Şehrin Rahmi: Mahalle

Şehrin
Rahmi: Mahalle, kürtajlara maruz kalıyor kimi belediyelerce. Aslında
nicelik bakımından ele alırsak çok az bir kısmı bu kırıma maruz kalmıyor
demek daha doğru olsa gerek.
Balkondan
balkona yan apartmana atlayıp akşam çaylarına gittiğimiz bir mahallede
büyüdüm. Anne rahmi gibi içinde dönüp, dolaştığımız, bağrını
topukladığımız bir beldeydi mahallemiz. Sevdiklerimize aldığımız
hediyeleri paketlemeyi güler yüzle kabul eden eski Fizik öğretmeni
bakkal sahibi bir Başkan amcamız vardı. Çocuklar nedense ismiyle hitap
etmek yerine dükkanın ismiyle seslenirlerdi kendisine. Bu tercih sonra
sonra yetişkinlere de aksetmiş her nasılsa. Ben bildim bileli
mahallemizin Başkan amcasıydı o, ismini bilen kimseyi bilmem mahallede.
Mahallenin delisi Selim, nam-ı değer Sibop, çay ocaklarının ve esnafın hala neşesiydi. Otoparklar Belediye ve özel sektöre devrolmadan evvel Emirsultan camiine gelenlere az biraz yol gösterip rızkını kazanırdı. Şimdi de muhtemelen çay ocağına yardım ediyordur. Özellikle taksi durağı ve halk ekmeği büfesinde çalışanların gün içindeki muhabbet kaynağı olarak hatırlıyorum onu. Birkaç yaşlı göçmen teyze ise cami bahçesinde Emirsultan ve aile efradına türbedarlık yapıp az biraz mahalle sakinlerinin desteğiyle gecekondularına ekmek götürürlerdi. Geçen yıl içlerinden birinin hala etrafta dolandığını ama şuurunun gidip geldiğine şahit oldum.
Caminin hemen batı kapısı çıkışındaki merdivenlerde, tarihi mezarlıkları çevreleyen demirlere asılı tezgahlarda takı ve tespihler satan on kadar kadınlı, erkekli küçük esnaf hep çocukluğumuzun neşesine, geçliğimizin ilk efkarlarına şahit olmuşlardır. Esnafla ve dostlarla selamlaşıp, birbirimizin halini hatrını sorduğumuz, kaderinden pay aldığımız, sabah namazlarından sonra kuş sesleri eşliğinde esnafın yedek tabureleri üzerinde oturup tahinli pide ve çay eşliğinde dertleştiğimiz o arnavut kaldırımı Sulu Park bayırı... Çeyrek asır öncesinden bahseder gibiyim ama yok değil daha birkaç yıl evveline kadar bu böyleydi.
Ulu bir çınarın altında hemen otobüs duraklarının yanında limoncumuz ve ayakkabı boyacılarımızla otobüs bekleyen hemen herkes diyalog halindeydi. Günden güne azalsa da bu hala devam eder. Boyacılardan biri özürlüdür, elleri ve ayakları engelli... Tam manasıyla konuşamaz. Yüzünde de hafif bir kayma vardır ama mahalleliyle arasında yıllardır oturmuş bir iletişim dili olduğundan etraftakilerin şakalarına karşılık verir. Öğle vakitlerinde kendisi gibi özürlü olan eşi ona yemek getirir ve bazen de gün bitiminde el ele tutuşup ağır aksak birlikte evlerinin yolunu tutarken onlara rastlayıp hayran hayran adlarından bakarken bulabilirdiniz kendinizi. Delisi sayılıydı da deliliğe vuranı çoktu Emirsultan’ın.
Bursa gibi bir şehirde, koca metropolün göbeğinde bir şekilde kimi dokularının zedelenmesine ayak direyip, güzelliğini, samimiyetini koruyabilmiş bir mahalle -idi- Emirsultan. Sakinleri bilinçli yapmazdı bunu, içten gelen ve oturmuş samimi bir diyalog kalkanı, çağın gaddarlığı ile mahallenin atmosferi arasına set gererdi takati yettiğince. Kadim tarihi mezarlık vaktiyle ne kadar dozerli tacize uğramış olsa da, gün geçtikçe tazelenen mezarlık efradının yüzünden az da olsa emniyetteydi artık. Modern yaşamın yeni hiyerarşisinde kuytulara çekilmeye çalışılan bu hayati hafızanın bu denli göz önündeliği yüzünden de Emirsultan’ın çehresi, atmosferi bir başkadır.
