Voegelin: Modernite bir 'akıl hastanesi'dir
Türkçe'de kitabı ilk kez yayınlanan Alman
filozof Eric Voegelin'in düşüncelerini ve bilhassa moderniteye
getirdiği eleştirileri Bengül Güngörmez’le konuştuk
Asım Öz/ Dünya Bülteni
İnsanlık Draması adlı çalışma,20.
yüzyılın önemli düşünürlerinden biri olmasına rağmen çağdaşlarının
çoğuna nispetle ülkemizde henüz pek az, neredeyse hiç tanınmayan bir
alman filozofun, Eric Voegelin'in (1901-1985) politika teorisini,
moderniteye yaptığı eleştiri çerçevesinde ele alıyor. Geçtiğimiz
yüzyılın en tartışmalı filozoflarından biri olan Voegelin, 'aşkın
tecrübe'yi politik teorinin dışında bırakan yahut hiçe sayan modern
politika teorilerini radikal bir tarzda eleştirir. Onun politika
teorisi, politik eylemde bulunan insanın, varlığının asli 'temeli'yle
tekrar buluşmasını, moralite ile politikayı bir arada düşünebilmemizi ve
ideoloji ile politikayı birbirinden ayırabilmeyi sağlayacak temel
felsefi kriterleri keşfetmemizi mümkün kılar. Hepsinden önemlisi,
Voegelin, politika teorisinde, modern dönemde kaybedilmiş olan
'ortaklığın', 'politik, moral ve spiritüel ertaklığın' felsefi ve
sosyolojik varolma koşullarını gözler önüne serer. Bu ortaklık insanın
'temel' tecrübesiyle, 'anlam' arayışıyla ilişkilidir; 'temel'
tecrübesinin kaybı, 'ortaklığın' kaybı demektir.
Henüz Türkçe’de yayınlanmış hiçbir eseri
olmayan Voegelin üzerine Türkçedeki ilk çalışma olması dolayısıyla bu
çalışma öncelikle 'Voegelin kimdir ve politika teorisini oluşturan temel
düşünceler nelerdir? ' sorularından hareketle yazılmıştır. Diğer
taraftan, 'tarih teorisi / felsefesi' niteliği de taşıyan politika
teorisi eksenindeki gemiş çaplı felsefi, teolojik ve tarihsel
soruşturmasının 'genel' bir panoramasını da sunmaktadır. Bengül
Güngörmez’le kitabını ve pek tanınmayan bu filozofu konuştuk.
Henüz hiçbir eseri
Türkçeleştirilmeyen Eric Hermann Wilhelm Voegelin’den ve hayatından
başlayalım konuşmaya. Kimdir yanlış taraftaki bu Alman filozof?
Voegelin’in ilginç bir o kadar da
çetrefil bir hayat hikâyesi var. Alman fakat Nazi düşmanı, Protestan
fakat Luther eleştirmeni, muhafazakâr fakat anarşist, filozofça yaşayan
fakat cebinde parası yok diye sokakta soyguncular tarafından dövülecek
kadar da hayatın içinde, her türlü ideolojinin eleştirmeni bu yüzden de
her yerden kovulmuş kategori dışı bir filozof. İnsanlık cemaatinden
bahseden ancak cemaati olmayan düşünür. Hikayesi Almanya’da başlıyor
sonra ailecek göç ettikleri Viyana’da devam ediyor. Viyana’da geniş bir
entelektüel muhite dahil oluyor. Gençliğinde Viyana’da sanatçılardan
bilim adamlarına doğru değişen her alandan insanlarla görüşüp fikir
teatisinde bulunan, aynı zamanda eğitiminin yanı sıra hayatını idame
ettirmek için sürekli çalışmak zorunda olan, hem alaylı hem mektepli
yoksul bir entelektüeldir Voegelin. Elde ettiği burslarla Almanya’nın
yanı sıra Amerika’ya ve Avrupa’ya gidiyor ve burada da hem dil hem de
her girdiği entelektüel muhitin entelektüel felsefi ve politik
problemlerini öğreniyor. Almanca’nın yanı sıra İngilizce, Fransızca,
Rusça, Yunanca, Latince, İbranice, Çince bildiği diller arasında
Voegelin’in. Dönüşünde kendi hocası Hans Kelsen’i bile eleştiren nev-i
şahsına münhasır entelektüel bir kişiliktir artık Voegelin. Nazizmi
eleştirdiği için ABD’ye kaçmak zorunda kalır. Orada da bir hayat
mücadelesi var Voegelin’in. Günde on sekiz saat çalışan bu filozof kırk
cilde yakın eser vermiştir.
Peki onun düşünceleri üzerinde güçlü tesirler bırakan kişiler kimlerdir?
