
“İnsan
bir tek cümle duyuyor ve hayata bakışı değişiyor. Bu, temelin
zayıflığına mı işaret eder, yoksa hayatın eğilip büküle bilirliğine mi?”
“Karınca”
bir ilk göz ağrısı. İsminin tüm mütevaziliğinin yanı sıra içeriği
bakımından daha kavi eserlerden yana umut vaat eder nitelikte bir kitap.
Yazar Said Seymen’in girişteki deyimiyle; “Sorunlar 1984’te dünyaya
gelmesiyle başlar. Elektrik-elektronik mühendisidir. Baktıkça
şaşakalmaktadır. Sunulanı kabul etmeye meyillidir.” Uzun metrajlı, kısa
cümleleri de yer yer bünyesinde barındıran kitap; MC Yükü, Karınca,
Bağımsız Film, Çemberi Tamamlattırmayan Kız, Yanak, Adem’den Bu Deme,
Sekans, Son Hikaye, İlk Gece Tedirginliği, Böceklere Yuvalarında Ölüm,
Adem’in Gözlerindeki İfade Nasıldı Acaba, Davulun Sesi ve Bir Güzel
Cümle başlıkları altında hayat bulmuş 13 hikayeden oluşmakta.
“O
sussa, etrafındakiler buna dayanamaz, illa ehlileştirirlerdi onu.
Çelişki vücut bulmuştu; susmak, konuşmak ve yazmak arasındaki ilişki…”
Kitabın
sahip olduğu alt metinlere, birkaç iktibasın dikiz aynasından ne kadar
ulaşabiliriz bilinmez ama yine de denemeye değer. Yazar bazı
hikâyelerde, yarı fantastik bir anlatım dili ve imgeler kullanmakta.
Gerçekliğin bu estetik deformasyonu, kimi hikâyelere farklı bir güzellik
ve kekre bir tat veriyor. Monologlar yahut içsel hesaplaşmalardan,
insanoğlunun girift çelişkileriyle örülmekten yana da nasibini almış
gözüküyor kitap.
“Ben, bildim bileli, babamın sözümden çıkmadım. Belki de bu yüzden hiç kendime uygun bir kıssa bulamadım.”
Seymen,
bazı hikâye kahramanlarına isim vermek yerine çeşitli kodlar kullanmayı
tercih ediyor. Misal; bir hikâyenin merkezine oturtulmuş
anti-kahramanın namı K.Ç.G.A. olarak anılmakta. Okurken insanın aklına
bir an K.G.B. gelmiyor değil. Oysa açılımını da birkaç satır ileride
paylaşıyor yazar; Koca Çeneli Genç Adam. Burada bir tebessüm molası
vermek şart oluyor.
“Üniversitede,
arkadaşlarının soyadlarını bilmediği için geri kalmış ülke insanı
olmakla suçlayıp, iğnelediği Ömür, “Devlet dışında kim soyumu merak eder
ki benim?” diye cevaplardı onu. “Vergi ve ordu ihtiyaçları için beni
kayıt altına alırlar,” derdi bir de. Ahmet, aklının, hatıralarını üst
üste niye çağırdığını iyi biliyordu. Önündeki yarı teorik yarı pratik
soruyu çözememişti. “Ne yapıyorsam, onun dışında kalanlar aklıma geliyor
hep,” diye iç geçirdi.” “Mesela yaşamak.”
Karınca’da
geçen muhtelif tasvir ve monologlarda Seymen, insanoğlunun çelişkili
yaşamından yana okuyucunun derinine sahici göndermelerde bulunuyor.
Kitabın geneli anti-kahramanlar üzerinden ilerlediğinden kimilerimizin
hikâyelerde kendi ruhundan cüzlere rastlaması kuvvetle muhtemel. Yazarın
hikâyelerini mesaj derdi gütmeksizin, bilinç akışıyla yazmış olduğu
hissi uyandıran doğal üslubu, göze çarpan belirgin özelliklerden biri.
