[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

21 Kasım 2011 Pazartesi

Yaşadım Sanki Çağlar Boyu

Yaşadım Sanki Çağlar Boyu




Yaşadım sanki çağlar boyu. Nasıl bir yorgunluktur bu bendeki. Firavun’un soy ağacına taş taşıttığı o yorgun köle sanki benim. Oysa Tih’de hapsolmuş bir neslin arasından sıyrılmaya çalışanlardan sadece biriyim. Gece başımı göğe kaldırıp, karanlığın küfründe saklanıp, karanlığın -da- Rabbine sığındığımda, içimde kabaran küf-ür sakinleşir bir nebze. Ve evet ben fazla argo bilmem ama bazen bir kısmının altına “den-den” koyarım. Zira bir yere kadar argo, yaşamın rutinliğine, sistemin tek düzeleştirmesine karşı bir eylemdir. Amerika’da Zencilerin Beyaz Adam’ın dilini tahrip edip kendilerine yeni bir lehçe oluşturmaları da bundandı.

Kafama sert bir cisimle vurulmuş gibi bir ağrıyla kaç zamandır kıvranıyorum. Nedenini bilmezden geliyorum aslında; açlıktan. Bir arkadaşımın arabasının sinyallerinden biri arada tutukluk ediyor, bu zamanlarda sinyalin içerideki sembolik lambası daha hızlı yanıyor. Yani muhtemelen dışarıdaki sinyal lambasına gitmesi gereken enerji yerini bulmadığından yan etki olarak içerideki lamba normalin aksine daha hızlı çalışıyor.  Belli bir merhaleye kadar açlık da aslında insanın mide ve yemekle ilintili muhtelif merkezlerden enerji tasarrufunda bulunup, aklına, düşünme melekesine,  takviyede bulunmasına sebebiyet verdiğinden sevilesi, oruç kisvesinde benliğimizde daha sık görülesi, teşvik edilesi bir şeydir. Fakat bunun bir basamak ötesindeki açlık sınırından sonra, artık kıvranmalar ve vücudun muhtelif bölgelerinde yer eden keskin ağrılara sebebiyet verdiğinden bir konuya odaklanıp düşünemeyecek hale gelirsiniz. Evet, tecrübe konuşuyor. Kusma da mesela insanda çok enteresan bir arınmışlık duygusunu doğurabiliyor. Metafizik manada olmasa da içiniz dışınıza çıkıyor ya sanırım ondan. İstifra anında kendinizi çok aciz hissedip, bu semptomun bünyenize verdiği acıdan çok bu çaresizlik hissi sizi ağlatabiliyor. Vaktiyle okuldan atılmamın akabinde yaklaşık bir yıl rutin olarak bu ve benzeri semptomlarla hayli içli dışlı olduğumdan biliyorum elbet tüm bunları. Fakat şuanki açlığım iştahımın hayli kaçmış olmasından kaynaklanıyor. Genelde de ölmeyecek kadar yemeği tercih ederim. Her ne kadar farklı tatları denemeyi sevsem de kararında bırakmaya çalışırım yediklerimi. Fazlası zaten hem israf hem bedene ve ruha eziyet.

Bu defa, kendi açlığımdan, değil abdestli kapitalistler tarafından emeği sömürüldüğünden, bir gece açlıktan gözlerinin feri kesilmek üzere olan bir -gazeteci- kardeşimin istemeden de olsa yalan söyleyip, üst kat komşusuna, evinde fazla ekmek olup olmadığını, karanlık çöktüğünden korkup fırına gidemediğini söylemek zorunda kalışından bahsedecektim aslında. Fakat gün içinde Türkiye’den iki yardım derneğinin büyük afişlerinin buradaki bir matbaada basıldığına şahit oldum. Sebebiyse;  belli bir miktarda “kurban” parasını, hayvanların Amerika’da kesilmesini istedikleri için buraya göndermiş olmaları. Etler dağıtılırken, buradaki aracı yardım derneğinin görevlileri arka kısma bu afişleri yerleştirip fotoğraf çekinecekler ki Türkiye’deki dernek broşür ve raporlarında burada da yardım faliyetleri yürüttüğünü ifade ve isbat edebilsin. Bir açından bakılınca makul gibi duruyor. Yani bu dernekler bazı deniz, okyanus aşırı ülkelere kendi elemanlarını göndermeye kalksalar yardım için harcanabilecek dünyanın parası yol masrafına gitmiş olacak. Öte yandan kendilerine de ifade ettiğim ve benim hayli sinirimi bozan, öfkelendiren mesele ise; globalleşme, kürselleşme özentisi ve dahi hastalığı! Yahu Türkiyedeki yardım derneğinin burada ne işi var?!

