[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

9 Şubat 2014 Pazar

HAW, KEMAL VAROL


Ben konuşmasını bilmem Melsa

Kemal Varol, anlatıcının bir köpek olduğu yeni romanı Haw’da, kendi dilinin içinde rahatça dolaşamayan insanların derdini başka bir dil kurarak anlatma yolunu seçmiş. Olaylar yine yazarın ilk romanından hatırladığımız, hayalî “Arkanya” bölgesinde geçiyor.

Yazarın işi, görünmeyeni görünür kılmak değil midir? Tabii bunu yaparken kullanacağı araçları iyi seçmek, doğru yerde durmak, var olan ve kendi yaratacağı anlamların elinden tutmak da… Yas Yüzükleri, Kin Divanı, Temmuzun On Sekizi adlı şiir kitapları, Demiryolu Öyküleri, Memleket Garları adlı derlemeleri, Jar adlı romanı ve eleştiri yazılarıyla tanıdığımız Kemal Varol ikinci romanıyla görünmeyenin, görülmek istenmeyenin elinden tutuyor, yazının içinde onu yeniden var ediyor.

Abbas Sayar 1970’te yayımlanan Yılkı Atı’nda, bir atın yanında ve yakınında durarak Türk köylüsünün yoksulluğunu, çaresizliğini onun sırtına yüklemişti. Görmezden gelinen gerçekleri dile getirmenin yolunu edebiyat kendi yöntemleri ve araçlarıyla buluyordu sonuçta. Bu kez, aynı görevi Kemal Varol üstleniyor. Kendi dilinin içinde rahatça dolaşamayan insanların derdini başka bir dil kurarak anlatma yolunu seçiyor. Haw’da, anlatıcının bir köpek olduğu, “Dirseklerinden kesilmiş ve uçlarına birer tekerlek takılmış olan kanlı arka bacakları…” cümlesiyle derinlemesine kazılıyor zihnimize. Yaralandığında öldü diye boş bir çuval gibi dağların arasında bir yol kenarına atılan, gelip geçen insanların umursamadığı ama dünyanın cümle mahlûkatının, inlemelerinin içine gizlenmiş acısına eğilip baktığı, “bulutların geniş geniş yayılıp gözyaşı döktüğü” bir köpek o. İlk anlatıcının dedesi, Mikasa. Sonra sözü Mikasa alıyor, torununun bıraktığı yerden sürdürüyor. Dede ve torunu içine alarak devam eden bir hikâye bu.

Hayalî ama tanıdık: Arkanya

Kemal Varol Jar romanında “Arkanya” adını verdiği hayalî bir bölge yaratmıştı. Bize hiç de yabancı olmayan, hepimizin çok iyi bildiği bir bölgeydi. Haw’da yine aynı bölgedeyiz. Kitabın başlığına taşınan “w” harfinin henüz rahatça dolaşıma sokulamadığı bir dönemde, dededen toruna süren bir iç savaşın tam ortasında. Köyler ateşe verilirken yananın sadece insanlar olmadığını haykırıyor romanın kahramanları. Taburun çöplüğü hem yoksul insanlara hem de onlara ait. Şehirler, kasabalar, karakollar ve oralarda çalkalanıp duran siyaset köpekleri de oradan oraya savurup duruyor. Adını bir askerin koyduğu Mikasa, acemi eğitimi için köpek eğitim merkezine gönderildikten sonra doğduğu yere, savaşın sürüp gittiği dağlara bir mayın arama köpeği olarak geri dönüyor. Bitmeyecek bir askerlik onunkisi. Elleri telsizli, sivil elbise giymiş sarkık bıyıklı adamların belediyenin iş makinesiyle mezarlıkta açtırdıkları çukurlara ölüleri topluca gömmelerini izleyerek büyüdüğünden midir nedir, bir türlü görevinde başarılı olamıyor. Sinemacı Heves Amca’nın sinemasında izlediği filmlerden sonra önce Muhterem Nur’a, sonra Parti’nin köpeği Melsa’ya âşık olması ise romanı bir kat daha derinleştiriyor.

Mikasa ile Melsa’nın aşkı

Güneyliler’le Kuzeyliler’in savaşında; lastiklerin yakıldığı, taşların, molotof kokteyllerinin havada uçuştuğu, imamını öldürdükleri camide yatıp kalkan çember sakallıların da bir başka savaşı sürdürdüğü bu toz duman arasında Mikasa ile Melsa’nın aşklarını yaşamaları hiç de kolay değildir. Melsa’nın “özgürleşme”, “süreç”, “kişilik” gibi kelimeleri kullandığı cümleleri bir yandan içinde bulundukları durumun bir başka yönüne işaret ederken, bir yandan da Kemal Varol’un romanını nasıl kurduğu sorusunun hemen yanına getiriyor bizi. Varol öyle ustaca kurmuş ki romanını, elimizde tuttuğumuz ve iki köpeğin anlatıcı olduğu (bir bölümde dede anlatır, bir bölümde torun) bu romanın arkasında yine Kemal Varol’un yazdığı ama görmediğimiz bir başka romanı daha okuruz. Anlatılanın anlatan olduğu romanda anlatılmayanların da geri planda akıp gittiği öteki roman çok doğru bir tercihle fazla öne çıkmadan söyleyeceklerini söyler.

‘Âşıktım ve beni askere almışlardı’

Mikasa, “Âşıktım, gözden ıraktım ve beni askere almışlardı.” diyerek nice hayatın özetini çıkarır birkaç kelimeyle. Ona göre şehrin yarısını askerler ele geçirmiştir. Nereye gitse onlardan kaçtığı için onlara rastlamaktadır. Oysa insanlar bütün bunlar normalmiş gibi hayatlarını sürdürmektedirler. Bir yere ait olmadan bir hayatı sürdürmek olanaksızdır, özgürlüğü düşünmekse adeta bir hayal… O da tıpkı bir insan gibi sigara içer ve tıpkı bir insan gibi anlatır. “Kimin bayrağı olursa olsun, gördüğü her bayrak ağlama isteği uyandırır” onda. Ve o ağlarken “gözyaşı değil, hatıralarını döker” herkes gibi. Şimdiden, adı ileride sıkça anılacak bir roman kahramanı olmayı hak etmiştir bana göre. Herkesin çok seveceği bir roman kahramanı.

Kemal Varol, günümüzde neredeyse bir meziyetmiş gibi öne çıkarılan ve el üstünde tutulan basit, özensiz anlatıma yüz vermeyip diline özenmiş, her cümlenin hakkını vererek titiz bir çalışma sergilemiş romanında. Haw konuya yaklaşımı, bakış açısı, anlatıcı seçimi ve tatlı üslubuyla şimdiden edebiyatımızda kendine yer açmış görünüyor.

ETHEM BARAN