[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

14 Şubat 2014 Cuma

Realitenin keskinliğiyle fantastiğin kaynaştığı okul hayatımdan...


 Realitenin keskinliğiyle fantastiğin kaynaştığı okul hayatımdan...

Memleketten bir dostuma e mail yazarken konu açıldı buraya da biraz genişleterek not düşeyim istedim: Orta okulda "agresif" (öyle böyle değil) bir hocanın dersine girmek istemediğimden okulun kapısından yan çizip son anda aldığım kararla bir üst caddede yani uzun yıllar müdavimi olduğum, ağaç kovukları şimdilerde beni çağıran, Yeşil Camii civarında bir saat beklemeye karar vermiştim. Bu davranışıma sebep olan hoca her gün iki küçük sınav yapar ve favori öğrencilerine de bunları okuturdu. Ders aralarında bu arkadaşların yakınlık derecesine göre sınav kağıtları üzerinde oynama yapmasını izlerdim. Hocanın cıyak sesi hala kulaklarımda çınlıyor. İnsanların sınanmasından hazzetmeyişime ve öğrenmeye, "öğretmeye?" dair tercihlerimin şekillenmesinde de okulu mesken tutup çeşit çeşit ayakkabılarını da öğretmen masasının altına dizen bu garip öğreten insanın da hayli katkısı olsa gerek. Kendisine rağmen İngilizce öğrenmem ve hatta yazmayı da seviyor oluşuma hala hayret ederim.

Akabinde yasaklar sebebiyle atıldığım Kadıköy Süper İHL'nin hazırlık sınıfındaki iki İngilizce Hocam da ayrı orjinallikteydiler. Ki Anadolu Lisesi yerine Süper lise olmasının tek sebebi Fen Liseleri sınavından da atılmış olmam ve diploma notuyla kayıt yapılıyor olmasıydı.  İstanbu'daki bu okulu da son kayıt gününde haber alıp ön kayıt görüşmesini aileme bile haber veremeden kendim yapmıştım. Ertesi günü de apartopar kayda gitmiştik. Yaz okulundaki bir arkadaştan başörtülü okunabildiğini öğrendiğimi o yüzden Bursa'dan geldiğimizi şeref yoksunu İlahiyat mezunu pragmatist müdüre safdillikle söylediğimizde, bana başımı açacağıma dair bir kağıt imzalatmak istemişti. Ben de bu konuda diretince ne odasından çıkarmıştı, ne de kaydımı yapmıştı. Bütün okulun öğrenci kaydını, "kayıt tahsilatını" ben odasında saatlerce ağlayıp, yanımda selpak yığınları artık tanınmaz hale gelirken yapmıştı. Tabi bu sahnede de güya yalnız değilim ama hayatımın pek çok noktasında olduğu gibi görüntü var ses yok. Okuldan pek çok öğrencinin ilk etapta beni tanımasını buna borçlu olduğumu zamanla öğrendim. Akşama doğru, ön kaydı telefonda yapıp bana kolaylık sağlayan müdür yardımcısı odaya girdi de beni o halden kurtarıp odasına alıp kaydımı yaptı. Kağıdın dönem gereği prosedür olduğunu söyledi ama ben yine de imzalamadım. Sonrasında sorunlar patlak verince de sanırım bazılarına bu yazıları göstermişlerdir. Bana da İngilizce hocalarımla bir nevi ikna odası formunda geçen görüşmemizde kendimi harcamamam gerektiğini salık vermişlerdi vakti zamanında. Harcayan ben miydim acep? Henüz okul önüne, başka tip değil de, Terörle Mücadele ekipleri yığılmadan evvel insiyatif kullanabildikleri halde derslerine almamışlardı. Neyse bu konular hala rahatlıkla yeniden hatırlayıp yazabildiğim konular değil zaten Hükümetin saçma sapan menfaatçi yalan dolanları (misal Kabataş saldırı haberi ve sonrasında beklediğimiz malum görüntüleri) yüzünden geçmişte yaşananların gerçekliği de gölgeleniyor maalesef. Üstelik o zaman biz doğru düzgün bilir kişi raporu raporu verecek doktor da bulamıyorduk. Polis arkadan ambülansı takip ediyor, pısırık, karaktersiz doktorlardan röntgenleri vs topluyordu. Ki bunlardan evvel de doğru düzgün ifade etme takatimiz olmadan mütevazice ettiğimiz birkaç kelam bile mazlum edebiyatı diye anılıyordu insanlıktan uzak, mekanik bir soğuklukla. İnsan sırf böyle insanlıktan nasibini almamış geri dönüşlerden yaşadıklarının acısına hürmetle sakınmak için bile yaşananları Sosyolojik açıkdan bile değerlendirmek istemiyor.

