Matta 5
Gerçek Mutluluk
(Luk.6:20-23)
5: 1 İsa kalabalıkları görünce dağa çıktı. Oturunca öğrencileri yanına geldi.
5: 2 İsa konuşmaya başlayıp onlara şunları öğretti:
5: 3 "Ne mutlu ruhta yoksul olanlara!
Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır.
5: 4 Ne mutlu yaslı olanlara!
Çünkü onlar teselli edilecekler.
5: 5 Ne mutlu yumuşak huylu olanlara!
Çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar.
5: 6 Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara!
Çünkü onlar doyurulacaklar.
5: 7 Ne mutlu merhametli olanlara!
Çünkü onlar merhamet bulacaklar.
5: 8 Ne mutlu yüreği temiz olanlara!
Çünkü onlar Tanrı'yı görecekler.
5: 9 Ne mutlu barışı sağlayanlara!
Çünkü onlara Tanrı oğulları denecek.
5: 10 Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere!
Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır.
5: 11 "Benim yüzümden insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size!
5: 12 Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür. Sizden önce yaşayan peygamberlere de böyle zulmettiler."
Oturmuş toprağın bağrına, yani ilk düştüğüm ve doğrulduğum yere, düşünmekteyim. Ellerimle yüzeyinde biraz dolaşıp, yumuşattığım bir kısmın aralığından içine daldırıp parmaklarımı, küçük gezintilere çıkmaktayım, toprakta ve içimde. Kimi zaman bir musalla provası mesabesinde oluyor bu eylem. Yaşamak sancısı insanın hem kamçısı hem freni diye mırıldanırken buluyorum kendimi. Rüzgarın da başı dönmüş sanki, her yönden esiyor. Ve yakınlardaki yaprak yığınlarının nemli kokusunu taşıyor burnuma. Onlara çöp muamelesi yapan ellerden süpürgeleri alıp, saklayasım geliyor.
Sonra her zamandakinden daha keskin bir sancı duyuyorum. İçimin vadilerinde atlar toynaklarını bağrıma vura vura koşarken, elimin altındaki bitkilerin köklerini yoluyorum acıdan. Ve bir soru soruyorum, aklımın basıncını alan. Bunun gibi bir sorudur beni uçurum kenarlarında mıhlayıp, adımlarımı geri döndüren. Bir sorudur beni koşu bittikten sonra dahi koşturan. Bir sorudur beni toynaklarım her koşuda bağrıma geçmişken yılkı atlarına özendiren ve sonra yeniden caydıran, aslıma döndüren. Bir sorudur varlığıma tüm sancıların paranoterliğini yaptıran, Rabbim!
Ne Sanemler gördüm şu ömrü hayatımda. Ne Sanemler kırdım ben bu ellerle! Ve nice Sanemler cilaladım bilip bilmeden hep bu aklımla, Allahım! Sanemdi, güzeldi, meçhul yaşamın girizgahından beri malum bir cazibeye sahipti. Yaşam, sürekli birbirine ulanan adımlar bütünü. Eksilten ve çoğaltan, alçaltan ve yücelten adımlar. Tüm yarım bırakılmışlıklarımızın girintileri ve çıkıntıları bir diğerinin kendisini tamamlaması için yer açıyor varlığımızda. Bu yüzden mahrum kalışlarımızla bir bütün oluyor, tamamlanıyoruz. Adem’in ve Havva’nın dişlediği meyve, efendilerin uğruna kan döktüğü, bedevinin doymak için yediği, ısınmak için yaktığı sanem, biriktirme tutkusuna müptela olanın arpalanmasına yol açan envai çeşit Sanem! Aşığın maşuğu Sanem!
Ve işte aklım sormak ibadetiyle bulduğu cevaplarla tutuştu, ateşe dokundu dilim. Sonra bir serinlik yüreğimde, hamd ediyorum Rabbime kendimi bildim bileli başımı kendimle dertte, Hakikate Hafiye kıldığı için. Bu hamdin ötesinde bir vaha yok huzurdan yana. Evrende kendini ötelere ait hissedip, hayırdan yana taraf olmaya çalışan varlığımı, var kılınışımıı anlamlandırdıktan sonra daha fazla serinlik toprağın bağrına yeniden bir tohum gibi düşmeden mümkün değil zira. Bunu bildim ve kurumuş dudaklarıma dokundu bir yudum su. Serinledim.