Kimler yok ki! Voegelin’in eserlerinde
çok sayıda filozof, teolog, edebiyatçı, tarihçi, sanatçı ve sanat
tarihçisi, din alimleri, antropologlar ve eski eser uzmanları, şairler..
cirit atar. Voegelin’in entelektüel babaları, en başta Platon olmak
üzere Augustinus’tan Thomas’ya, Weber’den Karl Kraus’a, Mises’ten Max
Dvorak’a, Jaspers’ten Dewey ve Whitehead’a, Witgenstein’dan, Stefan
George ve Santayana’ya kadar, ve daha sayamadığım pek çok alim yahut
filozofu içine alan geniş bir yelpazede çeşitlilik gösterir. Voegelin,
sanat ve sanat tarihçilerinden sanat, hukukçulardan hukuk,
iktisatçılardan ekonomi, filozoflardan felsefe, sosyologlardan
sosyolojiyi, tarihçilerden ve dinler tarihçilerinden tarihi, eski metin
uzmanlarından eski metinleri, şairlerden şiiri öğrenmiş ve eserlerinde
yeri geldikçe öğrendiklerini kullanmış çok yönlü bir filozoftur.
Schmitt’ten Strauss’a, Schütz’ten Gadamer’e polemikleri ve
mektuplaşmalarıyla Voegelin eserlerinde bize çağının neredeyse bütün
entelektüel problemlerinin bir dökümünü yapar.
Modernitenin Ufkunu Aşmak
Voegelin hakkında yapmış
olduğunuz çalışmanın sadece ecnebi bir filozofun kişisel düşüncelerini
değil aynı zamanda insanlığa konuşan bir filozofun satır aralarından
kendi deneyimimizi de okuyabileceğimizi ifade ediyorsunuz. Çalışmanızdan
anladığım kadarıyla modernizmin kibrini ve onun gerçeklik algısını epey
hırpalayan Voegelin eserleriyle nasıl bir ufuk sunar insanlığa?
Evet, böyle bir şey söylemiştim. Voegelin
aslında modern kavramlarla ve modern bakış açısıyla konuşmuyor bize.
Modernitenin ufkunu da aşan ve ona uzaktan bakabilen bir perspektife
sahip. Modernitenin ciddi bir kritiğini sunuyor. O aslında bütün
insanlığa ortak olan, evrensel bir tecrübeden “içkinlik” ile “aşkınlık”
tecrübesinden, bunların birbiriyle ilişkisinden söz ediyor. Kutsal
olanla profanın, ilahi olanla dünyevi olanın ilişkisinden, başka bir
ifadeyle dinsel olanla politik olanın ilişkisinden söz ediyor.
“İçkinlik” ve “aşkınlık” meselesi her ne kadar kimilerine teolojinin bir
meselesi gibi görünse de aslında modern politik düşüncenin tam da
kalbinde ikamet eder. Politik olanda dinsel olanın, dinsel olanda
politik olanın tespiti oldukça güçtür. Voegelin bunun tespitinin
yollarını öğretiyor. Voegelin’in yaptığı basitçe ifade edersek şu;
seküler alanın, politik alanın rahiplerine ve kurtarıcılarına karşı bizi
uyarmak. Voegelin kurtarıcıların bizzat kendilerinin de kurtarılmaya
muhtaç olduğunun hikayesini anlatıyor. Mesela bizi gelenekten kurtarmayı
ve bu gayeyle toplumun total bir şekilde dönüştürülmesini
arzulayanlardan bugün bizi kim kurtaracak? Asıl toplumu kurtarma
misyonunu kendilerine yükleyenleri bugün kim kurtaracak? Modernleşmenin
krizini yaşayan bütün ülkelere söyleyecek sözü var Voegelin’in. Bu
yüzden kendi tecrübemize ilişkin çok şey öğrenebiliriz Voegelin’den.
Ayrıca Voegelin’in Türkiye’deki muhafazakârlar için çok önemli olduğunu
düşünüyorum. Türkiye’de liberalizmin, sosyalizmin, demokrasinin
felsefesi teorisi vardır, tartışılıyor ancak muhafazakârlığın felsefesi
ve teorisi bence kafi derecede yapılmıyor, tartışılmıyor. Türkiye’de
muhafazakârlar daha çok kendi muhafazakâr cedlerini tanıyorlar. Yahut
Hiedegger gibi “popüler” filozofları. Bunda ülkemizdeki Aydınlanmacı
entelektüellerin, Batılı muhafazakâr düşünürleri görmezden gelmesinin ve
az tercümenin tesiri büyük. Bu yüzden ülkemizdeki muhafazakârların
yabancı dil bilmiyorlarsa Batı’daki muhafazakâr düşünürlerle bizdekileri
mukayese yapma şansları pek yok. Ayrıca dindarlar yahut muhafazakarlar
yönetime talip oldular fakat dindarların seküler bir alan olarak kabul
edilen kamusal ve politik alana dini kimlikleri ve argümanlarıyla da
olsa iştirak edebilmeleri için “teorik” temele ihtiyaç var. Yeni politik
düzende, yeni politik vizyonda kamusal alanın sınırlarının
genişletilmesine ve dindar kişilerle dindar olmayanlar arasında
karşılıklı bir müzakere ve diyaloga ihtiyaç var. bir arada özgürce nasıl
yaşayacağız? Voegelin, bize bunun yollarını ve teorik temelini
gösteriyor. Şimdiye kadar pragmatizmle bu işler belki halloldu, peki
insanlar özgürlük talepleriyle gerçekten gelmeye başladıklarında ne
olacak? Devlet çekildiğinde hiçbir ideolojik grubun kamusal alanı
tahakküm altına almaması nasıl sağlanacak? Bu sorular cevaplanmayı
bekliyor.
