"şairin sürgünü görece yakın döneme ait bir keşfin işlevidir: gücü kim kullanırsa dili de o kontrol eder ve bunu yalnızca sansür uygulayarak yapmaz, kelimelerin anlamlarını da değiştirir." (czeslaw milosz'un nobel konuşmasından)
...
Geçenlerde hayli zamandır uğarayamadım ikinci el mağazalarının kitap reyonlarıyla hasret giderdim. Şansıma hayli güzel kitaplar denk geldi. Hal böyle olunca dönüş yolunda ceplerimdeki yük hafiflerken, kollarımdaki ağırlaşmıştı. Eserlerden biri de, başlığı ve ilk açtığım sayfada okuduğum birkaç cümle sebebiyle aldığım Czeslaw Milosz'ın Şiirin Tanığı (1983) idi. Kitabı bugün okumaya başlar başlamaz satırların arasında İngman Bergman'ın, Mozart'ın bir eseriyle aynı adı taşıyan "Sihirli Flüt" eserine atıfta bulnulduğunu görünce ayrı bir keyiflendim. İşin güzel yanı; tüm bunlar park halindeki bir aracın içinde beklerken gerçekleşti. Şu sıra yaşadığım onca bereketsiz zaman dilimine içimde panzehir gibi gelen çok katmanlı kısa bir zaman işte... Satırlarda bahsedilen konulardan ve karşılaştığım sade derinlikten etkilenince yazarın ardına düşüp kısa bir yolculuğa çıktım. Derken kendisinin şiirlerini vs çevirmiş kıymetli Cevat Çapan hocanın ismine rastladım. Her zaman farklı keşiflerle yaşadığım bu ardına düşüş yolculuğu beni çevirmenin (ve aynı zamanda şairin) farklı şiir çevirilerine götürdü. Bir de baktım ki, geçenlerde paylaşmak için kenara zulaladığım Konstantinos Kavafis'in şiirini barındıran eserin (İthaka) çevirilerini de aynı çevirmen üstad yapmış.
"'bir başka ülkeye, bir başka denize giderim' dedin.
'bundan daha iyi bir başka şehir bulunur elbet.
her çabam kaderin olumsuz yargısıyla karşı karşıya
-bir ceset gibi- gömülü kalbim
aklım daha ne kadar kalacak bu çorak ülkede?
yüzümü nereye çevirsem, nereye baksam
kara yıkıntılarını görüyorum ömrümün
boşuna bunca yılı tükettiğim ülkede'
yeni bir ülke bulamazsın, başka bir deniz bulamazsın
bu şehir arkandan gelecektir.
sen gene aynı sokaklarda
dolaşacaksın. aynı mahallede koşacaksın;
aynı evlerde kır düşecek saçlarına.
dönüp dolaşıp bu şehre geleceksin sonunda. başka
bir şey umma-
ömrünü nasıl tükettiysen burada, bu köşecikte,
öyle tükettin demektir
bütün yeryüzünde." Kavafis
Bir açıdan yaptığım araştırma yolculuğu bana şiirsel bir çember çizdirerek yeniden başladığım yere çok daha farklı bir şekilde, bu defa ceplerimden, paçalarımdan şiirler taşırarak, yakamda başka başka yazarların hayatlarından yontulmuş bir broşla, yüzümde doygun bir tebessümle gelmemi sağladı... Bu tür kesişmeler beni çok etkiliyor. Tam olarak tasvir etmekte kendimi yetersiz hissetsem de evrende bir çeşit mıknatıs işlevi gören haller olduğuna inanıyorum. Hayatta karşımıza çıkan insanlar ya da tam tersi hayatımızdan çıkan insanlar, eserler, bilgiler, olaylar, şahitlikler... Her zaman mı bilemem ama pek çok defa birbirine lehimlenmiş meyillerin, tutkuların, adımlarım, tercihlerin oluşturduğu bir nevi akımla ya bizi o yöne çekiyor ya da onları bizim mütevazi patikalarımıza doğru... Bunu daha çok ardına düştüğüm şarkılar, yazarlar, kitaplar üzerinden yaşasam da normalde bu girift bağın çok daha fazlasına yansıdığını seziyorum.
Yazamadığım şu zamanda pek çok enteresan şey öğrendim, gözlemledim, tecrübe ettim. Şuanda yazmaya takatim olmasa da 1700lerden kalma bir kitaba normalde bir kütüphanede olsa plastik eldivenlerle ancak dokunabilecekken ellerimle dokunup, cildini, nadiren de olsa kurtların yediği deliklerini okşadım, kokladım. Benimle kitabı paylaşan, anne tarafından kızıl derili bir işletmecinin, kendi sergüzeştini ve kitabı ona getiren hikayeyi dinledim. Kitap simsarlarına dair şeyler öğrendim. Ne çok yazmak istediğim şey birikti. Bunu tekrar edip duruyorum. Sonra kapanışına yakın uğradığım bir bit pazarından 8 dolara 1894'de basılmış, Jhames Russell Lowell'in şiirlerinin derlendiği bir aylık dergiye denk gelip aldım. Dağılan cildini rezalet şekilde bantlamış olsalar da çok heyecan verici bir olay benim için. Aynı mini derginin farklı, daha sağlam ciltli, bir sayısını da 10 dolara satıyorlardı ama param yetişmedi ikisini almaya, aklım onda kaldı. Yine de elime geçenin sevinci diğerini rafta bırakmanın hüznünü gölgeliyor.
