[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

3 Ocak 2011 Pazartesi

Karınca: Bir Susma Uru

 
“İnsan bir tek cümle duyuyor ve hayata bakışı değişiyor. Bu, temelin zayıflığına mı işaret eder, yoksa hayatın eğilip büküle bilirliğine mi?”
“Karınca” bir ilk göz ağrısı. İsminin tüm mütevaziliğinin yanı sıra içeriği bakımından daha kavi eserlerden yana umut vaat eder nitelikte bir kitap. Yazar Said Seymen’in girişteki deyimiyle; “Sorunlar 1984’te dünyaya gelmesiyle başlar. Elektrik-elektronik mühendisidir. Baktıkça şaşakalmaktadır. Sunulanı kabul etmeye meyillidir.” Uzun metrajlı, kısa cümleleri de yer yer bünyesinde barındıran kitap; MC Yükü, Karınca, Bağımsız Film, Çemberi Tamamlattırmayan Kız, Yanak, Adem’den Bu Deme, Sekans, Son Hikaye, İlk Gece Tedirginliği, Böceklere Yuvalarında Ölüm, Adem’in Gözlerindeki İfade Nasıldı Acaba, Davulun Sesi ve Bir Güzel Cümle başlıkları altında hayat bulmuş 13 hikayeden oluşmakta.
“O sussa, etrafındakiler buna dayanamaz, illa ehlileştirirlerdi onu. Çelişki vücut bulmuştu; susmak, konuşmak ve yazmak arasındaki ilişki…”
Kitabın sahip olduğu alt metinlere, birkaç iktibasın dikiz aynasından ne kadar ulaşabiliriz bilinmez ama yine de denemeye değer. Yazar bazı hikâyelerde, yarı fantastik bir anlatım dili ve imgeler kullanmakta. Gerçekliğin bu estetik deformasyonu, kimi hikâyelere farklı bir güzellik ve kekre bir tat veriyor. Monologlar yahut içsel hesaplaşmalardan, insanoğlunun girift çelişkileriyle örülmekten yana da nasibini almış gözüküyor kitap.
“Ben, bildim bileli, babamın sözümden çıkmadım. Belki de bu yüzden hiç kendime uygun bir kıssa bulamadım.”
Seymen, bazı hikâye kahramanlarına isim vermek yerine çeşitli kodlar kullanmayı tercih ediyor. Misal; bir hikâyenin merkezine oturtulmuş anti-kahramanın namı K.Ç.G.A. olarak anılmakta. Okurken insanın aklına bir an K.G.B. gelmiyor değil. Oysa açılımını da birkaç satır ileride paylaşıyor yazar; Koca Çeneli Genç Adam. Burada bir tebessüm molası vermek şart oluyor.
“Üniversitede, arkadaşlarının soyadlarını bilmediği için geri kalmış ülke insanı olmakla suçlayıp, iğnelediği Ömür, “Devlet dışında kim soyumu merak eder ki benim?” diye cevaplardı onu. “Vergi ve ordu ihtiyaçları için beni kayıt altına alırlar,” derdi bir de. Ahmet, aklının, hatıralarını üst üste niye çağırdığını iyi biliyordu. Önündeki yarı teorik yarı pratik soruyu çözememişti. “Ne yapıyorsam, onun dışında kalanlar aklıma geliyor hep,” diye iç geçirdi.” “Mesela yaşamak.”
Karınca’da geçen muhtelif tasvir ve monologlarda Seymen, insanoğlunun çelişkili yaşamından yana okuyucunun derinine sahici göndermelerde bulunuyor. Kitabın geneli anti-kahramanlar üzerinden ilerlediğinden kimilerimizin hikâyelerde kendi ruhundan cüzlere rastlaması kuvvetle muhtemel. Yazarın hikâyelerini mesaj derdi gütmeksizin, bilinç akışıyla yazmış olduğu hissi uyandıran doğal üslubu, göze çarpan belirgin özelliklerden biri.
“Sokak, cadde, mahalle ve semt; sanata duyarlı ve hassas birisine uzun süre gösterildiğinde, muhatabını dizlerinin üstüne çöktürüp ağlatacak özensizlikteki mimarisinden hiç gocunmuyordu.”
