[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

20 Kasım 2011 Pazar

AŞK VE İRADE (LOVE AND WILL)

 
Rollo May tarafından yazılan “Aşk ve İrade” çağımızın nevrotik insanının dünyasına ışık tutan bir kitaptır. Psikiyatrist yazar kitabında kendi tecrübelerinden faydalanarak yabancılaşmış ilişkiler dünyasında aşk ve iradenin günümüze yansımalarını ve bunun temellerini araştırıyor. Araştırmakla da kalmıyor bize somut çözüm önerileri sunuyor.

Kitabın yazımı 1960’ lara kadar geriye gitmektedir. Fakat görüyoruz ki yıllar geçmesine rağmen modernizmle gelen hastalıklar yok olmamış aksine ilerlemiştir. Modernizmi üreten Batı dünyası yakalandığı hastalıkların farkına varmıştır ve düşünürleri bundan geri dönüşün çarelerini araştırmaktadır. Rollo May ‘in kitabı bu manada modernliğin takipçisi olarak bize batılı bir hekimin tecrübelerini aktarması açısından önemlidir. May günümüzün şizoid kişiliğini anlatarak konuya girer; birinci bölümde aşkı, ikincisinde iradeyi, son bölümde ise aşk ve iradeyi tartışır. Biz konuları herhangi bir bölüm ayırımına girmeden toplu olarak özetlemeye çalışacağız.


May giriş bölümünde artık aşk ve iradenin kendi başına sorun haline geldiğini söyler. Günümüzün insanının bir şeyleri derinleşmeden yaşarken aşkı da yüzeyselleştirdiğinden bahseder. Şizoid insanlık aşk yolunda tutkuyla bağlanmaktan, seçmekten, onun için fedakârlık yapıp acı çekmekten uzaktır. Bu nedenle aşkı ancak biyolojik haliyle yaşamaya sığınmıştır: cinsellik. Bu ise tıpkı insanın yolunu kaybettiğinde daha hızlı koşması gibi aşktan uzaklaştıkça cinsellik üzerinde yoğunlaşması şeklinde olur. İşte günümüzde cinsel içerikli yayınların, programların, sohbetlerin daha fazla yapılmasının sebebi: aşkta tutkusunun kaybolup, biyolojik olarak tatminin sağlanmaya çalışılması. May sorundan yola çıkarak aşkın ve iradenin kaynakları bulunabilirse oradan günümüze uygun yorumları yapılarak canlandırılabileceklerini savunur.  

Yazar kitabında bir ruh hastası tiplemesinden ziyade çağımıza ait bir kimlik olarak sunduğu nevrotiklerden bahseder. Nevrotiklikte tüm sorun bu tip karakter yapısının zeminine bakmak ve onu düzeltmektir. May, nevrotiklerin aslında zamanın sorunlarına karşı çok hassas insanlar olduklarını söyler. Ruh hastaları bu hassaslıkları sebebiyle çağlarının ve yakın geleceğin sorunlarını fazlasıyla hissedip, onları üzerlerinde taşırlar. May onların hastalıkları ile gelecekte karşılaşılması muhtemel sorunlardan haber verdiklerini söyler. Bu açıdan sanatçıları da nevrotiklere benzetir; onlar da toplumlarının sorunlarını eserlerine yansıtırlar. May kitabında, yaptığı bir alıntıyla hastalardaki bu çatışmalara aslında nevroz değil kültürel ve çevresel etmenlere bağlı oldukları için sosyoz denilmesi gerektiğini aktarır. Aynı bölümün devamında insanların ilişkilerindeki çatışmaların en önemli göstergelerinden biri olarak kayıtsızlığı ele alır. May kayıtsızlığın kaygıya karşı bir savunma mekanizması olduğunu söyler; çaresizce bekleyişe tepki olarak aldırmamazlık. Kayıtsızlık ise bir süre sonra şiddetle kendini gösterebilir. Çünkü insanın yaşamının farkında olunulduğunu hissetmeye ihtiyacı vardır. Şiddet ise bunu tersinden bir ifade ediş yoludur. İster iyi ister kötü olsun başkalarında etki bırakmak ve onlar tarafından benliğimizin farkedildiğini hissetmek, insanın kaygılarının temel nedenlerinden biridir.