Orta okul mevzusuna dönersek, hayatımda ilk defa yarı zamanlı okulu asış deneyimim dediğim gibi orta okulda meydana geldi. (Sonrasında lisede okula girmek için mücadele ederken yüzlerce polisten bir ton dayak yiyeceğimi, yerde ambülans beklerken ve hatta bir keresinde kendi kızını daha emin halde görüp, beni polisin elinden kurtarmaya çalışan arkadaşımın annesinin bir önceki ambulansa bilinci kapalı bir şekilde bindirilişine şahit olurken de İstanbul Acıbadem semtinin güzide aydın, hukukçular sitesi sakinlerden fiziksel darplardan daha ağır gelen laflar işiteceğim/iz, üzerine okuma sevdasına ülkemden ayrı düşeceğim malum olmuş zaar pek böyle şeylerde tarağım yoktu.) Gerçekten okulu asacak olsam bu kadar amatör olmazdı ama işte... Evde de öğretmenliği bırakmayan ebeveynlerim vesilesiyle şekillenen karakterim yüzünden aslında hayli gecikmiş bir tecrübe de denebilir. Yakındaki bir kırtasiyeden bir mızıka alıp bankta çalıyordum ki, asık suratlı müdür ensemde bitti. Hayır onca insan varken neden müdür? Ne travma ama:) Allah'tan okulda boş zamanlarımda okuduğum kitapları zulaladığım çekmecede yapılan aramayla henüz kitaplarıma el konulmamıştı ve ben yarı burslu bir öğrenci olarak geriye bıraktıkları Psikoloji kitaplarını henüz, bunları unutmuşsunuz, bunların ne ayrıcalığı var deyip ayakta laflayan okul yönetiminin önüne atmamıştım:) Okulun girişinde beni görmüşler ama okulda olmayınca hayatlarına bir aksiyon katmışım.

Bahsini ettiğim okulda kaçak inşaat gibi, kaçak okuduğumuz için ders aralarında bahçeye çıkmamız yasak, bahçedeki yedek binadan ayrı bir yere inşa edilmiş wcye dahi izinle kaçak gidiyoruz, müfettiş geldiğinde kaçak olarak başörtülü okumakta ısrar eden bir kısım öğrenci tavan arasına kilitleniyor, bu gençlerin psikolojilerini kimse dert etmezken, müdürün monoton gününe ışık gibi doğmuştum. En çok da kaçmayı planlasam bu kadar amatör mü olurdum demek gelmişti içimden:) Ki zaten orta okul hayatımın her günü sırf okuyabilmek için gönüllü hapishane mahkumiyeti şeklinde geçti neyin kaçışından bahsediyorlarsa. Realitenin keskinliğiyle fantastiğin kaynaştığı enteresan bir orta okul hayatım oldu anlayacağınız. Aslında daha anlatılabilecek çok şey var ama bir kısmının kekre tadını göze alamıyorum bir kısmını da şimdi yazmaya üşeniyorum. Fakat bahsini ettiğim müdürün odasında saklanmış vaziyette dinleme mi kayıt cihazı mı ne bulan yönetim kendisinin ajan olduğuna karar verip kovmuştu:). Zaten okulu da bir zaman sonra rehberlik görevlisi, sevdiğim kıymet verdiğim bir insana iftira atıp Uğur Dündar'a konu edip kapatmışlar. Olan kıymetli bir insanın medyada linç edilip kısa zaman sonra salıverilmesi ve sonrasında hayatının akışının değişmesine sebep oldu. Hayır yani, ülkede tecavüzcülere ceza verilmiyor diye insanlar kendilerini paralarken yüce hukukumuz konu ettiği hocayı salıp, okulu kapatıyor. Tüm yaşadıklarıma bakınca sanırsın Orwel'in 1984 romanı. Bu da böyle de bir anımdır