“Sokak,
cadde, mahalle ve semt; sanata duyarlı ve hassas birisine uzun süre
gösterildiğinde, muhatabını dizlerinin üstüne çöktürüp ağlatacak
özensizlikteki mimarisinden hiç gocunmuyordu.”
Kitap
bireysel, toplumsal sorunlar ve hesaplaşmalara yer vermenin yanı sıra
aşktan da nasibini alıyor. Sevginin tanımlanışı, bir yerde yazarların
kaderiyle de paralellik arz ediyor. Zannımca, iyi bir kitabı onun
dilinden anlayan, okurken onu kendi varlığındaki imgelerle sentezleyip
yeniden doğuran bilebilir ancak, sevgiyi sadece sevenin muhatabının,
maşuğun hissedebildiği gibi.
“Ömrü
hayatında bir o sevmişti. Anlamıştı sevdiğini. Belli edilen şeylere
sevgi denemeyeceği gibi, “sevgi” belli de edilemezdi. İfşa olunan
şeylerin hiçbirisi kutsal olamazdı. Sevgiyi seven de bilemezdi. Sadece,
sevilen hissederdi.
Zaman
içindeki yozlaşmalarımız, tökezleyişlerimiz, sayfaların boy aynasında
karşısına dikildiğinden, kimi zaman “Karınca” aklının kıvrımlarında
dolaşıp dururken, okur soluklanıp, muhasebe yapmak için bir ayraca
ihtiyaç duyabilir elbette.
“Liseyi
bitirdiğinden beri cumaya gitmemişti. Niyeydi? On beş yaşlarındaydı,
mahalle camisinin imamı öğleden hemen önce rahatsızlanmıştı. Namazı
kıldıracak kimse yoktu. Komşu camiye nasıl koştuğunu hatırladı. İçinde
yanan ateşin sıcaklığını özledi../..Önce temiz olmadığını düşünüp
gitmemek, sonra kendini o cemaate yakıştıramamak. Üniversitedeki bir
sınıf arkadaşı (Ömür), akşamdan kalma bile olsa cuma namazını
kaçırmazdı. “Bir gün inancımı kaybedersem, yine de gideceğim,
apartmanımın kapıcısının arkasında saf tutacağım,” derdi.”
“Karınca”
bir susma uru. Kitapta, yaşarken insanın kursağına düğümlenen ve fakat
içeride durdukça ağırlaşıp büyüyen bu ur, cümlelerin keskisiyle gün
yüzüne çıkartılıp, okurun düşünce dünyasına sunuluyor.
“Ve
alımlı kız da, görevi ben devralıyorum dercesine kapı tokmağını tuttu,
alt yazılardan öğrendiği şekliyle: “Bizi biraz yalnız bırakabilir
misiniz acaba?” diye anneye seslendi. Yaşlı kadın da mesut bir ifadeyle
görüntüden sildi kendini../..Gözleri kızın kaşına takıldı. Sol işaret
parmağıyla alınmış kaşları okşadı. “Eğer,” dedi, “Eğer minicik bir
çocukken kaşın yanmış olsaydı, ben bu onlarca kıl tanesini yüzünde
göremediğim için seninle beraber olmazdım. Ve acı olan şey de, bunu
biliyor olman, biliyor olmam, biliyor olmaları!..”
“Garson, aşkım bitti, bu Leyla da çok konuşuyor...”
Kitap
şimdilik Said Seymen’in kendi imkânlarıyla Cinius Yayınlarından ilk
baskısını yapmış olsa da, ileride farklı bir yayın evinden yeniden
basılma imkanı bulur umarım. Bir ilk göz ağrısı olarak, kendi susma
urlarımızdan bir kısmına tercümanlık etmesiyle okunmaya değer bir kitap
“Karınca”.
Meryem Rabia Taşbilek
arşiv yorum:
ben nadirkitap.com üzerinden alışveriş yapmanızı tavsiye ederim nacizane, bu şekilde kitaba ulaşabilirsiniz sanıyorum kardeşim. siz de sağlıcakla kalın, ben teşekkür ederim.