Buradaki yardım derneğinin de, kendisine ait neredeyse lokal hiçbir çalışması yok. En asgari bir aş evi bile yokken bu dernek Dünya’nın bilmem kaç ülkesine yardım ve kurban dağıtıyor. Yakın çevre için yaptıkları en büyük çalışma, bir takım müslümanların kendilerine verdikleri parayla aldıkları ve başkalarına kestirdikleri kurban etlerini, cami yönetimi gibi kuruluşlara taksim etmek. Bu kişiler de  cami cemaatlerinden ihtiyaç sahiplerine etleri veyahut yardımları dağıtmaktalar. Yazarken ve okurken bile tekerleme gibi. Yaşarkense trajikomik! Gel de için parçalanmasın.

Globalliğinizi seveyim! Bayram günü Kuşadasında, okul müstahdemliği yapan, 2 çocuk babası, İbrahim Duymaz adlı kardeşimiz kapatamadığı borçları sebebiyle geçirdiği cinnet sonucu kendini asarak intihar etti. Bu bayram da bu ve benzeri durumların farkındalığı yüzünden hüzünden öte bir köye gidemedim. Türkiye’deki dernekler buradaki yardım derneğine kurban parası gönderiyor, buradaki dernekler Türkiye’ye ve muhtelif ülkelere. Al gülüm, ver gülüm. Ama ne benim memleketimdeki yetim çocuğun başı, sahici ve şefkatli bir el tarafından okşanıyor, ne de buradaki evsiz ve aç insanların karnı doğuyor, ruhlarındaki yaralar sarılmaya çalışılıyor. Bir aş evi teklifinde bulunulduğunda çok çetrefilli olduğu düşünülüyor. Evet, öyle. Uzaklarsa ne kadar cazip vicdan tatminleri için. Bir aş evi kurulsa, her gün ve akşam, aç ve muhtaç, dengesi Dünya’nın çarpıklığıyla yaralanmış insanlarla kim uğraşacak. Yetimler resmi kurumların yurtlarında bile suistimal edilsin kendi memleketimizde! Biz uzakların romantizminin tadına varalım. İşin bir kötü yanıysa bu can yakıcı çarpıklık yüzünden insanın bu tür kurumlara da tepkisel bir duyarsızlığa doğru meyletmesi.

Birkaç ay önce bir dostum vesilesiyle bir yardım derneğinin yönetim kurulu toplantısında misafir olarak istişare etmek üzere bulundum. İnsanların zaafları, gönüllü çalışanlar arasında iktidar hırsı, yardım dernekleri arasında yardımlaşma ve paslaşma yerine tahrip edici rekabetlere dair çare arayışlarından asıl meselelere geçilemedi. Bundan 7 yıl kadar önce ise Bursa’da yerel bir yardım derneğinde hayli uzun soluklu çalışma imkanı bulmuştum. Hayatımda yer eden pek çok dostu bu kurum vesilesiyle kazandım. Yaşananlara kontras yapması açısından deneyimlerimden birkaç örnek paylaşmak istiyorum.

