[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

25 Kasım 2011 Cuma

Voegelin: Modernite bir 'akıl hastanesi'dir.


Voegelin: Modernite bir 'akıl hastanesi'dir

Türkçe'de kitabı ilk kez yayınlanan Alman filozof Eric Voegelin'in düşüncelerini ve bilhassa moderniteye getirdiği eleştirileri Bengül Güngörmez’le konuştuk
 
Asım Öz/ Dünya Bülteni
İnsanlık Draması adlı çalışma,20. yüzyılın önemli düşünürlerinden biri olmasına rağmen çağdaşlarının çoğuna nispetle ülkemizde henüz pek az, neredeyse hiç tanınmayan bir alman filozofun, Eric Voegelin'in (1901-1985) politika teorisini, moderniteye yaptığı eleştiri çerçevesinde ele alıyor. Geçtiğimiz yüzyılın en tartışmalı filozoflarından biri olan Voegelin, 'aşkın tecrübe'yi politik teorinin dışında bırakan yahut hiçe sayan modern politika teorilerini radikal bir tarzda eleştirir. Onun politika teorisi, politik eylemde bulunan insanın, varlığının asli 'temeli'yle tekrar buluşmasını, moralite ile politikayı bir arada düşünebilmemizi ve ideoloji ile politikayı birbirinden ayırabilmeyi sağlayacak temel felsefi kriterleri keşfetmemizi mümkün kılar. Hepsinden önemlisi, Voegelin, politika teorisinde, modern dönemde kaybedilmiş olan 'ortaklığın', 'politik, moral ve spiritüel ertaklığın' felsefi ve sosyolojik varolma koşullarını gözler önüne serer. Bu ortaklık insanın 'temel' tecrübesiyle, 'anlam' arayışıyla ilişkilidir; 'temel' tecrübesinin kaybı, 'ortaklığın' kaybı demektir.
Henüz Türkçe’de yayınlanmış hiçbir eseri olmayan Voegelin üzerine Türkçedeki ilk çalışma olması dolayısıyla bu çalışma öncelikle 'Voegelin kimdir ve politika teorisini oluşturan temel düşünceler nelerdir? ' sorularından hareketle yazılmıştır. Diğer taraftan, 'tarih teorisi / felsefesi' niteliği de taşıyan politika teorisi eksenindeki gemiş çaplı felsefi, teolojik ve tarihsel soruşturmasının 'genel' bir panoramasını da sunmaktadır. Bengül Güngörmez’le kitabını ve pek tanınmayan bu filozofu konuştuk.
Henüz hiçbir eseri Türkçeleştirilmeyen Eric Hermann Wilhelm Voegelin’den ve hayatından başlayalım konuşmaya. Kimdir yanlış taraftaki bu Alman filozof?
Voegelin’in ilginç bir o kadar da çetrefil bir hayat hikâyesi var. Alman fakat Nazi düşmanı, Protestan fakat Luther eleştirmeni, muhafazakâr fakat anarşist, filozofça yaşayan fakat cebinde parası yok diye sokakta soyguncular tarafından dövülecek kadar da hayatın içinde, her türlü ideolojinin eleştirmeni bu yüzden de her yerden kovulmuş kategori dışı bir filozof. İnsanlık cemaatinden bahseden ancak cemaati olmayan düşünür. Hikayesi Almanya’da başlıyor sonra ailecek göç ettikleri Viyana’da devam ediyor. Viyana’da geniş bir entelektüel muhite dahil oluyor. Gençliğinde Viyana’da sanatçılardan bilim adamlarına doğru değişen her alandan insanlarla görüşüp fikir teatisinde bulunan, aynı zamanda eğitiminin yanı sıra hayatını idame ettirmek için sürekli çalışmak zorunda olan, hem alaylı hem mektepli yoksul bir entelektüeldir Voegelin. Elde ettiği burslarla Almanya’nın yanı sıra Amerika’ya ve Avrupa’ya gidiyor ve burada da hem dil hem de her girdiği entelektüel muhitin entelektüel felsefi ve politik problemlerini öğreniyor. Almanca’nın yanı sıra İngilizce, Fransızca, Rusça, Yunanca, Latince, İbranice, Çince bildiği diller arasında Voegelin’in. Dönüşünde kendi hocası Hans Kelsen’i bile eleştiren nev-i şahsına münhasır entelektüel bir kişiliktir artık Voegelin. Nazizmi eleştirdiği için ABD’ye kaçmak zorunda kalır. Orada da bir hayat mücadelesi var Voegelin’in. Günde on sekiz saat çalışan bu filozof kırk cilde yakın eser vermiştir.