Kitap bireysel, toplumsal sorunlar ve hesaplaşmalara yer vermenin yanı sıra aşktan da nasibini alıyor. Sevginin tanımlanışı, bir yerde yazarların kaderiyle de paralellik arz ediyor. Zannımca, iyi bir kitabı onun dilinden anlayan, okurken onu kendi varlığındaki imgelerle sentezleyip yeniden doğuran bilebilir ancak, sevgiyi sadece sevenin muhatabının, maşuğun hissedebildiği gibi.
“Ömrü hayatında bir o sevmişti. Anlamıştı sevdiğini. Belli edilen şeylere sevgi denemeyeceği gibi, “sevgi” belli de edilemezdi. İfşa olunan şeylerin hiçbirisi kutsal olamazdı. Sevgiyi seven de bilemezdi. Sadece, sevilen hissederdi.
Zaman içindeki yozlaşmalarımız, tökezleyişlerimiz, sayfaların boy aynasında karşısına dikildiğinden, kimi zaman “Karınca” aklının kıvrımlarında dolaşıp dururken, okur soluklanıp, muhasebe yapmak için bir ayraca ihtiyaç duyabilir elbette.
“Liseyi bitirdiğinden beri cumaya gitmemişti. Niyeydi? On beş yaşlarındaydı, mahalle camisinin imamı öğleden hemen önce rahatsızlanmıştı. Namazı kıldıracak kimse yoktu. Komşu camiye nasıl koştuğunu hatırladı. İçinde yanan ateşin sıcaklığını özledi../..Önce temiz olmadığını düşünüp gitmemek, sonra kendini o cemaate yakıştıramamak. Üniversitedeki bir sınıf arkadaşı (Ömür), akşamdan kalma bile olsa cuma namazını kaçırmazdı. “Bir gün inancımı kaybedersem, yine de gideceğim, apartmanımın kapıcısının arkasında saf tutacağım,” derdi.”
“Karınca” bir susma uru. Kitapta, yaşarken insanın kursağına düğümlenen ve fakat içeride durdukça ağırlaşıp büyüyen bu ur, cümlelerin keskisiyle gün yüzüne çıkartılıp, okurun düşünce dünyasına sunuluyor.
“Ve alımlı kız da, görevi ben devralıyorum dercesine kapı tokmağını tuttu, alt yazılardan öğrendiği şekliyle: “Bizi biraz yalnız bırakabilir misiniz acaba?” diye anneye seslendi. Yaşlı kadın da mesut bir ifadeyle görüntüden sildi kendini../..Gözleri kızın kaşına takıldı. Sol işaret parmağıyla alınmış kaşları okşadı. “Eğer,” dedi, “Eğer minicik bir çocukken kaşın yanmış olsaydı, ben bu onlarca kıl tanesini yüzünde göremediğim için seninle beraber olmazdım. Ve acı olan şey de, bunu biliyor olman, biliyor olmam, biliyor olmaları!..”
“Garson, aşkım bitti, bu Leyla da çok konuşuyor...”
Kitap şimdilik Said Seymen’in kendi imkânlarıyla Cinius Yayınlarından ilk baskısını yapmış olsa da, ileride farklı bir yayın evinden yeniden basılma imkanı bulur umarım. Bir ilk göz ağrısı olarak, kendi susma urlarımızdan bir kısmına tercümanlık etmesiyle okunmaya değer bir kitap “Karınca”.
Meryem Rabia Taşbilek

arşiv yorum:
dilsizmutercim | 05 Ocak 2011, saat: 00:55 sanırım kitap internet üzerinden satılıyor;
ben nadirkitap.com üzerinden alışveriş yapmanızı tavsiye ederim nacizane, bu şekilde kitaba ulaşabilirsiniz sanıyorum kardeşim. siz de sağlıcakla kalın, ben teşekkür ederim.
| 04 Ocak 2011, saat: 22:14 Nereden temin edebilirim bu kitabı ? Bi zahmet. Teşekkürler haberdar ettiğiniz için. Eyvallah sağlıcakla kalın.