May günümüz dünyasında cinselliğin en hoyrat bir şekilde ifade buluşundan yakınır. Onun deyimiyle Mars’ tan gelen birine cinsellikten başka bir konumuz yokmuş gibi görünebilir. Rollo May insanların cinselliğe bu denli vurgusunu Viktorya dönemi ahlâk anlayışına bir karşı çıkış olarak açıklar. Viktorya döneminde insanlar seksüaliteye dair konuşmayı hakaret olarak görürken Freud ortaya çıkarak insanların duygularını bu şekilde bastırmalarına karşılık özgürlüğü getirdi. May’e göre bu durum eskisine göre daha tehlikelidir; çünkü insanlar önceden dış baskı altındaydı ve bir şekilde yaşananlardan başkalarını sorumlu tutarak kendi özbenliklerini savunabilirlerdi. Şimdi ise bolca özgürlük, bolca iç baskı ve suçluluk duygusu var. May insanların bir karar verip onun zorluklarına ve kaygılarına katlanmaktan kaçınmak için seksi bir araç olarak kullandıklarını söyler. Şimdi insanlar tutku olmadan cinselliği bir öğleden sonra alış-verişi sıkıntısı ve sıradanlığı içinde yaşamaktalar. May’in şu sözü altı çizilmeye değer: “Viktorya dönemi insanı, sekse karışmadan aşkı elde etmeyi aradı; modern insan ise aşka karışmadan seksi elde etmeyi arıyor.”[1]Oysa insanların ihtiyacı olan erostur. Günümüzün şizoid kişilikleri ise erosu kısırlaştırıp onu biyolojik bir ihtiyaç haline getirmişlerdir. May istenmeyen gebelikle ilgili teknoloji gelişmiş olmakla birlikte kürtaj oranlarının geçmiş yıllara göre artmasını da eğitim yetersizliği gibi faktörler haricinde erosun kaybolmasına bağlar. Çünkü gebelik yakın ilişkilerin, hayatın anlamsızlaştığı dünyada kadın ya da erkeğe gerçeklik duygusunu tattıran tek somut olaydır. May ‘e göre ise aslında insanı, edebiyatı, sanatı geliştiren erostaki tutkudur.  

Erostaki tutkuyu atıp merkeze cinselliği getiren iseFreud’ dur. O çağın ahlâk anlayışının insanlarda kendini bastırmaya, bunun da psikolojik rahatsızlıklara sebep olduğunu görerek libidonun tatmini merkezli bir sistem oluşturmuştur. Freud ‘ a göre içgüdüler ne kadar tatmin edilirse o kadar gereksinim azalacak ve rahatlama yaşanacaktır. Freud ‘un bu teorisi kısmî doğruluğuna rağmen ihtiyaçların azalması hususunda yanılmıştır. Freud cinselliği bir Hemholtz fiziğine uyarlayıp onu mekanikleştirmiştir. Şimdi Batı ve Amerika’ da toplumsal manada yapılan da cinsellik üzerindeki baskıların kaldırılmasıdır. Bu nedenle cinsellik üzerindeki sansür kaldırılmış (arkadaşları Freud’ a seks sözcüğü yerine eros kelimesini kullanmasını önermişler; ancak Freud bunu kabul etmemiştir.), görsel ve yazınsal alanda cinsellik teması sıkça kullanılır hale gelmiştir. Freud ‘un seks kavramını biraz daha açarsak o, bu kelimeyi kadın erkek birlikteliğiyle beraber okşamadan emzirmeye, yaratıcılık ve dine kadar geniş bir alanda kullanmaya çalışmıştır. “Seks teriminin bu genişliği özellikle Viktorya dönemindeki Viyana kültürüne dayanır, çünkü seksin o dönemde bastırıldığı gibi insanın önemli bir işlevi bastırıldığında, bir yerden sızıp diğer her insan eylemini boyar.”[2]Freud yaşanan cinsellik dışındaki her türlü aşkı, cinselliğin bir dışa vurumu olarak görmüştür; bunu cinselliğin ego-libidodan nesne- libidoya yansıması olarak görür. Freud her ne kadar bastırma mekanizmasına karşı çıkmışsa da bunun medeniyeti meydana getirdiğini de kabul etmiştir. Çünkü bir şey ne kadar çok olursa o kadar da değeri düşük olur; bunun için de insanlar kendilerine güçlü- tepki oluşumları yaratacak mekanizmalar yaratmışlardır. Bunlar da medeniyetin lokomotifleri olan kurumlardır.