Hafiyeliğini yaptığım hakikatten parçalar kopartıp, bireysel hikmet istihbaratıma ekledikçe çoğalan farkındalığım ve bazen de hayretim ve hatta yanılgılarım beni kimi zaman dilsizleştiriyor kimi zaman da dilimin bağını çözüyor. Kimi zaman da bu hali tercümeye kelamım ve takatim kafi gelmiyor ve bu yeni hal bende küllenip zihnimdeki anlam mezarlığına yahut da unutkanlığın kara deliğine irtica ediyor. Bazen de döner sarmaye olup, o an için olmasa da bir başka hakikatin keşfine ışık yahut da basamak oluyor. Tutulan dilime tercüman olacak kelimeler hanesine yazılıp, böylece dilsizliğime tercüman oluyor. Beni dilsizleştiren sebeplerden bir kısmı da böylelikle mütercimliğimin tetikçiliğimi yapıyor!
Oturmuş toprağın bağrına, yani ilk düştüğüm ve doğrulduğum yere, düşünmekteyim. Ellerimle yüzeyinde biraz dolaşıp, yumuşattığım bir kısmın aralığından içine daldırıp parmaklarımı, küçük gezintilere çıkmaktayım, toprakta ve içimde. Yaşam, sürekli birbirine ulanan adımlar bütünü. Eksilten ve çoğaltan, alçaltan ve yücelten adımlar. Varlığımın paçalarından akıyor yaşamak sancısı. Hakikatin hafiyeliği tek sığınağım. Rüzgarın da başı dönmüş benim gibi, her yönden esiyor!
[Dilsizmütercim:Meryem Rabia Taşbilek-091120101143]
Gerçek Mutluluk
(Luk.6:20-23)
5: 1 İsa kalabalıkları görünce dağa çıktı. Oturunca öğrencileri yanına geldi.
5: 2 İsa konuşmaya başlayıp onlara şunları öğretti:
5: 3 "Ne mutlu ruhta yoksul olanlara!
Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır.
5: 4 Ne mutlu yaslı olanlara!
Çünkü onlar teselli edilecekler.
5: 5 Ne mutlu yumuşak huylu olanlara!
Çünkü onlar yeryüzünü miras alacaklar.
5: 6 Ne mutlu doğruluğa acıkıp susayanlara!
Çünkü onlar doyurulacaklar.
5: 7 Ne mutlu merhametli olanlara!
Çünkü onlar merhamet bulacaklar.
5: 8 Ne mutlu yüreği temiz olanlara!
Çünkü onlar Tanrı'yı görecekler.
5: 9 Ne mutlu barışı sağlayanlara!
Çünkü onlara Tanrı oğulları denecek.
5: 10 Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere!
Çünkü Göklerin Egemenliği onlarındır.
5: 11 "Benim yüzümden insanlar size sövüp zulmettikleri, yalan yere size karşı her türlü kötü sözü söyledikleri zaman ne mutlu size!
5: 12 Sevinin, sevinçle coşun! Çünkü göklerdeki ödülünüz büyüktür. Sizden önce yaşayan peygamberlere de böyle zulmettiler."
Oturmuş toprağın bağrına, yani ilk düştüğüm ve doğrulduğum yere, düşünmekteyim. Ellerimle yüzeyinde biraz dolaşıp, yumuşattığım bir kısmın aralığından içine daldırıp parmaklarımı, küçük gezintilere çıkmaktayım, toprakta ve içimde. Kimi zaman bir musalla provası mesabesinde oluyor bu eylem. Yaşamak sancısı insanın hem kamçısı hem freni diye mırıldanırken buluyorum kendimi. Rüzgarın da başı dönmüş sanki, her yönden esiyor. Ve yakınlardaki yaprak yığınlarının nemli kokusunu taşıyor burnuma. Onlara çöp muamelesi yapan ellerden süpürgeleri alıp, saklayasım geliyor.