Peki onun düşünceleri üzerinde güçlü tesirler bırakan kişiler kimlerdir?
Kimler yok ki! Voegelin’in eserlerinde çok sayıda filozof, teolog, edebiyatçı, tarihçi, sanatçı ve sanat tarihçisi, din alimleri, antropologlar ve eski eser uzmanları, şairler.. cirit atar. Voegelin’in entelektüel babaları, en başta Platon olmak üzere Augustinus’tan Thomas’ya, Weber’den Karl Kraus’a, Mises’ten Max Dvorak’a, Jaspers’ten Dewey ve Whitehead’a, Witgenstein’dan, Stefan George ve Santayana’ya kadar, ve daha sayamadığım pek çok alim yahut filozofu içine alan geniş bir yelpazede çeşitlilik gösterir. Voegelin, sanat ve sanat tarihçilerinden sanat, hukukçulardan hukuk, iktisatçılardan ekonomi, filozoflardan felsefe, sosyologlardan sosyolojiyi, tarihçilerden ve dinler tarihçilerinden tarihi, eski metin uzmanlarından eski metinleri, şairlerden şiiri öğrenmiş ve eserlerinde yeri geldikçe öğrendiklerini kullanmış çok yönlü bir filozoftur. Schmitt’ten Strauss’a, Schütz’ten Gadamer’e polemikleri ve mektuplaşmalarıyla Voegelin eserlerinde bize çağının neredeyse bütün entelektüel problemlerinin bir dökümünü yapar.
Modernitenin Ufkunu Aşmak
Voegelin hakkında yapmış olduğunuz çalışmanın sadece ecnebi bir filozofun kişisel düşüncelerini değil aynı zamanda insanlığa konuşan bir filozofun satır aralarından kendi deneyimimizi de okuyabileceğimizi ifade ediyorsunuz. Çalışmanızdan anladığım kadarıyla modernizmin kibrini ve onun gerçeklik algısını epey hırpalayan Voegelin eserleriyle nasıl bir ufuk sunar insanlığa?
Evet, böyle bir şey söylemiştim. Voegelin aslında modern kavramlarla ve modern bakış açısıyla konuşmuyor bize. Modernitenin ufkunu da aşan ve ona uzaktan bakabilen bir perspektife sahip. Modernitenin ciddi bir kritiğini sunuyor. O aslında bütün insanlığa ortak olan, evrensel bir tecrübeden “içkinlik” ile “aşkınlık” tecrübesinden, bunların birbiriyle ilişkisinden söz ediyor. Kutsal olanla profanın, ilahi olanla dünyevi olanın ilişkisinden, başka bir ifadeyle dinsel olanla politik olanın ilişkisinden söz ediyor. “İçkinlik” ve “aşkınlık” meselesi her ne kadar kimilerine teolojinin bir meselesi gibi görünse de aslında modern politik düşüncenin tam da kalbinde ikamet eder. Politik olanda dinsel olanın, dinsel olanda politik olanın tespiti oldukça güçtür. Voegelin bunun tespitinin yollarını öğretiyor. Voegelin’in yaptığı basitçe ifade edersek şu; seküler alanın, politik alanın rahiplerine ve kurtarıcılarına karşı bizi uyarmak. Voegelin kurtarıcıların bizzat kendilerinin de kurtarılmaya muhtaç olduğunun hikayesini anlatıyor. Mesela bizi gelenekten kurtarmayı ve bu gayeyle toplumun total bir şekilde dönüştürülmesini arzulayanlardan