May erosu toplumun şekillendirdiğini söyler. Toplum kendi mekanizmasını devam ettirebilmek için kendi yargılarına uygun eroslar üretir. Bugün Hesiod’ un kuru toprağı gelişiyle yeşile büründüren erosu çocuksulaşmıştır. Tıpkı yunan mitolojisinde anlatıldığı gibi… Tanrı Ares ile Afrodit’in çocuğu olarak dünyaya gelir Eros. Eros aşk tanrılığına atanır. Fakat o, ne kadar iyi bakılırsa bakılsın hiç büyümez;  tombul yanaklı, şakacı bir çocuk olarak kalır. Tanrıça Afrodit bunun sebebini Eros,  kardeşi tutku tanrısı Anteros’ la birlikteyken gelişmeye başlayınca anlar: Aşk tutku olmadan büyüyemez. May tutkunun ölümünü toplumsal hayatta teknolojinin konumunun yükselmesi ile de irtibatlandırır. Aşk kuralsızdır, düzen bozucudur, almayı değil vermeyi öğretir. Teknoloji ise disiplinlidir, sürekli gelişmek ister, düzensizliğe tahammülü yoktur, fazlasıyla bilinçlidir, öngörülüdür. Şimdilerde eros,  yaygınlaşan bu teknolojiye göre bir dönüşüm yaşayarak hızlı üretim, hızlı tüketim esaslarına göre işleyen mekanik bir hâle dönüşmüştür.  

 
May,  Aşk ve Ölüm adlı başlığına Abraham Maslow’ un bir sözünü alıntı yaparak başlar: “ Ölüm ve onun her zaman gerçekleşme olasılığı, aşkı, tutkulu aşkı daha olası kılar. Hiç ölmeyeceğimizi bilsek tutkuyla sevebilir miydik, esriklik mümkün olur muydu merak ediyorum.”[3] May cinsellik ile ölümün iç içe olduğunu hatta aşkın ölümlülük duygusundan oluştuğunu söyler.  Bunu ise insandaki bastırma mekanizmaları ile açıklar. İnsanlar kendilerini ölüm sonrasına hazırlayacak ortak bir düşünce, inanç biçimine sahip değillerdir, ölüm her yerde insanın karşısında duran en temel anksiyete sebeplerinden biridir. Bununla birlikte insanlar hayatlarında ölümden daha çok cinsellikle ilgilenirler. Aslında cinselliği bu kadar ortaya çıkarıp ölümü saklayan şey bizim bastırma mekanizmamızdır.  Bastırılan duygular mutlaka başka şekillerde ortaya çıkacaktır. Ölüm korkusu da cinselliğe duyulan yoğun ilgi olarak ortaya çıkar. İnsanlar ne kadar kafalarında cinsellikle ilgilenirse o kadar az acı sonu düşünür. Ölümün bastırma mekanizması ile bilinçaltına itilmesinin diğer sebepleri de cinselliğin, üreme yoluyla kişinin (genleri ya da yeni bir nesil olarak) devamını sağladığı fikri ve kişinin kendini hâlâ genç, çekici, iktidarlı hissetme arzusudur.