Sonra her zamandakinden daha keskin bir sancı duyuyorum. İçimin vadilerinde atlar toynaklarını bağrıma vura vura koşarken, elimin altındaki bitkilerin köklerini yoluyorum acıdan. Ve bir soru soruyorum, aklımın basıncını alan. Bunun gibi bir sorudur beni uçurum kenarlarında mıhlayıp, adımlarımı geri döndüren. Bir sorudur beni koşu bittikten sonra dahi koşturan. Bir sorudur beni toynaklarım her koşuda bağrıma geçmişken yılkı atlarına özendiren ve sonra yeniden caydıran, aslıma döndüren. Bir sorudur varlığıma tüm sancıların paranoterliğini yaptıran, Rabbim!
Ne Sanemler gördüm şu ömrü hayatımda. Ne Sanemler kırdım ben bu ellerle! Ve nice Sanemler cilaladım bilip bilmeden hep bu aklımla, Allahım! Sanemdi, güzeldi, meçhul yaşamın girizgahından beri malum bir cazibeye sahipti. Yaşam, sürekli birbirine ulanan adımlar bütünü. Eksilten ve çoğaltan, alçaltan ve yücelten adımlar. Tüm yarım bırakılmışlıklarımızın girintileri ve çıkıntıları bir diğerinin kendisini tamamlaması için yer açıyor varlığımızda. Bu yüzden mahrum kalışlarımızla bir bütün oluyor, tamamlanıyoruz. Adem’in ve Havva’nın dişlediği meyve, efendilerin uğruna kan döktüğü, bedevinin doymak için yediği, ısınmak için yaktığı sanem, biriktirme tutkusuna müptela olanın arpalanmasına yol açan envai çeşit Sanem! Aşığın maşuğu Sanem!
Ve işte aklım sormak ibadetiyle bulduğu cevaplarla tutuştu, ateşe dokundu dilim. Sonra bir serinlik yüreğimde, hamd ediyorum Rabbime kendimi bildim bileli başımı kendimle dertte, Hakikate Hafiye kıldığı için. Bu hamdin ötesinde bir vaha yok huzurdan yana. Evrende kendini ötelere ait hissedip, hayırdan yana taraf olmaya çalışan varlığımı, var kılınışımıı anlamlandırdıktan sonra daha fazla serinlik toprağın bağrına yeniden bir tohum gibi düşmeden mümkün değil zira. Bunu bildim ve kurumuş dudaklarıma dokundu bir yudum su. Serinledim.
Hafiyeliğini yaptığım hakikatten parçalar kopartıp, bireysel hikmet istihbaratıma ekledikçe çoğalan farkındalığım ve bazen de hayretim ve hatta yanılgılarım beni kimi zaman dilsizleştiriyor kimi zaman da dilimin bağını çözüyor. Kimi zaman da bu hali tercümeye kelamım ve takatim kafi gelmiyor ve bu yeni hal bende küllenip zihnimdeki anlam mezarlığına yahut da unutkanlığın kara deliğine irtica ediyor. Bazen de döner sarmaye olup, o an için olmasa da bir başka hakikatin keşfine ışık yahut da basamak oluyor. Tutulan dilime tercüman olacak kelimeler hanesine yazılıp, böylece dilsizliğime tercüman oluyor. Beni dilsizleştiren sebeplerden bir kısmı da böylelikle mütercimliğimin tetikçiliğimi yapıyor!
Oturmuş toprağın bağrına, yani ilk düştüğüm ve doğrulduğum yere, düşünmekteyim. Ellerimle yüzeyinde biraz dolaşıp, yumuşattığım bir kısmın aralığından içine daldırıp parmaklarımı, küçük gezintilere çıkmaktayım, toprakta ve içimde. Yaşam, sürekli birbirine ulanan adımlar bütünü. Eksilten ve çoğaltan, alçaltan ve yücelten adımlar. Varlığımın paçalarından akıyor yaşamak sancısı. Hakikatin hafiyeliği tek sığınağım. Rüzgarın da başı dönmüş benim gibi, her yönden esiyor!
[Dilsizmütercim:Meryem Rabia Taşbilek-091120101143]