Gurbette sayarak geçirdiğim 2 yılın ardından en son ziyaretimdeyse, tüm bu saydıklarımın büyük çoğunluğunun yerinde yeller esiyordu. Bu yüzden yazıda geçmiş, şimdi ve geniş zaman kiplerini kullanırken çok zorlandım. Karşılaştığım manzara için rüzgarı imge olarak kullanmak gerçekliği çarpıtacak nitelikte fazla şiirsel kalıyor. Zira mahallenin yerinde dozerler, yarısı dışarıda kalmış temel direkleri bulunuyordu. Kahveciler yeni yapılan; cüssesine göre çok hantal ve işlevsiz tünelin üst kısmındaki çıplak betona da tabureler atmış kahveyi genişletmişlerdi. Belediye semti meydanına kavuşturacağı vaadiyle, içinde kirada da olsa ev sahibi gibi uzun yıllar yaşadığım, büyüdüğüm ev dahil bir sıra evi ve okuduğum ilk okulu yıkıvermişti. Yaygarasını yaptığı meydan yerine de, yıkılan evlerde oturan kimi Akp il meclis üyelerinin baskılarına omurgalı bir duruş sergileyemediğinden, projeyi kuş edip, sembolik bir meydanla halka sus payı verip başka muhitlere kaydırmayı planladığı yıkılan evleri tekrar yenileme hareketini başlatmıştı.
Mahallenin rahim sıfatının içinde düşe kalka büyürken, şimdi benim hasretle yad ettiğim hali bile geçmişiyle kıyaslayıp beğenmeyen, hayıflanan insanları hatırlıyorum. Mahalle mefhumunu yitiren semt sanki yer çekimini yitirmişti de her şey her yere dağılmış gibiydi. Bursa’da geçirdiğim zaman zarfında büyüdüğüm mahalleyi bu halde görmemek için elimden geldiğince az kalmaya çalıştım o civarda. İnsanlarla beraber şehir de mutasyona uğruyor ve ortaya bir hilkat garibesi çıkıyordu işte. Ve sonra bu; lanetli bir kısır döngüye dönüşüp insanların elinde kalan değerlerinden yana yeni heyelanlar oluşturuyor. Bireysel olarak neye ne kadar takat yetirebiliriz kestiremesem de tek bildiğim sunduğu tüm avantajlara rağmen, büyüdüğüm o evin yıkıntıları üzerine inşa edilecek olan site ve benzerlerinde asla oturma konusunda kararlı olduğum. Şehrin ve saldırgan müteahhit zihniteyetinin, politik entrikaların boğmaya azmettiği o yitiğimiz haline gelen mahallerden birini bulup, yerleşmek istiyorum en azından. Çıkmaz sokağında çocukların top oynadığı, sokağında hayat olan bir belde... Kentleşen ve ketumlaşan şehrin dokusunda kaybolmaya yüz tutan güzelliklerden yana, varlığımla, varlıklarından yana çan eğrisini yükseltebileceğim bir mahalle daha aparmak istiyorum, bir mahalle daha... Bir de insanların yerel seçimlerde politik kaygılardan ve takıntılardan ırak, hizmet derdi güden insanları tercih etmesini sağlayacak bir bilinç inşası için çırpınabilirim. Onlar da partilerin aday gösterirken bunu gözetmesine sebebiyet verebilirler belki. En azından bunu yapabilirim.
Dilsizmütercim:Meryem Rabia Taşbilek:170320112159
Mahallenin delisi Selim, nam-ı değer Sibop, çay ocaklarının ve esnafın hala neşesiydi. Otoparklar Belediye ve özel sektöre devrolmadan evvel Emirsultan camiine gelenlere az biraz yol gösterip rızkını kazanırdı. Şimdi de muhtemelen çay ocağına yardım ediyordur. Özellikle taksi durağı ve halk ekmeği büfesinde çalışanların gün içindeki muhabbet kaynağı olarak hatırlıyorum onu. Birkaç yaşlı göçmen teyze ise cami bahçesinde Emirsultan ve aile efradına türbedarlık yapıp az biraz mahalle sakinlerinin desteğiyle gecekondularına ekmek götürürlerdi. Geçen yıl içlerinden birinin hala etrafta dolandığını ama şuurunun gidip geldiğine şahit oldum.
Caminin hemen batı kapısı çıkışındaki merdivenlerde, tarihi mezarlıkları çevreleyen demirlere asılı tezgahlarda takı ve tespihler satan on kadar kadınlı, erkekli küçük esnaf hep çocukluğumuzun neşesine, geçliğimizin ilk efkarlarına şahit olmuşlardır. Esnafla ve dostlarla selamlaşıp, birbirimizin halini hatrını sorduğumuz, kaderinden pay aldığımız, sabah namazlarından sonra kuş sesleri eşliğinde esnafın yedek tabureleri üzerinde oturup tahinli pide ve çay eşliğinde dertleştiğimiz o arnavut kaldırımı Sulu Park bayırı... Çeyrek asır öncesinden bahseder gibiyim ama yok değil daha birkaç yıl evveline kadar bu böyleydi.