Peki, başlıca ilgili alanları ve kitapları nelerdir?
Dediğim gibi, başta felsefe olmak üzere
teolojiden, edebiyata, tarihten sosyolojiye, sanattan dile ve
arkeolojiye pek çok alana alaka duymuştur. En mühim kitapları diye bir
şey söyleyemeyeceğim çünkü bana göre hepsi mühim. Ancak Magnum Opus’u
yahut şahaseri sayılan Düzen ve Tarih ciltlerinin yanı sıra Naziler tarafından kovuşturulmasına sebep olan Politik Dinler adlı eseri en öne çıkan eserlerinden. Yine Aydınlanmadan Devrime adlı eseri Aydınlanma projesinin anlaşılması bakımından çok mühim. Politik Fikirler Tarihi ciltleri antikiteden çağımıza kadar bize geniş bir tarihsel dönemin panoramasını veriyor. “Politikanın Yeni Bilimi”, “Hitler ve Almanlar”, “Anamnesis”, “Irk ve Devlet”, “Tarih Nedir”, “Bilim, Politika ve Gnostisizm”, sayabileceğim diğer önemli kitapları arasında.
Mistik olmakla filozof olmak arasında kurmuş olduğu bağ nasıl bir bağ?
Voegelin’in mistik filozoflar olarak
adlandırdığı filozoflar Platon, Aristoteles, Bodin, Weber, Bergson gibi
filozofları içine alıyor. Muhtemelen kendisini de onların arasında
görüyor Voegelin. Mistiklikten kasıt dogmatizmin önüne geçmek. Hem
düzeni savunup hem nasıl dogmatik olmayacağız? Hem muhafaza edip hem
nasıl değişeceğiz? Hem iman etmiş hem de sorgulayan kişi nasıl olacağız?
Bu sualler ciddi ve önemli sualler. Bu suallerin cevabı iyi
verilmediğinde karşımıza tarihsel arenada boy gösteren ve yıkıcı
tesirlere de sahip olan devrimler çıkıyor. Sekteryan olmamak, birbiriyle
çarpışan ideolojilerin dışına çıkabilmek ve onlara üstten bir bakış
geliştirerek yolunu bulabilmek, tek hakikatin kanlı bir savunucusu
olmamak hep bu mistisizme bağlı. Voegelin’e göre bunun tarihteki en iyi
örneklerinden birini Jean Bodin verir. Ayrıca Voegelin Platon’dan ödünç
aldığı “metaxy” yani arafta olma daha doğru bir deyişle “arada olma”
kavramını mistisizminin temeline yerleştirir. Yine Alman filozoflar için
çok mühim bir kavram olan Almanca kavram “die Kehre/Umkehrung” yani
“dönme” yahut “dönüş” ile araştırma metodu olarak benimsediği
“meditasyon praksisi” Voegelin’in mistik olma yolunda kullandığı önemli
metodlar. Kitabımda bunları teferruatlı olarak bulabilirsiniz.
Politikanın Alanı
İnsanın bilimi olarak anladığı politika bilimi alanında dile getirdiği yaklaşımlarının belli başlı özellikleri nelerdir?
Bir kere klasik politika bilimi
anlayışlarından farklı bir anlayışı var Voegelin’in. Politika bilimi
deyince onun aklına pozitivist yahut bilimci yaklaşımlar gelmiyor. Zaten
o bunların karşısında. Onun bilim dediği şey Platoncu Aristotelesci
bilim. Bilim yani felsefe; doxa dünyasından hakikat dünyasına dönüş.
Mesela modern politika kavrayışı veya modernite Voegelin için Doxa.
Voegelin politika biliminin pozitivist kurallarını aramıyor. Bazı temel
ilkeleri tespit ediyor. Mesela Politika bilimi bir tarih teorisi olmak
zorunda Voegelin’e göre. Halbuki pozitivizm tarihi dışlar. Yine politika
bilimi aynı zamanda felsefi antropoloji olmalıdır. Yani insana ilişkin
bir görüş geliştirmelidir. Voegelin’in politika teorisi bu iki ana ayağa
yaslanır: tarih teorisi ve insan görüşü Buradaki tarih görüşü ilkçağdan
günümüze uzanan geniş bir tarihsel dönemi ihtiva eder. Yine Voegelin’e
göre politikanın alanı aynı zamanda dinselliğin alanıdır. Politik
toplumdaki insan maddi olandan ruhani olana hayatı bütün gerilimleriyle
yaşar diyor. Halbuki modern politika teorileri politikanın seküler bir
alanda iş gördüğü iddiasında. Ayrıca Voegelin’e göre aşkınlığı, aşkın
tecrübeyi reddeden bir sistemde politikadan söz edemeyiz. Dini reddeden
siyasi bir sitemde politikadan söz edemeyiz. Politikanın olması için
aşkın tecrübenin olması gerekir, onun olmadığı yerde politika değil,
ideoloji yahut insani her şeyi dışarıda bırakan ve toplumu total bir
biçimde şekillendiren “sistem” vardır. Yine onun gnostisizm (kısaca
bilgi vasıtasıyla insanlığın kurtulacağına inanç) tezi, modern politik
anlayışı hatta modern felsefeyi “gnostik” olarak görüşü günümüz politika
perspektifini aşan bir perspektiftir. Voegelin’e göre modern politika
bilimsellik ve dünyevilik iddiasına rağmen yeni bir din, yeni bir
kutsallıktır.