bugün bizi kim kurtaracak? Asıl toplumu kurtarma misyonunu kendilerine yükleyenleri bugün kim kurtaracak? Modernleşmenin krizini yaşayan bütün ülkelere söyleyecek sözü var Voegelin’in. Bu yüzden kendi tecrübemize ilişkin çok şey öğrenebiliriz Voegelin’den. Ayrıca Voegelin’in Türkiye’deki muhafazakârlar için çok önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de liberalizmin, sosyalizmin, demokrasinin felsefesi teorisi vardır, tartışılıyor ancak muhafazakârlığın felsefesi ve teorisi bence kafi derecede yapılmıyor, tartışılmıyor. Türkiye’de muhafazakârlar daha çok kendi muhafazakâr cedlerini tanıyorlar. Yahut Hiedegger gibi “popüler” filozofları. Bunda ülkemizdeki Aydınlanmacı entelektüellerin, Batılı muhafazakâr düşünürleri görmezden gelmesinin ve az tercümenin tesiri büyük. Bu yüzden ülkemizdeki muhafazakârların yabancı dil bilmiyorlarsa Batı’daki muhafazakâr düşünürlerle bizdekileri mukayese yapma şansları pek yok. Ayrıca dindarlar yahut muhafazakarlar yönetime talip oldular fakat dindarların seküler bir alan olarak kabul edilen kamusal ve politik alana dini kimlikleri ve argümanlarıyla da olsa iştirak edebilmeleri için “teorik” temele ihtiyaç var. Yeni politik düzende, yeni politik vizyonda kamusal alanın sınırlarının genişletilmesine ve dindar kişilerle dindar olmayanlar arasında karşılıklı bir müzakere ve diyaloga ihtiyaç var. bir arada özgürce nasıl yaşayacağız? Voegelin, bize bunun yollarını ve teorik temelini gösteriyor. Şimdiye kadar pragmatizmle bu işler belki halloldu, peki insanlar özgürlük talepleriyle gerçekten gelmeye başladıklarında ne olacak? Devlet çekildiğinde hiçbir ideolojik grubun kamusal alanı tahakküm altına almaması nasıl sağlanacak? Bu sorular cevaplanmayı bekliyor.
Peki, başlıca ilgili alanları ve kitapları nelerdir?
Dediğim gibi, başta felsefe olmak üzere teolojiden, edebiyata, tarihten sosyolojiye, sanattan dile ve arkeolojiye pek çok alana alaka duymuştur. En mühim kitapları diye bir şey söyleyemeyeceğim çünkü bana göre hepsi mühim. Ancak Magnum Opus’u yahut şahaseri sayılan Düzen ve Tarih ciltlerinin yanı sıra Naziler tarafından kovuşturulmasına sebep olan Politik Dinler adlı eseri en öne çıkan eserlerinden. Yine Aydınlanmadan Devrime adlı eseri Aydınlanma projesinin anlaşılması bakımından çok mühim. Politik Fikirler Tarihi ciltleri antikiteden çağımıza kadar bize geniş bir tarihsel dönemin panoramasını veriyor. “Politikanın Yeni Bilimi”, “Hitler ve Almanlar”, “Anamnesis”, “Irk ve Devlet”, “Tarih Nedir”, “Bilim, Politika ve Gnostisizm”, sayabileceğim diğer önemli kitapları arasında.
Mistik olmakla filozof olmak arasında kurmuş olduğu bağ nasıl bir bağ?
