 2014 Cumartesi

Kapitalist Sunakta Kan Kaybederken Görülmüştür/020120140230



"Dün" akşam iş yerinden ayrılırken, 2 gün evvel alışveriş merkezinin girişinde bahara yetiştirilmeye çalışılan restoranların yapımında çalışan 27 yaşında bir gencin iş kazasında her gün kullandığım kapının yakınında öldüğünü öğrendim. Bir gencin -daha- bu Firavun piramidinin inşasında can verdiğini öğrenmek beni hayli üzdü. Kar, tipi, Noel demeden frelenemez bir hırsla insanları inşaatta çalıştıran bu gözü dönmüş sisteme saydırırken en çok canımı yakan şeylerden biri de 2 gün evvel masum bir işçinin kanının akıtıldığı bu kapitalist sunakta bu kazayla ilgili tüm izlerin ortadan kaldırılmış olmasıydı. Kâr motivasyonunu gölgede bırakacak, müşterilerin gözüne nâhoş gelecek tüm olaylar sahte yaldızlar ve plastik kar motifleriyle örtülmüştü. Sanırım 21. yüzyılın en büyük illetlerinden biri bile hayatın suni, rutin akışının kayıplarımız için yas tutmaya bile fırsat vermeyecek şekilde kurgulanıyor oluşudur. Buna benzer şeylere şahit oldukça ciddi şekilde midem bulanıyor, fiziken de sarsılıyorum.

Aynı mekanda bu bir ay içinde iki defa ısrarla yangın alarmı çaldığı halde, çocuklu aileler bile mekanı terketmemekte diretip alışveriş yapmaya devam ettiler. Benim talihsizliğim midir bilmem, hemen yanı başımda yine yakın zamanda 2 kişi epilepsi nöbeti geçirdi. Birinin kafa üstü düşmesinin etkisiyle başı yarıldı, her yer kan gölü olmuş, bir arkadaş ambülans çağırırken, ben de sağa sola güvenlik görevlilerine haber vermek için koştururuyordum ki; insanların, adamın yanına düştüğü standdan alışveriş yapmaya devam ettiklerini gördüm. Sonunda güvenlik gelip müşterilerin yönünü değiştirmeye çalışsa da pek başarılı olamadı. İnsanların alışveriş poşetleri neredeyse adamın kafasının üzerinden geçiyordu. Diğer bir stand görevlisi arkadaş da benzer bir nöbet geçirdiğinde yine yakınındaydım. Kafasını sarsılırken etrafa çarpmaması için yardıma gittiğimizde, insanlar kendisinin standından ürün bakmaya devam ediyorlardı ve yardımcısı da müşterilere fatura kesmeye ara vermeden devam etti. Bu olaylar sürekli gözümün önüne geliyor gidiyor. Belki biraz seyreltilmiş haliyle buna benzer olaylar sıklıkla yaşanıyordur alışveriş mağazalarında, bilemiyorum. Fakat ben kabaca bir hesapla, sanırım şu bir, iki ay içinde alışveriş merkezinde mecburen geçirdiğim zamanı saate vursak; bir ömür mağazaladarda geçirdiğim zamana eştir. Hususi bir ihtyacım olmadığı sürece, sırf vitrinlere bakmak için böyle yerlere gitmekten, zaman harcamaktan hazzetmediğimden bağışıklık sistemim böylesi olaylara dair gelişmemiş olsa gerek ki bu kadar etkileniyorum gördüklerimden. Yine de alışmamış olmaktan memnunun verdiği acı hayli fazla olsa da. İnsan zaten insan kalarak tüm bunlara nasıl alışabilir ki.

Bazı mağazalar Noel'den sonraki sabah saat 5'te açtılar kapılarını müşterilere. İnsanlar evvelsi gece kendilerine hediye edilen eşyaları değiştirmeye, geri verip paraya çevirmeye, hediye kartlarını harcamaya böylesi erken saatlere geldiler piramitlere. Nasıl bir bağımlılıktır bu anlamak zor. Sanırım bu konuda Türkiye'ye döndüğümde de hayli şaşıracağım. Şu birkaç yıl içinde bile hayli değişmiş insanların meyilleri, alışkanlıkları. Arada bir bazı programları izlemek için internet üzerinden birkaç tv kanalına bağlandığımda her 3 reklamdan biri otel tipi ev, gayri menkul ve kolay kredi reklamı. Bir de geçenlerde çamaşır kurutma makinası reklamına rast geldim ve demek ki Türkiye'deki ev ortamları da artık kibrit kutusuna döndü, dedim içimden. Şimdiye kadar gündelik hayat alışkanlıkları ve kültür müsait bir hale gelmiş olsaydı bu ürünü çoktan piyasaya sürmüşlerdi büyük şirketler. Anlaşılan o ki, toplum şimdi tam "kıvama" gelmiş.