Modern zamanlarda varlık
hiyerarşisinin yıkılışı/kırılışı devlet anlayışında ne tür bir değişime
sebebiyet verdi? Kerameti kendinden menkul modern devletin yönetim
tarzıyla hikmeti hükümet temelli geleneksel devlet teorisi arasında bir
süreklilikten söz edilebilir mi?
Voegelin’e göre, modern politik dünya
görüşünün dini bir sistem ürettiği kanaatinde. “Tanrı’nın ölümü”nün
entelektüel ilanıyla başlayan bir süreçte varlık hiyerarşisinde modern
dönemde Tanrı’nın yerini “devlet” almıştır. Modern ideolojiler
–komünizm, faşizm, nasyonal sosyalizim gibi..- ve bu ideolojilere
yaslanan devletler aslında dinlerin modern öncesi dönemde cevap verdiği
sorulara modern dönemde cevap vermeye çalışan politik dinlerdi. Tanrı
tecrübesini bir ilizyon sayarak entelektüeller “Nihai Sorular”a bu
ideolojilerle cevap verdiklerini düşündüler. Tarih kendi ideolojik
sistemlerine göre bir noktada duracak ve mükemmel toplum inşa
edilecekti. Bu bağlamda devlet mühim bir rol üstleniyor toplumu
dönüştürmek ve değiştirmek için. Kerameti kendinden menkul devlet,
varlık hiyerarşisinde devletin zirveyi teşkil etmesi anlamına geliyor.
Önceden zirvede Tanrı bulunuyor ve yönetici, en azından halkının gözünde
Tanrı’ya karşı sorumluluk taşıyordu. Modern dönemde bu ortadan
kalkmıştır. Halkın liderini ölçüye vuracağı nihai bir otorite
kalmamıştır. Bu yüzden Hitler gibi liderler kitleye dönüştürülen
halklarının gözünde Tanrı rolünü oynayabildiler. “Heil Hitler”
dediklerinde insanlar yalnızca yaşasın Hitler demiyorlar onu adeta bir
Tanrı yahut Mesih gibi görüyorlardı. “Heil” almancada aynı zamanda
kutsallığa göndermede bulunur ve “kurtuluş” anlamına gelir. Yine
Heilgeschishte kutsal tarih anlamına gelir. Dilsel çözümlemelerle dahi
insanların yirminci yüzyılda nasıl bir “kurtarıcı” arayışında
olduklarını, anlam ihtiyacını ve spirütüel, manevi deformasyonu
görebilir, bu sosyolojik olguları tespit edebiliriz.
Schmitt’in politik gerçekliğe
yaklaşımında devlet temelli kolektivistlik Voegelin’in ise politik
gerçekliğe yaklaşımında kişisel tecrübeye vurguyu esas alan anlamlı
birliktelik öne çıkar. Buradan hareket ettiğimizde Voegelin’in
bahsettiği Geist üzerinden Türkiye toplumunu okuduğumuzda nasıl bir
manzara çıkar karşımıza?
Türkiye’de sözü edilen ideolojiler,
Voegelin’in deyişiyle “politik dinler” Batı’daki kadar etkin olamasalar
da yönetim ve kurumsal anlayışa tesir ettiler. Geleneğin gücünü kırmaya,
toplumu gelenekten özgürleştirmeye yönelik entelektüel-politik tavır ve
tutumlardan, toplumu belirgin bir ideolojiye göre total bir şekilde
dönüştürmeye yönelik her türlü ideolojik tavır alışa kadar toplumsa
arenada sözünü ettiğimiz politik dinler boy gösterdi. Türk
milliyetçiliğinden, Kürt milliyetçiliğine, Türk sosyalizminden,
ulusalcılığa, Kemalizm’e, İslamcılığa kadar pek çok ideolojik angajmanı
politik dinler bağlamında değerlendirebiliriz. Kim ki toplumu total
olarak dönüştürmeyi arzuluyor Voegelin’e göre o, gnostiktir ve politik
bir dine sahiptir. Türkiye’de demokrasi anlayışı bu politik durumun
tezahürüdür. Sivil bir demokrasi değil, devletin etkin olduğu
kolektivist bir demokrasi anlayışına sahibiz. Kuruluşundan beri, hatta
öncesinde devlet idealleri ölçüsünde sürekli olarak topluma biçim
vermeyi şiar edinmiş ve karşısında da topluma yine kendi ideolojilerine
göre biçim vermeyi gaye edinen muhalifleri bulmuştur. Devletin politik
dinine karşı devletin muhaliflerinin politik dinleri.
Peki herhangi bir hükümetin
temsil kurumlarını işleterek siyasal toplumu temsil edemeyeceğini aynı
zamanda varoluşsal bir anlamda da temsilin gerekliliğini savunan
Voegelin’in bazı noktalarda Schmitt’en etkilendiği söylenebilir mi?