Voegelin’in mistik filozoflar olarak adlandırdığı filozoflar Platon, Aristoteles, Bodin, Weber, Bergson gibi filozofları içine alıyor. Muhtemelen kendisini de onların arasında görüyor Voegelin. Mistiklikten kasıt dogmatizmin önüne geçmek. Hem düzeni savunup hem nasıl dogmatik olmayacağız? Hem muhafaza edip hem nasıl değişeceğiz? Hem iman etmiş hem de sorgulayan kişi nasıl olacağız? Bu sualler ciddi ve önemli sualler. Bu suallerin cevabı iyi verilmediğinde karşımıza tarihsel arenada boy gösteren ve yıkıcı tesirlere de sahip olan devrimler çıkıyor. Sekteryan olmamak, birbiriyle çarpışan ideolojilerin dışına çıkabilmek ve onlara üstten bir bakış geliştirerek yolunu bulabilmek, tek hakikatin kanlı bir savunucusu olmamak hep bu mistisizme bağlı. Voegelin’e göre bunun tarihteki en iyi örneklerinden birini Jean Bodin verir. Ayrıca Voegelin Platon’dan ödünç aldığı “metaxy” yani arafta olma daha doğru bir deyişle “arada olma” kavramını mistisizminin temeline yerleştirir. Yine Alman filozoflar için çok mühim bir kavram olan Almanca kavram “die Kehre/Umkehrung” yani “dönme” yahut “dönüş” ile araştırma metodu olarak benimsediği “meditasyon praksisi” Voegelin’in mistik olma yolunda kullandığı önemli metodlar. Kitabımda bunları teferruatlı olarak bulabilirsiniz.
Politikanın Alanı
İnsanın bilimi olarak anladığı politika bilimi alanında dile getirdiği yaklaşımlarının belli başlı özellikleri nelerdir?
Bir kere klasik politika bilimi anlayışlarından farklı bir anlayışı var Voegelin’in. Politika bilimi deyince onun aklına pozitivist yahut bilimci yaklaşımlar gelmiyor. Zaten o bunların karşısında. Onun bilim dediği şey Platoncu Aristotelesci bilim. Bilim yani felsefe; doxa dünyasından hakikat dünyasına dönüş. Mesela modern politika kavrayışı veya modernite Voegelin için Doxa. Voegelin politika biliminin pozitivist kurallarını aramıyor. Bazı temel ilkeleri tespit ediyor. Mesela Politika bilimi bir tarih teorisi olmak zorunda Voegelin’e göre. Halbuki pozitivizm tarihi dışlar. Yine politika bilimi aynı zamanda felsefi antropoloji olmalıdır. Yani insana ilişkin bir görüş geliştirmelidir. Voegelin’in politika teorisi bu iki ana ayağa yaslanır: tarih teorisi ve insan görüşü Buradaki tarih görüşü ilkçağdan günümüze uzanan geniş bir tarihsel dönemi ihtiva eder. Yine Voegelin’e göre politikanın alanı aynı zamanda dinselliğin alanıdır. Politik toplumdaki insan maddi olandan ruhani olana hayatı bütün gerilimleriyle yaşar diyor. Halbuki modern politika teorileri politikanın seküler bir alanda iş gördüğü iddiasında. Ayrıca Voegelin’e göre aşkınlığı, aşkın tecrübeyi reddeden bir sistemde politikadan söz edemeyiz. Dini reddeden siyasi bir sitemde politikadan söz edemeyiz. Politikanın olması için aşkın tecrübenin olması gerekir, onun olmadığı yerde politika değil, ideoloji yahut insani her şeyi dışarıda bırakan ve toplumu total bir biçimde şekillendiren “sistem” vardır. Yine onun gnostisizm (kısaca bilgi vasıtasıyla insanlığın kurtulacağına inanç) tezi, modern politik anlayışı hatta modern felsefeyi “gnostik” olarak görüşü günümüz politika perspektifini aşan bir perspektiftir. Voegelin’e göre modern politika bilimsellik ve dünyevilik iddiasına rağmen yeni bir din, yeni bir kutsallıktır.
