Memleketimden selamını hiç beklemediğim bir arkadaşım selam etti dün akşam. Sanırım Rabbin bayram hediyesi bu idi. Şöyle hitap etmiş: "Kışlık yerde limon ağacı olan kardeşim." Ne kadar da varlığımla örtüşen bir kelam. Nice sevindim. Mahrem bir hitabı nesneleştirmekten imtina etsem de, bayrama dair de hissettiklerimi özetler nitelikteki bu tabiri yazmak istedim. Bizim dünyadaki konumumuz bu. Yerini yadırgayan eşyalar gibiyiz. Ama öznelerin Öz-nesine muhatabiyetimiz sebebiyle de nesnelerden çok daha başka, zor, girift ve güzelliğe dönük bir yerdeyiz. Çünkü burası Araf, çünkü burası Sırat... Düşe kalka yürüyoruz. Ötelerden esen ılık birer lodostur bayramlar. Büyüdükçe ruhumuza ulaşan ısısı azalıyor da olsa. Bu dünyanın bayramları Rabbin hediyesi de olsa beni şenlendirmeye kafi gelmiyor, hep buruklaştırıyor. Bu ilahi hediyeyi geri çevirmek haddime değilse de, halime bakıp altında ezildiğim de bir gerçek. Ben İbrahim değilim, bir İsmal'im de olmadı hiç. Ama hak etmediği halde İsmailleşen meyil, ülfet ve zaaflarımız elbet saymakla bitmez. Şimdiye dek nefsimden kimi parçaları koparttığım ve kurban ettiğim oldu ama onların yerine yeni parçalar çöreklendiler zamanla. Kurban oluş, kurban ediş bayram günü aniden gerçekleşebilecek bir hal olmasa gerek. Ama bayramların bir hatırlayışa gebe olduğu muhakkak. Ruhumuz buradan bir farkındalık doğurur mu, kalbi düşüklerimize bir yenisi daha mı ulanır bilemem. Kurban oluş, adanış, biteviye bir süreç ve yolda oluş gerektiriyor. Yaşandıktan sonra sadece bir an gibi gelecek bir ömrün yolcularıyız. İyi ki burada kalıcı değiliz ama yolda iyi ki de karşılaşmışız deyip şükrettiğim yolculara Selam olsun. Bayramlarımız bayram ola, bir gün... Dilsiz...