Yönetim kurulundaki ağabeylerimiz derneğin yerel medyada ve Belediye eliyle bile reklamlarının yapılmasına karşıydı. Birilerinin rantının malzemesi ve nesnesi halini almaktan imtina ediyorlardı haliyle. Haklı ve yerinde bu tutum derneğin çok hızlı genişlemesine mani idi ama aslolan nicelikten evvel nitelikse gayeye ulaşılmış gibiydi. Her kesimden gönüllü arkadaşlarla evvela 250, sonrasında 500 kadar aileye maddi manevi yardım etme imkanı bulduk. Görevliler çevresinde irtibata geçebildiği insanlardan makbuz karşılığı bağış alıyor ve yine çevresindeki insanlara, tahkikat ekibinin araştırması sonrasında belirlenen nitelikte yardım ulaştırıyordu. Her ne kadar ben aralarından ayrılmış da olsam, çeşitli sebeplerle ortam biraz bulanmış da olsa derneğin çalışmaları devam ediyor olmalı.

Bir bayram sabahı bir dostumla beraber bize ulaşan, doğum yapıp ikizleriyle hastanede rehin kalan bir bayanı kurtarmaya gitmiştik. Saatlerdir çırpındıkları mesele, kapısını çaldığımız bir yetkilinin bir telefonuna bakmıştı. Bu insanlar uzakta değillerdi, komşumuz yahut aynı şehrin insanlarıydı. Kimine iş bulduk, kiminin çeyizini düzdük, kiminin yitirdiği özgüvenini, ezikliğini tamir etmek için akşam çaylarını içmeye gittik, kimine esnaftan, yakınlarımızdan para toplayıp derme çatma bir ev aldık. Sonra başka esnaflardan evin tamiri için yardım istedik. Sonra bu ev Belediyenin şehir planlaması sebebiyle yıkılacaklar arasında yer aldı. Belediye evin tamir edildikten sonraki haliyle değerlendirmede bulunduğundan, o aileye hayli geniş kaloriferli bir ev verdi. Ki hala bahsi geçen aileyle bireysel olarak görüşürüm. Ailenin evvelce selpak satması, tartı için akşamları yollara koyulmasına mani olduğumuz çocuklarından biri bu sene üniversiteyi kazandı. Muhtemelen de benden önce bitirecek:) Varsın olsun. Büyük bütçeli dernekler ne yapıyorlar? Rapor ve reklamlarında ülke sayısını kabartmak için en çok sorumlu olduğu çevreyi ıskalıyorlar. Allah hayırda yarışanları seviyor da hırsla rekabet edenleri ne yapar bilemiyorum.

Amacımız yaşamda kalmaktan çok insan olarak kalmaksa, tüm modern ilerlemeci söylemlere inat özümüzü bulduğumuz yerde kalıp, vefa ile orada varlığımızı tekamül ettirmek, derinleşmek için çaba göstermemiz gerekmez mi? Kimilerimizce yaşamımızın anlamı hayata mümince şahitlik etmekse eylemlerimizi lanetli konformizmden ve vicdan tatminlerinden azade etmeli değil miyiz? Aksi takdirde globalleşme derdine, piramitleşme yolunda ilerliyoruz. Her birimiz sömürü piramitlerine yeni taşlar taşıyoruz. Altta kalanlardan her birimiz sorumluyuz. Kurbanlarımızı, yardımlarımızı, salatlarımızı Rabbe yaklaştıran ve bizi arındırabileceklerden seçme konusunda daha çok emek vermeliyiz diye düşünüyorum. Ruhumuzu arındırmak istiyorsak ruhumuzda yer eden varlıklarımızdan feragat etmeli, bu yolda emek vermeliyiz.

Ve nakarat:
Yaşadım sanki çağlar boyu. Nasıl bir yorgunluktur bu bendeki. Firavun’un soy ağacına taş taşıttığı o yorgun köle sanki benim. Oysa Tih’de hapsolmuş bir neslin arasından sıyrılmaya çalışanlardan sadece biriyim.

[Dilsizmütercim-Meryem Rabia Taşbilek-211120101854]