[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

23 Mart 2011 Çarşamba

Yaşam Suretindeki Hikayelerimiz



*foto:çok sevdiğim ikinci el bir kitapçı dükkanından.
Eski bir sandal buldum geçenlerde. Kayalıkların orada. Çarparak mı parçalanmış, yoksa başka şekilde tahrip olup, sürüklenerek mi oraya gelmiş tam anlayamadım. Bunu anlamak için ne kadar bir bilgiye sahip olmak gerek, onu da hiç bilmiyorum. Umrumda da değil aslında. Kesin olan sandalın parçalanmışlığı. Aslında ikiye ayrılmış da denebilir. Güzel bir sandalmış. Dağılmış görüntüsünü zihnimde tamir etmeye çalıştığımda çıkan sonuç bunu gösteriyor.

Rengi deniz suyuyla özdeşleşecek nitelikte bir güzellikte. Biraz pörsümüş haliyle, onca yaşadıklarından sonra. Üzerindeki tarihe bakılırsa suyla ilk teması çok da uzun zaman önce değilmiş. Bazı varlıkların kaderi böyledir. Doğuşlarından itibaren bir paratoner gibi belayı çekerler üzerlerine. Hele de enginlere açılmak gibi bir tutkuları varsa bu sandal gibi, pek de umurlarında değildir fırtınalar İsteseler de umursayamazlar zaten. Tüm belalar bu tutkuya mağlup olurlar çünkü. Belki de cümleyi şöyle kurmalıydım; bu tutku tüm bela ihtimallerine, korkuya galip gelir. Neyse işte. Sandal da kaderdaşım sayılırdı bu yüzden. Artık denize açılamazdı ama varlık formunu değiştirerek yeni bir yaşam zemini oluşturabilirdim pekala. Onu evimin bahçesine taşımam zor oldu. Fakat tüm yorgunluğuma, burnumdan damlayan terlere değdi.

Marangozluk işlerinin ince işçiliğinden pek anlamam, yine de bu sandala dair düşüncelerimi hayata geçirmeme mani olmadı. O kadar güzeldi ki, kaba işçiliğim onu gölgeleyemezdi. Biraz da bunun verdiği güvenle, elimdeki birkaç alet edevatla işe koyuldum. Çocukluğumdan beri zımpara yapmamıştım. Oysa çocukluğumda pütürlü bir zemini, ondan daha kuvvetli pütürlü bir zeminle uysallaştırmaktan büyük bir zevk almıştım. Bunu yaptığım zemin metal miydi, tahta mıydı bir türlü hatırlayamadım. Fakat sonrasında boyadan evvel astar çektiğimizi anımsıyorum. Evet bunu hatırlıyorum. İçim bir hoş oluyor.

Sandalla ne yapacağıma daha onu ilk gördüğümde karar vermiştim. İki parçasının da birbirinden ayrılan kısımlarda oluşan çatallaşmış kısımlarını tımar edeceğim önce. Sonra oturma kısımlarının açısını değiştirip, iki tahta ilavesini de, sandalların burunları yukarı gelecek şekilde ayarlayıp zemine değecek kısımlarına monte edeceğim. Belki aralara birkaç tane daha raf monte edebilirim. Böylelikle iki kitaplığım olacak, hem de sandal bozması. Bunu düşündükçe heyecanla ellerimin çabukluğunu arttırıyorum. İstek; bazen insanın mahirliğinde açıklanması güç ilerlemeler kat ettirebiliyor. Bunun farkındalığıyla içimdeki bu meyili harekete geçirmeye çalışıyorum. Ve sonunda eski sandal, varlık alemindeki yeni yerine kuruluyor. O artık gök mavisi bir kitaplık. Raflarına, martılara, sandallara ve gemicilere dair de hikayeler barındıran kitaplar yerleştiriyorum geçmişine hürmeten.

Ben tüm bunların keyifli meşguliyetine kendimi kaptırmışken bir ara bahçede gözüme ilişen değişiklik dikkatimi çekiyor. Bahçe kapısını götürdüklerini fark ediyorum. Bir an sandalı sahipsiz de olsa doğanın bağrından aldığım için bunun diyeti olarak benden de kapının alındığı gibi garip bir düşünceye kapılıyorum. Ama bu pek uzun sürmüyor. Zira ben sahibine ulaşabilmek için hayli çabaladıktan sonra bunu yapmıştım. Vicdan azabı çekmeme gerek yoktu. Her neyse, biraz etrafı kolaçan edip, bir odun kütüğünün üzerine çıkarak etrafa bakınınca bizim kapının Romanlar tarafından sırtlandığını görmem pek fazla zamanımı almıyor. Neden bilmem ilk verdiğim tepki gülmek oluyor. Aklıma Majid Majidi’nin filmlerinden birinde komşu evle ana kahramanın evinin arasında gidip gelen kapı geliyor Kızdığım şeyse Çingenelerle aramda oluştuğunu düşündüğüm hukukun zedelenmesiydi. Benim bildiğim, onların da mafyalar gibi kendi içlerinde kimi raconları vardı. Hatta Rusya’da sembolik de olsa bir krallarının olduğunu duymuştum. Biri kazara arkadaşı oldukları bir kimseden bir şey çalmışsa; o mal ne yapılıp edilir, sahibine geri iade edilirdi. Kapı için de bunu umdum. Fakat bu defa  hırsızların tanıdığım bir gruptan olmadıklarını öğrendim. Yine de, çingene dostlarımı araya koyup, başka bir kapı yerine pazarlıkla da olsa kendi kapımı yeniden satın alabildim.