Yazar kitabında aşkla ilgili olarak “trajik” kavramını tartışır. May ‘e göre aşkın trajedisi onu ölümsüz ve soylulaştıran şeydir. Bu manada trajedi aslında negatif bir kavram değildir. “ Trajik, insan yaşamına zenginlik, değer ve saygınlık kazandıran bilinç boyutunun bir dışavurumudur. Bu nedenle trajik sadece- eski Yunan anlamıyla acıma, hemcinsiyle duygudaşlık ve anlayış gibi – en insancıl duyguları mümkün kılmakla kalmaz, onsuz aşk tatlılaşır, yavanlaşır ve eros hiçbir zaman büyümeyen hastalıklı çocuğa dönüşür.”[4]May aşka trajiklik katan bir başka kaynağı da kadın- erkek cinsiyet ayrımında görür. Aslında tüm varlıklar kutuplu bir yapıya sahiptirler; her şey zıddıyla kâimdir.  May kadın ve erkeklerin birbirlerini cinsiyet rollerine daha çok sahip çıkmaya ittiğini söyler. Bir grup erkeği bir araya getirip bir iş için organize ettiğinizde belki bu işi daha hızlı olarak bitirirler ama yapılan işte canlılık ve yaratıcılık eksik kalmış olur. Karşı cinsler birbirlerinin rollerinin daha vurgulu olarak ifade edilmesini sağladığı gibi yeni toplumsal mekanizmaların merkezini de bu cinsiyet faklılığı oluşturur.  

 
May kitabının ikinci bölümünü irade konusuna ayırır: insanların aşkta sorumluluk yüklenmedikleri gibi bir şeyi yapmak, değiştirmek için de iradelerini kullanmadıklarını ifade eder.  Daha sonra ise iradenin tarihine iner; Viktorya dönemi iradeciliği ve Freud irade anlayışı. Viktorya döneminde insanlar iradelerini arzularını, çocuksu yönlerini, hayal gücünü ketlemek için kullanıyorlardı. Bununla birlikte insanlar bilinçdışı yerine her türlü davranışları üzerinde bilinçli süreçlerin hâkim olduğunu düşünmekteydi. Sonra Freud ortaya çıktı ve aslında insanların davranışlarında kendilerini etkin görmelerinin bir kandırmaca olduğunu söyledi. Freud’un sistemini Viktorya dönemi irade anlayışına reddiye olarak görebiliriz. Freud’ a göre insan davranışlarında asıl etkili olan irade değil arzu ve dürtülerdi. Freud arzuyu yalnızca bir itki kuvveti olarak kullanmamıştır; arzu kuvvetle anlamın birleşmesinden oluşur. Anlam bizim geleceğe yönelik isteklerimiz ve geçmişimizden gelen anılardır. Ona göre insanların davranışları yoğun bir biçimde bilinçdışı ve ahlâkî otoritelerin kontrolü altındaydı. “Bilinçdışı, iradenin itibarının mirasçısıdır. Kişinin kaderi eskiden nasıl irade tarafından belirleniyorduysa şimdi da bastırılmış zihinsel yaşam tarafından belirlenir. Bilgili modernler sırtlarını divana yaslarlar ve bu sırada yükü sırtlamayabilirler. İrade nasıl değer yitirdiyse cesaret de yitirmiştir; çünkü cesaret yalnızca iradenin hizmetinde var olabilir ve hizmet ettiği şeyden daha fazla değerli olması zordur. İnsan doğasını anlarken gerekirciliği kazandık ama kararlılığı yitirdik.[5]” der analist Allen Wheelis. May kitabında bize irade ve arzunun basit bir tanımını da yapar: “ İrade, kişinin benliğini bir yöne ya da amaca doğru hareket gerçekleşebilsin diye düzenleme yetisidir. Arzu bazı eylem veya durumların meydana gelmesi olasılığıyla yaratıcı bir biçimde oynamaktır.”[6] İradenin tahtını arzuların ve bilinçdışı kuvvetlerin alması bir yandan günümüz insanının sorumluluk fikrini zayıflatırken diğer yandan da özgürlük fikrini yüceltmiştir. Freud bu teorisiyle katı gerekirci bir dünya öngörürken aynı zamanda insanı özgürlüklerin dünyasına itmiştir. Böylesi bir dünyada özgürlük insanın en büyük yüklerinden biri haline gelmiştir: özgür fakat iradesiz. Bu biraz delivari bir hayat. May Freud’ un sistemindeki katı determinizmin psikanalitiğin özüne ters düştüğünü söyler; çünkü o zaman insanların terapiye gelmelerinin de bir anlamı yoktur. Ona insanların sorunları ne kadar zor ve çözümler ne kadar inatçı olsa da aslında insanlar değişebilir. 