Ulu bir çınarın altında hemen otobüs duraklarının yanında limoncumuz ve ayakkabı boyacılarımızla otobüs bekleyen hemen herkes diyalog halindeydi. Günden güne azalsa da bu hala devam eder. Boyacılardan biri özürlüdür, elleri ve ayakları engelli... Tam manasıyla konuşamaz. Yüzünde de hafif bir kayma vardır ama mahalleliyle arasında yıllardır oturmuş bir iletişim dili olduğundan etraftakilerin şakalarına karşılık verir. Öğle vakitlerinde kendisi gibi özürlü olan eşi ona yemek getirir ve bazen de gün bitiminde el ele tutuşup ağır aksak birlikte evlerinin yolunu tutarken onlara rastlayıp hayran hayran adlarından bakarken bulabilirdiniz kendinizi. Delisi sayılıydı da deliliğe vuranı çoktu Emirsultan’ın.
Bursa gibi bir şehirde, koca metropolün göbeğinde bir şekilde kimi dokularının zedelenmesine ayak direyip, güzelliğini, samimiyetini koruyabilmiş bir mahalle -idi- Emirsultan. Sakinleri bilinçli yapmazdı bunu, içten gelen ve oturmuş samimi bir diyalog kalkanı, çağın gaddarlığı ile mahallenin atmosferi arasına set gererdi takati yettiğince. Kadim tarihi mezarlık vaktiyle ne kadar dozerli tacize uğramış olsa da, gün geçtikçe tazelenen mezarlık efradının yüzünden az da olsa emniyetteydi artık. Modern yaşamın yeni hiyerarşisinde kuytulara çekilmeye çalışılan bu hayati hafızanın bu denli göz önündeliği yüzünden de Emirsultan’ın çehresi, atmosferi bir başkadır.
Gurbette sayarak geçirdiğim 2 yılın ardından en son ziyaretimdeyse, tüm bu saydıklarımın büyük çoğunluğunun yerinde yeller esiyordu. Bu yüzden yazıda geçmiş, şimdi ve geniş zaman kiplerini kullanırken çok zorlandım. Karşılaştığım manzara için rüzgarı imge olarak kullanmak gerçekliği çarpıtacak nitelikte fazla şiirsel kalıyor. Zira mahallenin yerinde dozerler, yarısı dışarıda kalmış temel direkleri bulunuyordu. Kahveciler yeni yapılan; cüssesine göre çok hantal ve işlevsiz tünelin üst kısmındaki çıplak betona da tabureler atmış kahveyi genişletmişlerdi. Belediye semti meydanına kavuşturacağı vaadiyle, içinde kirada da olsa ev sahibi gibi uzun yıllar yaşadığım, büyüdüğüm ev dahil bir sıra evi ve okuduğum ilk okulu yıkıvermişti. Yaygarasını yaptığı meydan yerine de, yıkılan evlerde oturan kimi Akp il meclis üyelerinin baskılarına omurgalı bir duruş sergileyemediğinden, projeyi kuş edip, sembolik bir meydanla halka sus payı verip başka muhitlere kaydırmayı planladığı yıkılan evleri tekrar yenileme hareketini başlatmıştı.
Mahallenin rahim sıfatının içinde düşe kalka büyürken, şimdi benim hasretle yad ettiğim hali bile geçmişiyle kıyaslayıp beğenmeyen, hayıflanan insanları hatırlıyorum. Mahalle mefhumunu yitiren semt sanki yer çekimini yitirmişti de her şey her yere dağılmış gibiydi. Bursa’da geçirdiğim zaman zarfında büyüdüğüm mahalleyi bu halde görmemek için elimden geldiğince az kalmaya çalıştım o civarda. İnsanlarla beraber şehir de mutasyona uğruyor ve ortaya bir hilkat garibesi çıkıyordu işte. Ve sonra bu; lanetli bir kısır döngüye dönüşüp insanların elinde kalan değerlerinden yana yeni heyelanlar oluşturuyor. Bireysel olarak neye ne kadar takat yetirebiliriz kestiremesem de tek bildiğim sunduğu tüm avantajlara rağmen, büyüdüğüm o evin yıkıntıları üzerine inşa edilecek olan site ve benzerlerinde asla oturma konusunda kararlı olduğum. Şehrin ve saldırgan müteahhit zihniteyetinin, politik entrikaların boğmaya azmettiği o yitiğimiz haline gelen mahallerden birini bulup, yerleşmek istiyorum en azından. Çıkmaz sokağında çocukların top oynadığı, sokağında hayat olan bir belde... Kentleşen ve ketumlaşan şehrin dokusunda kaybolmaya yüz tutan güzelliklerden yana, varlığımla, varlıklarından yana çan eğrisini yükseltebileceğim bir mahalle daha aparmak istiyorum, bir mahalle daha... Bir de insanların yerel seçimlerde politik kaygılardan ve takıntılardan ırak, hizmet derdi güden insanları tercih etmesini sağlayacak bir bilinç inşası için çırpınabilirim. Onlar da partilerin aday gösterirken bunu gözetmesine sebebiyet verebilirler belki. En azından bunu yapabilirim.