Modern zamanlarda varlık hiyerarşisinin yıkılışı/kırılışı devlet anlayışında ne tür bir değişime sebebiyet verdi? Kerameti kendinden menkul modern devletin yönetim tarzıyla hikmeti hükümet temelli geleneksel devlet teorisi arasında bir süreklilikten söz edilebilir mi?
Voegelin’e göre, modern politik dünya görüşünün dini bir sistem ürettiği kanaatinde. “Tanrı’nın ölümü”nün entelektüel ilanıyla başlayan bir süreçte varlık hiyerarşisinde modern dönemde Tanrı’nın yerini “devlet” almıştır. Modern ideolojiler –komünizm, faşizm, nasyonal sosyalizim gibi..- ve bu ideolojilere yaslanan devletler aslında dinlerin modern öncesi dönemde cevap verdiği sorulara modern dönemde cevap vermeye çalışan politik dinlerdi. Tanrı tecrübesini bir ilizyon sayarak entelektüeller “Nihai Sorular”a bu ideolojilerle cevap verdiklerini düşündüler. Tarih kendi ideolojik sistemlerine göre bir noktada duracak ve mükemmel toplum inşa edilecekti. Bu bağlamda devlet mühim bir rol üstleniyor toplumu dönüştürmek ve değiştirmek için. Kerameti kendinden menkul devlet, varlık hiyerarşisinde devletin zirveyi teşkil etmesi anlamına geliyor. Önceden zirvede Tanrı bulunuyor ve yönetici, en azından halkının gözünde Tanrı’ya karşı sorumluluk taşıyordu. Modern dönemde bu ortadan kalkmıştır. Halkın liderini ölçüye vuracağı nihai bir otorite kalmamıştır. Bu yüzden Hitler gibi liderler kitleye dönüştürülen halklarının gözünde Tanrı rolünü oynayabildiler. “Heil Hitler” dediklerinde insanlar yalnızca yaşasın Hitler demiyorlar onu adeta bir Tanrı yahut Mesih gibi görüyorlardı. “Heil” almancada aynı zamanda kutsallığa göndermede bulunur ve “kurtuluş” anlamına gelir. Yine Heilgeschishte kutsal tarih anlamına gelir. Dilsel çözümlemelerle dahi insanların yirminci yüzyılda nasıl bir “kurtarıcı” arayışında olduklarını, anlam ihtiyacını ve spirütüel, manevi deformasyonu görebilir, bu sosyolojik olguları tespit edebiliriz.
Schmitt’in politik gerçekliğe yaklaşımında devlet temelli kolektivistlik Voegelin’in ise politik gerçekliğe yaklaşımında kişisel tecrübeye vurguyu esas alan anlamlı birliktelik öne çıkar. Buradan hareket ettiğimizde Voegelin’in bahsettiği Geist üzerinden Türkiye toplumunu okuduğumuzda nasıl bir manzara çıkar karşımıza?
Türkiye’de sözü edilen ideolojiler, Voegelin’in deyişiyle “politik dinler” Batı’daki kadar etkin olamasalar da yönetim ve kurumsal anlayışa tesir ettiler. Geleneğin gücünü kırmaya, toplumu gelenekten özgürleştirmeye yönelik entelektüel-politik tavır ve tutumlardan, toplumu belirgin bir ideolojiye göre total bir şekilde dönüştürmeye yönelik her türlü ideolojik tavır alışa kadar toplumsa arenada sözünü ettiğimiz politik dinler boy gösterdi. Türk milliyetçiliğinden, Kürt milliyetçiliğine, Türk sosyalizminden, ulusalcılığa, Kemalizm’e, İslamcılığa kadar pek çok ideolojik angajmanı politik dinler bağlamında değerlendirebiliriz. Kim ki toplumu total olarak dönüştürmeyi arzuluyor Voegelin’e göre o, gnostiktir ve politik bir dine sahiptir. Türkiye’de demokrasi anlayışı bu politik durumun tezahürüdür. Sivil bir demokrasi değil, devletin etkin olduğu kolektivist bir demokrasi anlayışına sahibiz. Kuruluşundan beri, hatta öncesinde devlet idealleri ölçüsünde sürekli olarak topluma biçim vermeyi şiar edinmiş ve karşısında da topluma yine kendi ideolojilerine göre biçim vermeyi gaye edinen muhalifleri bulmuştur. Devletin politik dinine karşı devletin muhaliflerinin politik dinleri.