Aslında arzu ile irade arasında diyalektik bir ilişki vardır. Arzu iradeye canlılık, zenginlik kazandırırken irade de arzunun aklıselim şekilde devamını sağlar. Arzu olmadan irade yaşam gücünü, canlılığını yitirir. İrade olmadan arzu da yönlendirilen, özgür olmayan,  büyüyememiş olarak kalır.  Arzuların tatmininde özgürlük geniş yer bulmakla birlikte bir süre sonra insanlar tutkularını  kaybetmiş ve mekanik bir sisteme tekrar geri dönülmüştür. May kitabında artık arzuların da arzulanmadığı bir durumdan söz eder: arzulayamama hastalığı. İnsanlar için artık bu dünyada hiçbir şeyin anlamı yoktur, istenecek kendisine bağlanacak bir şey kalmamıştır. Bu ise günümüz şizoid insanının esas sorunudur. May böyle bir hayatı ölmek ya da ölüler ülkesini mesken tutmak olarak niteler.

May insan davranışlarında arzu ve iradeden sonra anlam ve amaçlılıktan bahseder. May amaçlılığı iki açıdan ele alır: insan davranışlarının itki gücü ve insanın bakış açısını şekillendiren etken. Yazar insanın amaçlarına göre olayları algıladığını söyler; Biz bir ev almaya gittiğimizde bizim o evi, hangi fonksiyonu icra edeceğine odaklanarak göreceğimizi söyler. Çünkü amaçlarımız bizim algılarımızı etkiler. Algılarımız ancak kendisine yöneldiği şeyi fark eder. Yine May insan davranışlarının ister bilinçli ister bilinçaltı sebeplerden kaynaklansın mutlaka bir amaca hizmet ettiğini söyler.   May bir psikiyatristin görevinin insana bu amaçlılığını fark ettirip amaçlılık ve anlamlığını derinleştirmek olduğunu söyler.  

May kitabının son bölümünde aşk ve iradeyi birlikte ele alır: “ Hem aşk hem irade deneyimin bağlayıcı biçimleridir. Yani, her ikisi de, elini uzatan, ötekine doğru ilerleyen, bir erkeği veya kadını veya şeyi etkilemeye çalışan – kendini de öteki tarafından etkilenmeye açan- kişiyi anlatır. Hem aşk hem irade, dünyayı yoğurma, biçimlendirme, onunla ilişkiye girme, iyiliğini ve aşkını gözettiğimiz insanlar aracılığıyla ondan bir yanıt koparma yollarıdır. Aşk ve irade, diğerlerini önemli ölçüde etkileme ve diğerlerinden etkilenme gücünü taşıyan kişiler arası deneyimlerdir.”[7]May aşk ve iradenin birbiriyle doğru bir ilişkide olması gerektiğini söyler. Ne aşk iradeyi kısıtlamalı ne de irade aşkı. May irade ve aşkın benzerliklerinden bir tanesi olarak onların çözümlerini gösterir. Nasıl ki eski bir binayı kullanışlı hale getirmek için onu tamir ettirmek daha zor olacağı için yıkıp yerine yeniden bina yaparsak aşk ve irade de kökten değişimin yaşantılandığı zamanlarda yeni bir bilinçle tekrar ele alınmalıdır. May insanın görevinin aşkla iradeyi birleştirmek olduğunu söyler. Ancak bu birleşme kör bir tesadüfle olmaz, bilinçli bir gelişme süreci içinde olur.

