[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

5 Mart 2014 Çarşamba

Müzmin Körlük

Sene olmuş 2014, hala arabalarının arkasına "ben Vietnam'dan ayrılırken biz kazanıyorduk," yazan, yazabilen insanlarla aynı şehri paylaşmak, aynı havayı solumak zül geliyor.

Bir de ilginçtir "Vietnam sendromu," milyonlarca insanını kaybeden, milyonlarcası sakat kalan Vietnam halkını değil de yine yıllar sonra daha ne savaşlarda elleri kana bulanmış Amerikan askerlerinin sendromlarını tanımlamak için literatüre geçiyor. Ne bitmez tükenmez bir ben merkezciliktir anlamak mümkün değil. 
 ***
Geçenlerde bir vesileyle Profesör Charles Mills ile bir konferans sonrasında birkaç arkadaş hocaların davetiyle görüşme fırsatımız oldu. Epistemik Adaletsizlik kavramından bahsetti, bu konuya ehil insanlar daha fazla ağırlık vermeliler bence. Kendisi hakkında da bir şeyler yazmayı çok istiyorum ama şu sıra mümkün değil. Yalnız buradaki bazı akademisyenlerin mütevaziliğini görünce insan dumura uğruyor. Yıllardır denk geliyorum ama her seferinde hala hayranlıkla şaşkınlığı bir arada yaşıyorum, benim için üslupları asgari bir kriter de olsa... Restorana girerken konuşuyorduk, kapıda benim önden geçmem için yol verdi, ben de hayır siz buyrun, sizin bilginize hürmet ediyorum dedim. Bir başka hocaya da bir ara kültür kodlarımdan dolayı vs cinsiyetinize öncelik verdiğimi sanmayın, bilginize hürmet ediyorum demiştim adam Abd'li öğrencilerin tavırlarından sonra böyle bir tecrübeyle şoka girmişti. Kadına kapı tutma, yol verme, yer verme olaylarını oldum olası sevmemişimdir zaten, kim kapı tarafındaysa o açsın kapıyı kardeşim. Ama okulda bazen ben bir yerden çıkarken akabinde birine geçmesi için kapıyı tuttuğumda, bazen o da hemen hızlanıp yakındaki diğer kapıyı da o zaman ben açayım dediğinde bu imeceyi seviyorum. Neyse ne diyordum, misafir hocanın (Charles Milss) konferans sonrasında, yemek esnasında üşüyüp üzerine geçirdiği kazağın iki dirseği de el ayası kadar söküktü. Ben düşünürken, dinlerken, konuşurken fazla yemek yemekten hazzetmediğimden ilk sunulan atıştırmalıklardan tekrar rica ettim ve başka yemek ısmarlamamam baya kişiye dert oldu. Dikkat çektiği için biraz canım sıkıldı ama yapacak bir şey yok. Yanımdaki arkadaş sağolsun, okul ödüyor hesabı dert etme dese de, Hindistanlı garson dövecek gibi bu kadar mı diye sorusunu yinelese de başka bir şey istemedim... Profesör, kendi için ısmarladığı, bakır kaplarda gelen yemekten yanındaki biz öğrencilere paylaşmak için teklifte bulundu. Düşünmek ve tefekkür etmekten adamın üstüne başına ayıracak zamanı yok ki senin üstüne başına bakıp da seni dışlasın. Ya da ukalalık ve kibre eforla zihni gücünü israf etsin. Bu durum bizim memleketteki akademisyenlerin büyük bir kısmıyla dehşet bir kontrast oluşturuyor. Bir başka Suriyeli, ilahiyatçı profesörün evine de geçmiş olsuna ziyarete gittiğimizde benzer gözlemlerim olmuştu. Evinden taşan kitaplar için plastik meyve kasaları ve tuğlalardan kitaplıklar yapmıştı sırf kitaplığa para, seçimine de zaman ayırmak istemdiğinden, basitliği sebebiyle böyle bir şeyi tercih ettiğine eminim.