Peki herhangi bir hükümetin temsil kurumlarını işleterek siyasal toplumu temsil edemeyeceğini aynı zamanda varoluşsal bir anlamda da temsilin gerekliliğini savunan Voegelin’in bazı noktalarda Schmitt’en etkilendiği söylenebilir mi?
Elbette Batı’da filozoflar birbirlerinden etkilenir ve fikir teatilerinde bulunurlar. Ancak Voegelin onu çağının en mühim politika bilimcilerinden biri olarak kabul etmekle birlikte Schmitt’ten çok farklı bir yerde duruyor. Schmitt’ten kollektivist bir demokrasi anlayışı çıkarken Voegelin sivil demokrasiyi savunuyor.
Modernite Kritiği
İnançta akıl boyutu, akılda inanç boyutu olduğunu savunan Voegelin’in Schmitt’in İbn Rüşd hakkında söylediklerini değerlendirişi nasıldır?
Voegelin, İbn Rüşd hakkındaki görüşü basitçe şudur: Modern ideolojilerin temelindeki kollektivist yaklaşımın kökü İbn Rüşd’çü kolektivizmde bulunuyor olabilir. Ona göre Schmitt aslında bunu fark etmişti.
Voegelin düşünce dünyasındaki asıl çözülmeyi, 1920’li yılların sonlarında Rockefeller burslusu olarak gittiği ABD’de yaşadığı biliniyor. Onun siyasala ilişkin yaklaşımlarında Amerikan pragmatizminin etkisinden söz edilebilir mi? Bu bağlamda ilerlemecilik, pozitivizm, Marksizm, psikoanaliz, komünizm, faşizm ve Nazizm’i eleştiren Voegelin’in kapitalizme ilişkin eleştirilerinin olmayışını nasıl anlamalıyız?
Aslında doğrudan doğruya kapitalizmden söz etmese de Voegelin’in eleştirileri modern kitle toplumuna ve onun “içkinci”, “dünyaperest” yaklaşımı hakkındadır. Kapitalizm moderndir. Voegelin zaten moderniteyi radikal bir şekilde kritik ediyor.
Ütopik tasavvurlara dolayısıyla yaşadığı dönemde ağırlıklı olarak sol siyasi hareketlerin günlük siyasi tartışmalarda toplumu bölmesine, başkalarını bu ütopik dünyalara sokmaya çalışan kişilerin özgürlük ve barış kahramanları olarak ilan edilmesine karşı çıkan Voegelin’i bu yönüyle tipik bir “soğuk savaş düşünürü” olarak görebilir miyiz?
Bana göre Voegelin’i yalnızca çağının filozofu olarak görmek yanlış. Modernite kritiği, modernliği aşma arzusu onu çağının ötesine geçen bir filozof haline getiriyor. Onun fikirleri zaman içinde daha önemli olacak diye düşünüyorum. Voegelin’in “dünyaya içkin kolektif varoluş”, insanın “kişi” olarak niteliğini yitirmesi, Almanların deyişiyle insanın Geistig kapasitesizleştirilmesi, Geist’ın dünyevileşmesi yahut içkinleşmesi, insan ruhunun yozlaşması, çölleşmesi ve bayağılaşması, insanın kendi benliğine büzülerek öznelerarasılığın kaybolması ve modernitenin kendisinin bir din olduğuna dair vizyonunun gelecekte daha fazla gündeme geleceğini düşünüyorum.