May kitabında aşk ve iradenin aldırışla ilişkisine de değinir. Modern insanın kayıtsızlığına karşılık çevremizde olup bitene aldırış gösterme. May irade ve arzunun aldırma üzerine kurulu olduğunu söyler. Aldırdığımız için arzularız, arzuladığımız için isteriz. May aldırmanın önemini güzel bir cümle ile şöyle ifade eder: “ Yaşam fiziksel olarak hayatta kalıştan gelir; fakat iyi yaşam aldırdıklarımızdan gelir.[8]” İrade ettiklerimiz aldırdıklarımızdır, irade aldırmaya bağlıdır. Bu nedenle Heidegger aldırışın iradenin kaynağı olduğunu söylemiştir. Aldırış, hissetmenin ilk adımı: “Ötekinin varoluşunun senin için önemli olduğu bir ilgi ilişkisi, haz almaya ya da son noktada, öteki için acı çekmeye hazır olmanın en üst biçimini alan bir bağlılık ilişkisi ifade eden bir hissetme eylemi.[9]” 
Son olarak kitaptan aşk eyleminin yönlerinden ve bilinç yaratmadan bahsedelim. May aşkın insanda bilinç derinleşmesini sağladığını söyler. Bu da sevilen kişiyle yaşanan şefkat duygusundan ileri gelir. Aşk ile sevgililer birbirlerinin yalnızlık ve çaresizliklerine ortak olurlar, iki benlik birleşerek tekleşirler. Yine aşk insanların kaçınılmaz gerçeklikle baş edebilmesini, en azından ona katlanabilmesini sağlar. Hayatın getirdiği engellere tahammülü kolaylaştırır.  Aşk bireyin başkasını etkileyebilme yetisini gösterir, yeni ve farklı bir şekilde hem kendisinin hem de yeni bir kimliğin doğuşunu hissettirir. Cinsellik bağlamında da aşk kişilerin bilinçlerinde doğayla birlikteliği yaşantılamayı sağlayan yeni bir bilinç boyutu oluşturur. Bu insanı ilk tecrübesine götürür: doğum olayında yaşantılanan biz tecrübesine.

May aşkı kurtaranın eros olduğunu söyler. Ama insan her zaman aşkın getirdiği tutkuyla yaşayamaz. Erosun philiaya (dostluk) ihtiyacı vardır: yalnızca birlikte olmanın verdiği sükûna, güvene, dostluğa.“Bizler gücünü fazla ciddiye alan, devamlı eylemde bulunan ve tepki veren, yaşamın değerinin ancak ısrar etmediğimizde, arkadan itmeyle veya önden çekmeyle değil sadece birlikte olmayla ortaya çıkacağının farkında olmayan bağımsız insanlarız.[10]” der Rollo May kitabının sonlarında aşkta tutkuyu yavaş yavaş olgunlaştırıp sükûna erdirerek.

[1]Rollo May, Aşk ve İrade, Okuyan Us Yayınları, S.53
[2]May, a.g.e.,s.100
[3]May, a.g.e., s.121
[4]May, a.g.e, s.135
[5]May, a.g.e., s.227
[6]May, a.g.e., s.269
[7]May, a.g.e., s.342
[8]May, a.g.e., s.358
[9]May, a.g.e., s.375
[10]May, a.g.e., s.393