Elbette Batı’da filozoflar birbirlerinden
etkilenir ve fikir teatilerinde bulunurlar. Ancak Voegelin onu çağının
en mühim politika bilimcilerinden biri olarak kabul etmekle birlikte
Schmitt’ten çok farklı bir yerde duruyor. Schmitt’ten kollektivist bir
demokrasi anlayışı çıkarken Voegelin sivil demokrasiyi savunuyor.
Modernite Kritiği
İnançta akıl boyutu, akılda
inanç boyutu olduğunu savunan Voegelin’in Schmitt’in İbn Rüşd hakkında
söylediklerini değerlendirişi nasıldır?
Voegelin, İbn Rüşd hakkındaki görüşü
basitçe şudur: Modern ideolojilerin temelindeki kollektivist yaklaşımın
kökü İbn Rüşd’çü kolektivizmde bulunuyor olabilir. Ona göre Schmitt
aslında bunu fark etmişti.
Voegelin düşünce dünyasındaki
asıl çözülmeyi, 1920’li yılların sonlarında Rockefeller burslusu olarak
gittiği ABD’de yaşadığı biliniyor. Onun siyasala ilişkin
yaklaşımlarında Amerikan pragmatizminin etkisinden söz edilebilir mi? Bu
bağlamda ilerlemecilik, pozitivizm, Marksizm, psikoanaliz, komünizm,
faşizm ve Nazizm’i eleştiren Voegelin’in kapitalizme ilişkin
eleştirilerinin olmayışını nasıl anlamalıyız?
Aslında doğrudan doğruya kapitalizmden
söz etmese de Voegelin’in eleştirileri modern kitle toplumuna ve onun
“içkinci”, “dünyaperest” yaklaşımı hakkındadır. Kapitalizm moderndir.
Voegelin zaten moderniteyi radikal bir şekilde kritik ediyor.
Ütopik tasavvurlara
dolayısıyla yaşadığı dönemde ağırlıklı olarak sol siyasi hareketlerin
günlük siyasi tartışmalarda toplumu bölmesine, başkalarını bu ütopik
dünyalara sokmaya çalışan kişilerin özgürlük ve barış kahramanları
olarak ilan edilmesine karşı çıkan Voegelin’i bu yönüyle tipik bir
“soğuk savaş düşünürü” olarak görebilir miyiz?
Bana göre Voegelin’i yalnızca çağının
filozofu olarak görmek yanlış. Modernite kritiği, modernliği aşma arzusu
onu çağının ötesine geçen bir filozof haline getiriyor. Onun fikirleri
zaman içinde daha önemli olacak diye düşünüyorum. Voegelin’in “dünyaya
içkin kolektif varoluş”, insanın “kişi” olarak niteliğini yitirmesi,
Almanların deyişiyle insanın Geistig kapasitesizleştirilmesi, Geist’ın
dünyevileşmesi yahut içkinleşmesi, insan ruhunun yozlaşması, çölleşmesi
ve bayağılaşması, insanın kendi benliğine büzülerek öznelerarasılığın
kaybolması ve modernitenin kendisinin bir din olduğuna dair vizyonunun
gelecekte daha fazla gündeme geleceğini düşünüyorum.
Şunu da merak ediyorum
doğrusu: Nazi rejimine karşı olmasına ve Gestapo’dan hayatını son anda
kurtarmasına ve beş ciltlik History and Order (Tarih ve Düzen) ile
sayısız makale olmak üzere devasa bir literatür bırakmasına karşın
Voegelin’in bir politik filozof olarak kenarda kalışının sebebi nedir?
Bunun en önemli sebebi, modern
entelektüelin dili ve jargonuyla konuşmamasıdır. “İçkinlik-aşkınlık”,
“politik dinler”, “ilk gerçeklik” –ikincil gerçeklik” vs tarzındaki
terminolojisi ve mit ile felsefe, vahiy ile felsefe hakkındaki
görüşleri, hiçbir cemaate yaranamaması onun görmezden gelinmesine sebep
olmuş. Ayrıca muhafazakâr kimliği de etken. Türkçe literatürde de benzer
bir durum söz konusu. Popülerse, mevcut entelektüel jargonu
kullanıyorsa tanınır. Habermas,- Heidegger vs. alman filozofları
arasında popüler ve tanınıyor. Voegelin popüler değil, tanınmıyor.
Bilhassa Voegelin’in teolojik yaklaşımları sosyolojik ve felsefi
değerlendirmelerinde kullanıyor olması hem ülkemizdeki hem de Batı’daki
mevcut entelektüel ortodoksi için bir tehdit gibi gözüküyor. Bir kere
Voegelin için “sorgulamak inancın özüdür”. Dindar kişi felsefe yapamaz
ya da felsefeyle uğraşan dindar olamaz türünde bir argümanı reddediyor
Voegelin. Voegelin’e göre “inançta akıl, akılda inanç” vardır.
Ülkemizdeki mevcut entelektüel ortodoksi bu türden argümanları kabul
etmez. Böyle söyleyen bir filozof mevcut ortodoks görüşlere saldırdığı
için ancak görmezden gelinebilir. Ancak yine de çok fazla pesimist
olmaya gerek yok özellikle ABD’de iyi tanınan bir filozof. Almanya’da
dışlanmasının sebebi ABD’ye kaçmış olması ve bir Alman olmasına rağmen
Nazi muhalifliği diyebiliriz.
