[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

28 Şubat 2014 Cuma

dünlük


foto: 40 yıl önceki jetlerin yakıt tanklarının Vietnam'da tekne olarak kullanılması...

(Bugün) Epistemoloji dersinde, konu konuyu açtı. Zaten ders müfredatı dışında her şeyi konuşuyoruz. Hoca Felsefe'ye olan inancımı kaybettim deyip sürekli saate bakan, vaktin tartışmamız gereken konulara gelmeden geçmesi için binbir takla atan biri. Arada sınıfta olmaktan o kadar sıkılıyor ki tahta kaleminin kapağını açıp koklayıp, kafayı çekme mizansenleri sergiliyor öğrencilerin kahkahaları eşliğinde. Bu kadarına ilk defa rastlıyorum. Kendisini sürekli çok zengin insanların avukatlığını yapan kardeşliyle kıyaslayıp hayıflanıyor. Aldığım diğer bir dersinde John Locke'den bahsederken, onun gibi kalın enseli bir politikacının danışmanı olup, yöneticinin sırtında yaşamayı ideal bir hayat olarak tanımladı. (Gerçi o bu tabirin daha fenasını kullanmıştı, yıllardır üniversitedeki profesörlerin derslerde kullandığı ağır argo ifadelere, küfürlere bir türlü alışamadım her ne kadar bir doz argoyu protez yapısı itibariyle, hayatın bir paraçası, gerçekliği olarak sevsem de) Kendisi için üzülüyorum ama hiç ders anlatmayıp dönem başı 9 kısa makale isteyip, bunlara not verirken de obsesif derecede tenkidçi ve beğenmez olması yüzünden bizi düşürdüğü hale daha çok üzülüyorum. Üstüne üstlük aynı hocadan iki ders alınca bütün ödevler şeddelendi, şu sıra aynada kendimi bile çiftgöreyazdım. Neyse bahaneyle Sosyoloji'ye göre daha fazla yazı yazmak zorunda kalıyorum ama bu defa da Türkçe yazmayı özler oldum. İnsanın incanını kaybettiğini söyleyip, bahsini açmaya bile tahammül edemez olduğu bir alandan ekmek yemesi ve bunu yaparken de istediği ödevlere takıntılı derecede eleştirel yaklaşması hayli çelişik geliyor. Vaktim olsa bir ara hocalara dair aldığım notları derlesem hayli Sosyolojik bir yazı çıkar sanırım.

Sosyoloji bölümünün hocaları genelde Kapitalizmin karşısında tavır alırlarken, Felsefe'de böyle bir hocaya denk gelmek enteresan geldi. Çeşit çeşit, kimi zaman hindi gibi kabarmış insan egolarıyla yüzleşmek durumunda kalıyorum haliyle. Mesela bahsini ettiğim hoca dersleri tamamen savsaklıyor ama tamamlamamız için 3 gün verdiği ödevleri son dakikada sisteme yükleyenlere gıcıklık olsun diye, son kabul tarihini gece 3:21 filan yapmayı planlıyorum diyor. İzleyip, hayretle içimden gülüyorum. Neyse aslında yazmak istediğim konu bu değildi. Bu gün dediğim gibi derste konu konuyu açtı ve 3 dersi birlikte aldığım ve her derse illa ki bir gürültü çıkararak girip geldiğini belli eden, sürekli bağırarak konuşan, hatta hoca bir analojide bir an karıştırıp duraksayınca yapamıyorsan ben yapayım deyip pat diye tahtaya kalkıp kalemi hocadan alıp örneği düzelten orta yaşlarda bir arkadaş yaşadığı bazı olayları sınıfla paylaştı. Buarada bahsettiğim eylemi gerçekleştirdiğinde neredeyse ben utanıp kızardım. Bazı insanları görünce entelektüellerin ukala diye tanımlanan duruş ve mesafelerini tam anlamıyla makul bulmasam bazılarının sebeplerini anlayabiliyorum. Saygı gerçekten yitiğimiz olmuş. Bahsini ettiğim arkadaşın evvelden savaşta görev alan bir "gazi" olduğunu biliyordum. Şuan avukat olmak için uğraşıyor kendisi. Bugün laf lafı açtı, hoca kendisine mesela bu metod sen işkence yaparken işine yarayabilirdi gibi bir cümle kurdu. Arkadaş da ben hiç kimseye işkence yapmadım sadece sorgularken ağlattım, dedi. Hoca nasıl ağlatıyordun, deyince o da bazı şeyler söyledi. Bir müddet sorguladıktan sonra sessiz durunca ağlarlardı, dedi. Sorguladıklarının hepsi "suçlu" muydu, diye sordu hoca. Arkadaş da değildir tabi ama ben hiç işkence yapmadım, diye yineledi. İşkenceyi hangilerine yapacaklarına mı karar veriyordunuz, demeden edemedim. Sorgudan sonra hepsi hücresine gidiyordu, dedi. Sanırım korku imparatorluğu tarafından yaratılan düşman profili üzerlerine giydirilen insanların hiçbir avukat ve savunma hakkı olmadan belirsiz sürelerde hücrelerde tutuklu kalmaları işkenceye dahil olmuyor.

İşin ilginç bir diğer yanıysa, dominant güce yaranmak, onun için militarist  birer piyona dönüşmekle bile mümkün değil zira Abd'deki  "gazi" erkeklerin en az 10da 6sı çok kötü şartlarda evsiz olarak hayatlarını sürdürüyorlar. Sınıf arkadaşım da şimdilerde işsiz. Sadece bu da değil tabi. Arkadaş ten rengi ve ırkı sebebiyle aslında "oturmaması gereken" bir muhitte oturduğu için hırsız ya da çete üyesi olma şüphesiyle pek çok defa göz altına alındığını söylemişti bir defasında. Bu defa da eski eşiyle henüz ayrılmadan evvel, kayınvalidesi ve eşi kavga etmişler. Komşular rahatsız olup polisi aramış. Polis gelince eşim ve annesi beyaz, ben siyahi olduğumdan polis kapıdan girer girmez hiç bir şey sormadan direk beni tutukladı, dedi. Aynı şekilde çalıştığım Latin Amerikalı yevmiyeli işçiler ve ev işlerine bakan kadınların sendikasında da hasta bakıcısı Afro-Amerikalı bir kadının yardım ettiği hasta rahatsızlanınca çağırdığı ambulansla gelen polisler tarafından hemen etnisitesi sebebiyle sorgu sual edilmeden kelepçelendiğini ilk ağızdan duymuştum. Amerika ilizyonunun arka fonundan birkaç sahne de bunlar işte...