Aynı yerden 1932'de acele posta olarak uçakla gönderilmiş ve alıcısı tarafından hiç açılmamış bir mektup zarfıyla da yollarımız kesişti. Bu zarfın tam olarak asla bilemeceğim hikayesi bu haliyle bile beni çok etkiledi. 1932'de olabilecek en hızlı şekilde alıcıya ulaştırılmaya çalışılan bir mektup 2013'e hiç açılmadan geliyor ve beni buluyor. Hala açmaya kıyamadım. Böyle hadiseler kim bilir ne trajedilere sebep olmuş, yahut da mani olmuştur, kim bilir. Açmadan evvel fotoğraflayıp belki bu notun sonuna eklerim zarfı. Buna ilave olarak bir de zarfı aldığım yaşlı bayan var. 2 dolara aldığım zarfın para üstünü verirken güya gözümün önünde saydı. Ama öyle enteresan bir şeyler yaptı ki, para üstü olarak 6 dolar verdiği halde sayarken bu 8 dolardı. Tamam, iyi niyetimi de korumak istiyorum ama internette bu tür para sayışlarla ilgili dümenlere denk gelmiştim evvelce. (Buarada, ben para sayma konusunda ben tam bir kara mizah sebebiyim. Toplu paraları elimde tutmaya alışkın olmadığımdan, iş icabı emanet paraları sayarken bile, beklenen hızlı parmak hareketlerini yapamadığımdan çok traji komik bir hal alıyorum yine de bu alışamamışlık hali; benim için bir açıdan sevinilecek bir durum.) Neyse, bayana dönersek, para çok fazla olsa arada yanlışlıkla atlamalar olabilir diyeceğim ama parayı tutuş ve sayarken gösteriş şekli daha ilk etapta bile enteresan gelmişti bana. Fakat iligimi çekse de bu olumsuz bir anlam içermiyordu. Sonradan, aklım az evvel 8 dolara aldığımdan bahsettiğim kitapta olduğundan gözümün önünde sesli sayılan parayı tekrar sayma ihtiyacı duydum her nedense. Allah'tan saymışım yoksa kitabı alamayacaktım. Arkamı döner dönmez yeniden saydığım ve eksik çıkan paranın kalanını da aldıktan sonra bir solukta kitapçının standının önüne vardım. Yalnız, zarfı satan yaşlı bayan çok hızlı bir şekilde sorgulamadan kalan eksik kısmı verince düşündüm de kaç kişi gözünün önünde sesli sayılan bu miktarda bir parayı yeniden sayıyor ki. Cebine attıktan sonra sağlamasını yapmak da pek mümkün değil. Umarım bayan bu "yanlış hesabı" alışkanlık haline getirmemiştir.
Tüm bu mütezavi "ekşınlara" ilaveten, ulaştırılmak istenen muhatabına ulaşamamış zarfa dair yaşadığım ve düşündüklerimden sonra, ilginçtir ilk başta bahsettiğim kitabın çevirmeni muhterem Cevat Çapan'ın 2013 Eylül'ünde çıkmış Su Sesi kitabında geçen ve anlattıklarımı şiirce tercüme eden bir şiirine rastladım bugün. Hal böyle olunca insan aramak tutkusunun etrafında oluşturduğu güzel mıknatısa iman etmesin de ne yapsın. Şöyle ki:
"yaşadıklarının bir tortusuydu o masum anılar,
geleceği nerdeyse unutulmuş bir zamana bağlayan.
unutma, belleğin zindanındı senin, düş gücün özgürlüğün.
böylece dolaşıp durdun bir süre dilini anlamadığın insanlar arasında,
gökyüzünün mavi bir yama gibi görünüp kaybolduğu gökdelenler altında.
nasılsa rastlamıştın bir gün ücra bir bitpazarında
gözden çıkarılıp bir köşeye atılmış o tozlu yadigârlara
ve anlamıştın hemen, derinden bir acıyla:
aldırışsızlık da bir çeşit rahatlamaymış
sonunda.
şimdi gene bir sürgündesin kendinden,
uyandığın yer uyuduğundan başka.
sen de duymuşsundur elbet eski bir kulağı kesikten:
kendini kolay kolay bağışlayamazmış insan. " Cevat Çapan
Tüm bu mütezavi "ekşınlara" ilaveten, ulaştırılmak istenen muhatabına ulaşamamış zarfa dair yaşadığım ve düşündüklerimden sonra, ilginçtir ilk başta bahsettiğim kitabın çevirmeni muhterem Cevat Çapan'ın 2013 Eylül'ünde çıkmış Su Sesi kitabında geçen ve anlattıklarımı şiirce tercüme eden bir şiirine rastladım bugün. Hal böyle olunca insan aramak tutkusunun etrafında oluşturduğu güzel mıknatısa iman etmesin de ne yapsın. Şöyle ki:
"yaşadıklarının bir tortusuydu o masum anılar,
geleceği nerdeyse unutulmuş bir zamana bağlayan.
unutma, belleğin zindanındı senin, düş gücün özgürlüğün.
böylece dolaşıp durdun bir süre dilini anlamadığın insanlar arasında,
gökyüzünün mavi bir yama gibi görünüp kaybolduğu gökdelenler altında.
nasılsa rastlamıştın bir gün ücra bir bitpazarında
gözden çıkarılıp bir köşeye atılmış o tozlu yadigârlara
ve anlamıştın hemen, derinden bir acıyla:
aldırışsızlık da bir çeşit rahatlamaymış
sonunda.
şimdi gene bir sürgündesin kendinden,
uyandığın yer uyuduğundan başka.
sen de duymuşsundur elbet eski bir kulağı kesikten:
kendini kolay kolay bağışlayamazmış insan. " Cevat Çapan