Peki, bu kenarda kalma durumu
sadece Türkçe literatüre dair bir durum mu? Batı’da çok bilinen ve
tezleri üzerinde çokça durulduğu söylenebilir mi?
Dediğim gibi ABD’de çok tanınıyor. Büyük
bir entelektüel grup var hakkında yazıp çizen. Ayrıca dünyada artık her
yerde Voegelin enstitüleri ve araştırma merkezleri kuruluyor. Arşivleri
var. Bu merkezlerde Voegelin’in eserleri tercüme ediliyor, hakkında
yazılıp çiziliyor ve kongreler tertip ediliyor. Türkiye’de maalesef
henüz tercüme edilmiş tek bir makalesi yok. Burada da bir arşivin
kurulmasını çok arzu ederdim. Batı’da entelektüel tartışma bu arşivler
ve araştırma merkezleri etrafında dönüyor. Bu arşivler ve araştırma
merkezlerinin etrafında entelektüel bir hale oluşuyor. Yalnızca
Voegelin’in değil, Husserl gibi başka filozofların da arşivleri var.
Bilhassa teorik tartışmaların gelişmesi için bu türden oluşumlar şart.
Geleneğin Sferinde Düşünmek
Gelenek ile yüzleşmeye teorik açıdan ne tür katkıları olabilir Voegelin düşüncesinin?
Gelenekten “kurtuluş” modernleşme
sürecimizde ülkemiz entelektüellerinin en büyük hayaliydi. Geleneğin
yerini bilimsel bilgi alacak, eğitimle bu bilimsel bilgi yeni kuşaklara
nakledilecekti. Gelenek köhnemiş hurafeler ve dogmalardan teşekküldü ve
bunlardan kurtulmamız gerekliydi. Türkiye’de entelektüel, “bilgi”
vasıtasıyla toplumun kurtulacağına inandı. Bugün bu iyimser proje
modernliğin sıkıntılarıyla boğuşup duran insan için bir ilüzyon haline
gelmektedir. Pek çok disiplindeki gelişme entelektüelleri şu soruyla
yüzleşmek zorunda bırakıyor: geleneğin entelektüel reddi gelenekten
kurtulabilmeyi sağlamış mıdır? Geleneğe açılmış savaşın da bir geleneği
vardır. Üstelik antik yunana kadar giden bir geleneği. Heidegger’in şu
sözünü hatırlatmak isterim: “Neyi düşünmeyi denersek deneyelim ve nasıl
düşünmeye çalışırsak çalışalım geleneğin sferinde düşünürüz.” Aydınlanma
düşüncesi Voegelin’e göre gnostik geleneğe, yani bilgiyle kurtuluş
düşüncesinin egemen olduğu tarihsel, dinsel, entelektüel geleneğe
dayanır. Bizde modern düşünür, bir geleneği reddederken başka bir
geleneği kabul ediyor. Ancak mensubu olduğu düşünce geleneğinin
amentülerini hakikat kabul edip mevcut geleneğe yahut geleneklere savaş
açıyor. Akıl varsa inanç olmaz, sorgulayan iman edemez, din başka şey
politika başka şey tarzındaki amentüleri yahut din/bilim, bilgi/inanç,
felsefe/vahiy dikotomilerini savunan entelektüel kendi dinsel
pozisyonunu görmezden geliyor. Bu bağlamda Türkiye’de entelektüel
-elbette istisnaları saymazsak – seküler alanın rahibidir. Voegelin’e
göre bu, aynı zamanda en genelde modern entelektüelin ruh hastalığıdır.
Gnostisizm ve Modernlik
Veogelin’inin gnostik gelenekle modernite arasında kurmuş olduğu bağlantı sosyolojik teori bakımından bir yenilik içeriyor mu?
Voegelin’de yeni olan şey moderniteyi
gnostisizm kavramıyla bir arada düşünmesi. Modern olanın da dini reddine
rağmen dinsel olabileceği. Voegelin’e göre modernite sekülerleşmiş
gnostisizmdir. Yani seküler bir dindir. Sosyolojik literatüre gnostisizm
kavramını sokması açısından yenilik içerdiğini söyleyebiliriz. Ayrıca
“içkinleşme” (immanentism), ideolojik toplum tarzındaki terminoloji de
sosyolojik tasavvurun ufkunu genişletiyor. Ayrıca Voegelin aşkın ve
içkin tecrübenin sosyolojisini yapıyor.
Modernitenin krizini nasıl anlamlandırır Voegelin?
Voegelin’e göre modernite bir “akıl
hastanesi”. Modernlik ise bir ruh hastalığı. Elbette Voegelin burada
metaforlarla konuşuyor ve bunun neden böyle olduğunu bize tarihsel
süreciyle anlatıyor. Voegelin için esas olarak modern kriz, maddi yahut
ekonomi ile alakalı bir kriz değil, manevi krizdir. O, spirütüel bir
krizdir; anlam arayışı ve anlam krizidir. Hegel’in şu ünlü sözünü bu
bağlamda zikredebiliriz: “Tanrısı ölmüş bir toplumun canı sıkılır.”