Bunları sandal yarısı kitaplığımın yanı başında kaleme almak da ayrı bir keyif hani. Bir tane daha sandal temin edersem bu defa da yatak ve tabut işlevlerini sırasıyla görebilecek melez bir şey icat edebilir miyim diye kafamda planlar yapıyorum. İnsandaki yığma tutkusu beni de sandallardan yana mı vuruyor ne. Bu düşüncenin ardından hemen ölümü anıp kendime ayar çekiyorum. Eş zamanlı olarak da sandal kitaplığımın içinden bir kitabı çekip çıkarıyorum. İlk sayfasını açıp ölümümden sonra kime verilmesini istiyorsam ona dair küçük bir not yazıyorum. Sanki biraz hafifliyorum. Kitabın içinde Fransız bir düşünürün ismi geçiyor ardına düşüp birkaç cümlesinden haberdar oluyorum. Yazdığı kitabı temin konusunda sarfettiği cümleler iştahımı kabartıyor. La Rochetoucauld ismini yazarken akla karayı seçiyorum. Hayrına bir müstear seçiverseydi ya diyorum. Varlık Yayınevinden Özdeyişler diye bir kitabı basılmış Yaşar Nabi Nayır çevirisiyle. "Nice kötü insanlar vardır ki, hiç iyi yanları olmasa daha az tehlikeli olurlardı." demiş La Rochetoucauld amca. Yine de böyleleri yüzünden güvenliğimiz daha fazla tehlikede olsa da, onlar adına sevinmeliyiz belki de, katıksız kötü olmadıklarına. Bu cümleyi kurarak da bilinç altım bu güruhu ötekileştirip, kendini tenzih etme eğilimi gösteriyor sanırım. Sözün hakikat payı da az iç burkucu bir yere tekabül etmiyor hayatımızda.

Düşünüyorum da, gördüğü, tattığı her şeyin obezi olma yolunda ilerleyen insanlığa dair duyduğum tiksintiyle karışık acıma duygusu sanki beni az da olsa bu bulaşıcı illetten alıkoyuyor gibi. Ama aklımın onlar aracılığıyla tattığı anlamlardan yana, kitaplara dair bir aç gözlülüğe sahip olduğumu da itiraf etmeliyim. Aç gözlülük değil de bir iştah demeliyim. Yine de onları en azından henüz fetişleştirdiğim söylenemez. Sadece elbiselerimden çok olmalarıyla övünecek kadar bir ayrıcalık tanıyorum onlara. Tabi bunun teminini kitaplarımı çoğaltma mı elbiselerimi azaltma üzerinden mi gerçekleştirdiğim konusunda da düşünmek gerek.

İstemeye düşkünlük, insanı erdemli kılan eylemleri yapmada bir tembellik sebebi de olmuyor değil. Her köşeden, şeklini, şemalini, özünü kaybedecek derecede genleşip, derinleşmemize mani olan bir yaşam formunun içinde kıvranıp dururken, bu sandal içindeki dünya benim en büyük Hiram. Gitmek zevki yerine varmak ihtiyacı duyacağım bir yolculuktansa, bu satırların küfesinde reelde ıskalayayazdığım kimi zevkileri sahici bir şekilde dimağımda tatmak, bir tutku halini alıyor bir yerden sonra. İnsanları yaptığı değil, yapmak istedikleri iyiliklere göre de sever yahut affederiz bazen. Öyleyse kendimizden yana da gitmek istediğimiz yerler, yapmak istediğimiz şeyler üzerinden umut sahibi olmaya da hakkımız olsa gerek.

Kitaplarla haşır neşir olurken edindiğim büyük bir suskunluk ve yalnızlık bana onsuz edinemeyeceğim kusurlar da edindirebilir pekala. Ama bu, aksine de gelişebilir diye kendimi teskin ediyorum. İnsanlar arası yüzeysel çarpışmalarındansa, kitapların bünyemde açacağı kraterlere ve ruhuma vermesi muhtemel birkaç güzel şekle bel bağladığım doğru. İnsanın, değil şimdisi üzerine, geçmişi üzerine bile isabetli bir kanaate varmak için yıllarını kurban etmesi, adaması gerekiyorken gelecek için daha kestirme yollar bulacağını umması safdillik olur. En azından bunu bilmek işimi zi kolaylaştırabilir. Bu yüzden zamana ihtiyacım var. Kim bilir belki de bu sandal gibi günün birinde form değiştiririm. Bulunduğum noktadan bu çok ürkütücü gelse de, o zaman için şimdiden yas tutmaktan kendimi men etmenin yollarını bulmalıyım. Çünkü bu ürküntü veren ihtimal beni daha güzel bir noktaya da eriştirebilir. Yaşam; zaten sabır ve umuttan gayrı nedir ki.

Bu yara almış sandalı, denize dönmeye zorlayıp, bir yere varmak derdi gütmeksizin gitmenin hazzını tatmayı neden denemediğimi de sorabilirsiniz elbette, eğer siz de muhatabına soru sormadan onun anlattıklarıyla yetinemeyenlerdenseniz. Burada kalıp, içimdeki denizi terbiye etmeliyim. Geçmişin ve şimdinin muhasebesi için buna muhtacım. Bu kitaplık içine yüklediklerim benim dış dünyaya karşı dalga kıranım, içimdeki dünyaya dairse paratonerimdir. Para gibi, dinginlik de hayatımızda varlık ve yokluk arasında mekik dokur hep. Bunların her ikisinin de bir konumda sabitleşmesinden daha fazla hoşnutum ben kendi adıma medcezirlerinden yana. Hikayelerimize suret veren yaşanmışlıklardan yorulduğumuzda, kitaplardan bir sandalla ufuklara açılıp sadece ve sadece, ilerideki yaşamımıza suret verebilecek hikayeler okumak gerek bazen.
Dilsizmütercim:Meryem Rabia Taşbilek:270320111804