Bir müddet evvel, çocukluk arkadaşlarımdan, mahallemizden birkaç komşuya internet ortamında denk geldim, bir tanesinin babası balkonuna bir zamanlar Vampir Vural savaş yazılı bir pankart astığı için hapse atılmıştı. Eskiden, doğum günlerinin caizliğini tartışan insanları, bir yaşındaki çocuklarının, torunlarının doğum günü için mekan kapatırken görünce insan hem şaşırıyor, hem de üzülüyor haliyle. Üzüntümün sebepleri çeşitli, tabii: Doğum günlerini, partiyle, davetle kutlamaktan hazzetmesem de, gönül almaya, kimi zaman hediyeleşmeye, samimi bir selama, sevdiklerimizin varlıklarına ve hayatlarımızda olmalarına şükür vesile olarak görsem de, evvelce böyle düşünen insanların inandıkları konularıda pek çok ciddi erozyonu tecrübe etmesi bir yana, doğdukları günlerde böyle lüks bir tecrübeyle hayata adım atan bu bir kaç yaşındaki çocukların ilerideki muhtemel doyumsuzluk problemlerini düşündükçe geçmişlerini, şimdileriyle kıyasladığım insanların halinden daha fazla üzülüyorum. Bu yaşlarda imkan ve eğlence çıtası enlemesine de boylamasına da bu kadar genişleyen yeni nesle yarın ne iyi gelebilir ki.

Şimdilik çalıştığım yere dönersek, alışveriş motivasyonun doruklara doğru pompalandığı, içi boşaltılmış özel günlerde, özel bir itinayla elimden geldiğince evde zaman geçirmeye çalışan biri olarak hiç böyle şeylerle karşılaşmamıştım sanırım, çocukluğumun geç kalınmış bayram alışverişlerinden birkaç çarşı Pazar manzarasını saymazsak. Geçen yıllarda sadece bir defa birkaç dakikalığına insanların hallerine şahitlik etmek için Kara Cuma olarak adlandırılan indirim günün gecesinde, mağazaların önünde uyku tulumlarıyla sıraya giren insanları görmek için bir alışveriş merkezinin kapısına gitmişliğim var. Bünyem alışkın olmadığından, yüzlerce spot Iiık, sürekli tekrar eden müzik müsveddesi şarkılar başımı döndürüyor. Gün yoğun geçmese dahi kendimi çok yorgun buluyorum akşam eve döndüğümde.

Pek çok defa, özellikle kadınların, hatta belki de sadece kadınların bir ürünün seçiminde muhtemelen hayatı sorgulamalarından çok daha uzun bir süre kafa yorduğunu görüyorum. Bunun bir atkı için dahi birkaç saati bulduğuna şahit oldum. Eminim bazıları evlenirken vs dahi bu kadar düşünmemiştir diyorum bazen. Çok hızlı karar veren kimi erkek müşterilere de latife olsun diye bu düşüncelerimden bazılarını paylaştığım da oluyor. Gülüyorlar.

Bir de pazarlamanın, modanın insanlar üzerindeki etkisini ilk defa bu kadar yakından gözlemleme fırsatı bulabildim. Mesela; iki ucu boyundan aşağı sarkan klasik atkılar yerine daire şeklinde olanları piyasaya sürmüşler birkaç yıldır, adına da sonsuzluk anlamına gelen bir cins isim uydurmuşlar. Basit bir şekilde ürünün görüntüsünü matematikteki sonsuzluk işaretiyle ilişkilendirerek, estetize ediyorlar böylelikle. Her gelen bu ürünü arıyor fellik fellik, gösterildiğinde ise ben bundan değil şu "infinity" denenden istiyorum diyorlar. Böylelikle aslında neyi aradıklarını bilmedikleri, ve duydukları için ardlarına düştükleri ortaya çıkıyor. Bu bana çok enteresan geliyor. O kadar spekülasyona açıklar ki. Bu o üründür dense hemen tatmin olup, doyuma bir sonraki tüketim pompalanmasına kadar ulaşacaklar. Keşke insan hakikat arayışını da böylesine mecnun bir halde yaşayabilse. Çünkü hakikati araken, daha doğrusu bir bıkma o herşeyi kuşatan anlamdan parçalar kopartıp kendi idrakine sığabilecek daha büyük bir parçanın ardına düşerken de eğer mutlak hakikat gibi bir sınırlama yoksa zihinde ve buluğunun mutlaklığına kendini ikna ederek ilk konaklama mevkine kolaycılıkla tünemiyorsa, bulduğu anlamla avunması da çok kısa vadeli oluyor insanın. Herkesin arayış nesnesi farklı işte. Önemli olan sanırım aradığını nesnelikten kurtarabilmek ve bulduklarıyla muhatap olabilmekte. Bir ihtimal bulacağımız anlamların bizi muhatap alınmaya değer bulması, varlığımıza varlığını açması için de, sanırım bu hayat sergüzeştimizde, yolda olabildiğince arınmalı, varlığımızdaki aburcubur hırsları tasfiye edip, asıl som anlamlara, idraklere ve onları amele dönştürmemize vesile olacak takate yer açmalıyız.