Kitabımda bu can sıkıntısı teferruatıyla anlatılıyor.
Hıristiyanlığın
tarihselleştirilmesini sekülerleşme olarak okuyan Voegelinci
perspektiften hareketle başka dini geleneklerin sözgelimi İslam’ın
tarihsel olarak okunmasını da anlamlandırmak mümkün olur mu?
Bu soruyu hem Voegelin’i hem de İslam’ı
iyi bilen alimlerimiz cevaplayabilir ancak. Ben kendi alanım olmayan bir
konuda cevap veremem. Ancak genelde tek Tanrılı dinlerin modernleşme
sürecinden oldukça etkilendiği bir gerçek. İslami gelenekte de
sekülerleşme sürecini gözlemleyebiliriz. Ülkemiz açısından düşünürsek
muhafazakârların iktidar olması bu sekülerleşme, maddileşme, içkinleşme
ve dünyevileşme sürecini hızlandırmış görünüyor. Genelde entelektüel
arenada sosyologlar ve başka uzmanlar tarafından hep şu tartışılıyor ve
dile getiriliyor: AKP ile Türkiye daha da dindarlaşıyor. Ben aksini
düşünüyorum. Bilakis dindarlar sekülerleşiyor, uhrevi değil, dünyevi
gayeler daha çok ön plana çıkmaya başlıyor. Dini yaşayış biçimlerinde en
fazla gözlemlediğim bir şey bu. Daha modern, daha maddi, dünyaya daha
fazla “içkin” bir dindarlık yaşanmaya başladı. Çevrenin merkeze
taşınmasıyla, kentleşmeyle, kapitalizmle birlikte maddi imkanların zaman
içindeki artışıyla, kültürel ve ekonomik gelişmeler neticesinde
“otantik” olanın yitirilmeye başlanmasıyla oldu bu. Türkiye aslında
uzaklaşmak yerine bu haliyle Batı’ya daha da yaklaştı. Voegelin’in
terminolojisiyle konuşursak Türkiye’de toplum dindarlaşmıyor; bilakis
dindarıyla birlikte modernleşiyor, yani “içkinleşiyor”,
“dünyaperestleşiyor”.
Toplumsal çözümlemelerinde
özellikle global toplum olarak andığı Batı endüstri toplumunu
değerlendirmesi önemli unsurlar içermekte. Bu noktada Batı toplumsal
örgütlenmesini kendisine örnek alan Çin hakkındaki düşünceleri de dikkat
çekici.
Evet Çin’i zengin nüfusuyla geleceğin
önemli ülkelerinden biri olarak görüyor Voegelin. Hatta Batı ve Doğu
toplumlarının gelecekte Çin’e karşı birleşmek zorunda kalabileceklerini
bile iddia ediyor bir yazısında.
Muhafazakârlığın Biçimleri ve Tarihin Sonu
Çalışmanızda muhafazakâr
terimini de farklı bir anlamda kullanıyorsunuz. Modern muhafazakârlıkla
premodern muhafazakârlık arasında ne tür bir farklılık var?
Evet, ben politik ideolojiler düzleminde
değil, felsefi düzlemde bir şeyden bahsediyorum. Muhafazakârlık, modern
bir “ideoloji”dir. Aydınlanma devrimine tepkiden doğmuştur ve muarızı
kadar moderndir. Ancak bu “ideoloji” lâfzını tırnak içinde kullanmak
gerekir çünkü muhafazakârlık sosyalizm, komünizm, liberalizm gibi bir
sisteme sahip değildir. Eklektik bir düşünce tarzına sahiptir ve sözünü
ettiğim ideolojilerin kendine uygun özelliklerini içine alır.
Muhafazakârlık kendini zaman içinde muhafaza edememiştir der
Muhafazakârologlar. Voegelin, modern muhafazakârlığı aşan bir vizyona
sahip. Muhafazakâr ancak modern değil. Onun fikirlerinde teolojik
geleneğin çok güçlü olması da bunda etken. Bazen de Batı’da zamanını
pratik olarak yaşamayan kişiler için böyle nitelendirmeler
kullanıyorlar. Mesela Stefan George. Bu Platoncu alman şair modern değil
“antik dünyadan gelme bir tip” olarak görülüyor çağdaşları tarafından
ve pek çok entelektüel müridi var. Voegelin de muhafazakâr ancak modern
değil. Zamanını yazıyor ama zamanını yaşamıyor. Onun asistanı ve
meslektaşı Prof Opitz’le bu meseleyi ben Arşiv’deyken çok tartışmıştık.
Kendisine Voegelin modern dönemde yazıyor, modernite hakkında yazıyor
neden modern olmuyor diye itiraz etmişliğim vardır. Bu bakış açısını
anlamak benim için kolay olmadı.
Voegelin’in muhafazakârlığını
değerlendirirken onun anarşist bir muhafazakâr olduğunu
belirtiyorsunuz. Bu çerçevede anarko-muhafazakâr kavramı neler
içermektedir?
Voegelin muhafazakâr ancak anarşist.