 
Şunu da merak ediyorum doğrusu: Nazi rejimine karşı olmasına ve Gestapo’dan hayatını son anda kurtarmasına ve beş ciltlik History and Order (Tarih ve Düzen) ile sayısız makale olmak üzere devasa bir literatür bırakmasına karşın Voegelin’in bir politik filozof olarak kenarda kalışının sebebi nedir?
Bunun en önemli sebebi, modern entelektüelin dili ve jargonuyla konuşmamasıdır. “İçkinlik-aşkınlık”, “politik dinler”, “ilk gerçeklik” –ikincil gerçeklik” vs tarzındaki terminolojisi ve mit ile felsefe, vahiy ile felsefe hakkındaki görüşleri, hiçbir cemaate yaranamaması onun görmezden gelinmesine sebep olmuş. Ayrıca muhafazakâr kimliği de etken. Türkçe literatürde de benzer bir durum söz konusu. Popülerse, mevcut entelektüel jargonu kullanıyorsa tanınır. Habermas,- Heidegger vs. alman filozofları arasında popüler ve tanınıyor. Voegelin popüler değil, tanınmıyor. Bilhassa Voegelin’in teolojik yaklaşımları sosyolojik ve felsefi değerlendirmelerinde kullanıyor olması hem ülkemizdeki hem de Batı’daki mevcut entelektüel ortodoksi için bir tehdit gibi gözüküyor. Bir kere Voegelin için “sorgulamak inancın özüdür”. Dindar kişi felsefe yapamaz ya da felsefeyle uğraşan dindar olamaz türünde bir argümanı reddediyor Voegelin. Voegelin’e göre “inançta akıl, akılda inanç” vardır. Ülkemizdeki mevcut entelektüel ortodoksi bu türden argümanları kabul etmez. Böyle söyleyen bir filozof mevcut ortodoks görüşlere saldırdığı için ancak görmezden gelinebilir. Ancak yine de çok fazla pesimist olmaya gerek yok özellikle ABD’de iyi tanınan bir filozof. Almanya’da dışlanmasının sebebi ABD’ye kaçmış olması ve bir Alman olmasına rağmen Nazi muhalifliği diyebiliriz.
 
Peki, bu kenarda kalma durumu sadece Türkçe literatüre dair bir durum mu? Batı’da çok bilinen ve tezleri üzerinde çokça durulduğu söylenebilir mi?
Dediğim gibi ABD’de çok tanınıyor. Büyük bir entelektüel grup var hakkında yazıp çizen. Ayrıca dünyada artık her yerde Voegelin enstitüleri ve araştırma merkezleri kuruluyor. Arşivleri var. Bu merkezlerde Voegelin’in eserleri tercüme ediliyor, hakkında yazılıp çiziliyor ve kongreler tertip ediliyor. Türkiye’de maalesef henüz tercüme edilmiş tek bir makalesi yok. Burada da bir arşivin kurulmasını çok arzu ederdim. Batı’da entelektüel tartışma bu arşivler ve araştırma merkezleri etrafında dönüyor. Bu arşivler ve araştırma merkezlerinin etrafında entelektüel bir hale oluşuyor. Yalnızca Voegelin’in değil, Husserl gibi başka filozofların da arşivleri var. Bilhassa teorik tartışmaların gelişmesi için bu türden oluşumlar şart.
Geleneğin Sferinde Düşünmek
Gelenek ile yüzleşmeye teorik açıdan ne tür katkıları olabilir Voegelin düşüncesinin?