Okulun etrafındaki pencerelerden bizi görüp ihbar edenler varmış, (sanırım böyle bir insan protatipi var çünkü İstanbul'da da Acıbadem Hükukçular sitesinden fotoğraflarımızı çekiyorlardı valiliğe gönderiyorlarmış imdat deyu:)  yönetim bize kendilerince lavaboya giderken kamofle olmamız için giymeyi mecburi tutukları iğrenç şey hakkında belgesel de çekmek lazım aslında ama hala yazarken zorlanıyorum, ciddi ciddi titriyorum konu okul hatıraları olunca.  Belki ilerde... En çok da bu yasağı yumuşatmaya çabalayan muhafazakar okul yönetimlerinin pedegoloji ve psikolojiden zırnık anlamayan tutumlarından yaralandım yasağın baş aktörlerindense.

Uzun yıllar yaşadığım/ız, bu yasak uygulaması, evvelce inancıma dair, şimdi inandığım bir pratiğe ve onun temsil ettiği anlamın saldırıya uğraması bir yana, irademle tercih ettiğim bir şeyin bana yasaklanmasına karşı kendime saygım gereği edindiğim bir duruştu da. Yaşın küçüktü vs denebilir ama ben şuanki irademle de o zamana baktığımda orada kendi irademi görüyorum. Elbette hangimiz yetiştiği koşulların bu iradenin tercihlerine tesir etmediğinden bahsedebilir ama dayatılan farklı bir şey olsa ya da inancım farklı da olsaydı, form değişse de tutumumun ve mücadelemin değişeceğini düşünmüyorum. Bazı insanlar istemedikleri halde başörtü takıyor olabilirler, hatta devir kısmen değişmiş bazıları da kendisini kimi mercilerde başörtülü olmadığı için baskı altında hissediyor olabilir menfaat kaybından öte geçip geçmediğini gelince gözlemleme fırsatım olacak. Güncel olanla yaşananlar okul ortamında kıyaslanamaz diye düşünsem de... Tanıdığım, tanımadığım pek çok insanın sistem zoruyla başlarını açıp ikili bir yaşam sürmeye zorlanmaları, yahut da ailesinin baskısı sebebiyle vaktiyle dışarıya çıktıktan sonra gizliden örtünmesi de yaşanan despotluklara dahil... Bunların hepsi tahakküm kuran mikro ve makro insan kalitesizliklerinin eseri. Gerçi artık konjonktür putunun ritüeli gereği modaya da dönüşmüş durumda başörtüsü bazıları için. Mesele baskıcı ziniyet meselesi, formunun değişmesi farketmez. Al İranı vur Türkiye'ye... Muhtemelen oradaki despotluğun bu kısmı bizdeki kadar binlerce insanın ard arda nesiller boyunca bu yasak sebebiyle okul ve iş hayatından men edilmesine ya da yer açtığını idda edenler tarafından sömürülmesine yol açmasa da zihinet aynı, form farklı. Sorun şu ki Türkiye'de bunu göremeyen kalabalık bir grup, tüm bunlar yaşanırken bize İran'a gidin diyor/du. Aman Türkiye İran olmasın derken aslında onun bir benzerini alkışlayıp, besliyor/du. Aynı şekilde Türkiye'deki zulmü maruz kalarak ya da kalmayarak tanıyanların bir kısmı da İran'daki zalim uygulamalara kördür. Güya ilk defa okulu asışımı anımsamıştım, ardından neler geldi. İnsan ilmek ilmek. Bir ilmeği sökmeye gör... Bir yerde terapi niyetine yazmak iyi diyorlar, şuan pek iyi gelmedi ama belki uzun vadede işe yarar... En azından kelimelerin sınırları içinde de olsa, empati fidanını beslemesi umuduyla paylaşabilmek güzel.