Bu şu anlama geliyor. Hıristiyan gelenekten geliyor ancak
Hıristiyanlık’ın dogmaya dönüştürülmesine muhalif, Hıristiyanlık’ın
hatta en genelde On Emir de dahil vahyin kurallar olarak değil, sembolik
okunması gerektiğinde, vahyin arkasındaki tecrübenin anlaşılmasında
ısrarlı; yani, vahyi insanla alakalı, dille alakalı, insani tecrübeyle
alakalı olarak değerlendiriyor. Bu tecrübe anlaşılmadığında sembollerin
katılaşıp donuklaşacağını, vahyin doktirinerleşip yozlaşacağında hem
fikir. İnançlı bir Hıristiyan ancak Voegelin’e göre vahiy “antropolojik
metin”. Bu onu Katolik Kilisesi’nin rayından çıkarıyor. Voegelin Katolik
Kilisesi vizyonundan bir kâfirdir ancak modern bakış açısından
hareketle muhafazakâr hatta radikaldir. Tarihselliği, düzeni, dinsel
olanı vurgulaması ölçüsünde tam bir muhafazakârdır. Aydınlanmacı bakış
açısından düşünme ve sorgulamak inançla bir arada olamaz. Bilginin alanı
ayrı inancın alanı ayrıdır. Dindar kişi sorgulayan kişi olamaz.
Voegelin’e göre ise tıpkı Heidegger gibi düşünmek için iman etmek
gerekir. Bir insan hem mümin hem sorgulayan olabilir. Bu yüzden Voegelin
hem muhafazakâr hem de anarşist. Ayrıca anarko-muhafazakârların
genellikle halkın, toplumun geleneğiyle bir derdi yoktur, daha çok dini
kurumlar da dahil olmak üzere bilhassa devlet kurumu başta olmak üzere
toplumsal kurumlarla dertleri vardır ve bunların doktirinerleşip,
yozlaşmalarını yahut halklarına zulümlerini hedef alırlar. Bunu yaparken
de “ortodoksi”ye ilişkin yeni bir bakış açısı geliştirirler. Ortodoksi
her zaman kötü değildir, lazımdır ancak varlığı ne zaman bizim için
problem haline gelir? Bu soruya bir cevap vermeye çalışıyor Voegelin.
Voegelinci perspektif kutsal
ile profan arasında net bir ayrım yapar, bunu da içkin tecrübe ve aşkın
tecrübe sınıflamasında görmek mümkün. Ama aynı zamanda politik toplumda
yaşayan kişinin dinselliği bütün gerilimiyle yaşadığını ifade ediyor. Bu
gerilimli yaşama karşın onun içkin ve aşkın tecrübe noktasında yapmış
olduğu ayrım anlamsızlaşmıyor mu?
Hayır. Anlamsızlaşmıyor. Burada onun
yaptığı ayrım dikotomik bir ayrım değil. Birbirini dışlayan taraflar yok
burada. Voegelin’e göre insan iki tecrübeyi birlikte yaşar. Kimi zaman
aşkın kutuba çekilir kimi zamansa içkin kutuba savrulur. İnsanın
varoluşundaki sıçrayışı gerçekleştirebilmesi için içkin kutuptan aşkın
kutuba doğru bir çekilmenin gerçekleşmesi gerekir. İnsan ruhunun bu
çekilişinden – ki bu antik Yunan’da özellikle Platon’un düşüncesinde de
vardır – ruh, din, hakikat vs. problemleri doğuyor. Ancak insan aynı
anda maddi olana da çekilir buradan da dünyevi ve maddi problemlerimize
ulaşırız. İnsan araftadır. Bu iki kutup arasında gidip gelir ve onun
bütün varoluşunu bu çekilişler belirler.
Peki soğuk savaşın bitişinden
önce vefat eden ve insanlığın bütün tecrübelerini içine alan bir
evrensel tarih kavramını gündemleştiren Voegelin soğuk savaş sonrasını
görmüş olsaydı Tarihin Sonu gibi ütopik yaklaşımlara ilişkin de
eleştirel bir yaklaşım ortaya koyar mıydı?
Voegelin zaten hayatını bu tür
yaklaşımların yanlışlığını göstermeye adamış. Voegelin’e göre tarihin
sonunun insan bilemez. Bunu bilme iddiasının kendisi rasyonel değil
dinsel bir iddiadır. Bize insanın nihai akibetini yalnızca dinler
söyleyebiliyor; onu da inanırsanız kabul edersiniz. Voegelin’e göre
tarihin nereye gideceğini bir başka deyişle varoluşun muammasını
yalnızca Tanrı bilebilir. Tarihin sonunu bildiğini ilan eden bir teori
“din” yahut “dinsel” olduğunu kabul etmek zorundadır. Bu yüzden insanlık
tarihini bilme girişimleri insanlık komedisi haline dönüşüyor. Bu
yüzden insanın tarihi değil draması var. Tarih kontrolümüz dışında
gelişiyor. Tarih hakkında yalnızca Voegelin değil, Cioran da böyle
düşünür: “Tarih insanın denetimi altında tuttuğunu hayal ettiği mukadder
akıştır.”
Bengül Güngörmez, Eric Voegelin: İnsanlık Draması, Paradigma Yayınları, 2011, 448 sayfa
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=182872