Gelenekten “kurtuluş” modernleşme sürecimizde ülkemiz entelektüellerinin en büyük hayaliydi. Geleneğin yerini bilimsel bilgi alacak, eğitimle bu bilimsel bilgi yeni kuşaklara nakledilecekti. Gelenek köhnemiş hurafeler ve dogmalardan teşekküldü ve bunlardan kurtulmamız gerekliydi. Türkiye’de entelektüel, “bilgi” vasıtasıyla toplumun kurtulacağına inandı. Bugün bu iyimser proje modernliğin sıkıntılarıyla boğuşup duran insan için bir ilüzyon haline gelmektedir. Pek çok disiplindeki gelişme entelektüelleri şu soruyla yüzleşmek zorunda bırakıyor: geleneğin entelektüel reddi gelenekten kurtulabilmeyi sağlamış mıdır? Geleneğe açılmış savaşın da bir geleneği vardır. Üstelik antik yunana kadar giden bir geleneği. Heidegger’in şu sözünü hatırlatmak isterim: “Neyi düşünmeyi denersek deneyelim ve nasıl düşünmeye çalışırsak çalışalım geleneğin sferinde düşünürüz.” Aydınlanma düşüncesi Voegelin’e göre gnostik geleneğe, yani bilgiyle kurtuluş düşüncesinin egemen olduğu tarihsel, dinsel, entelektüel geleneğe dayanır. Bizde modern düşünür, bir geleneği reddederken başka bir geleneği kabul ediyor. Ancak mensubu olduğu düşünce geleneğinin amentülerini hakikat kabul edip mevcut geleneğe yahut geleneklere savaş açıyor. Akıl varsa inanç olmaz, sorgulayan iman edemez, din başka şey politika başka şey tarzındaki amentüleri yahut din/bilim, bilgi/inanç, felsefe/vahiy dikotomilerini savunan entelektüel kendi dinsel pozisyonunu görmezden geliyor. Bu bağlamda Türkiye’de entelektüel -elbette istisnaları saymazsak – seküler alanın rahibidir. Voegelin’e göre bu, aynı zamanda en genelde modern entelektüelin ruh hastalığıdır.
Gnostisizm ve Modernlik
Veogelin’inin gnostik gelenekle modernite arasında kurmuş olduğu bağlantı sosyolojik teori bakımından bir yenilik içeriyor mu?
Voegelin’de yeni olan şey moderniteyi gnostisizm kavramıyla bir arada düşünmesi. Modern olanın da dini reddine rağmen dinsel olabileceği. Voegelin’e göre modernite sekülerleşmiş gnostisizmdir. Yani seküler bir dindir. Sosyolojik literatüre gnostisizm kavramını sokması açısından yenilik içerdiğini söyleyebiliriz. Ayrıca “içkinleşme” (immanentism), ideolojik toplum tarzındaki terminoloji de sosyolojik tasavvurun ufkunu genişletiyor. Ayrıca Voegelin aşkın ve içkin tecrübenin sosyolojisini yapıyor.
Modernitenin krizini nasıl anlamlandırır Voegelin?
Voegelin’e göre modernite bir “akıl hastanesi”. Modernlik ise bir ruh hastalığı. Elbette Voegelin burada metaforlarla konuşuyor ve bunun neden böyle olduğunu bize tarihsel süreciyle anlatıyor. Voegelin için esas olarak modern kriz, maddi yahut ekonomi ile alakalı bir kriz değil, manevi krizdir. O, spirütüel bir krizdir; anlam arayışı ve anlam krizidir. Hegel’in şu ünlü sözünü bu bağlamda zikredebiliriz: “Tanrısı ölmüş bir toplumun canı sıkılır.” Kitabımda bu can sıkıntısı teferruatıyla anlatılıyor.
Hıristiyanlığın tarihselleştirilmesini sekülerleşme olarak okuyan Voegelinci perspektiften hareketle başka dini geleneklerin sözgelimi İslam’ın tarihsel olarak okunmasını da anlamlandırmak mümkün olur mu?
Bu soruyu hem Voegelin’i hem de İslam’ı iyi bilen alimlerimiz cevaplayabilir ancak. Ben kendi alanım olmayan bir konuda cevap veremem. Ancak genelde tek Tanrılı dinlerin modernleşme sürecinden oldukça etkilendiği bir gerçek. İslami gelenekte de sekülerleşme sürecini gözlemleyebiliriz. Ülkemiz açısından düşünürsek muhafazakârların iktidar olması bu sekülerleşme, maddileşme, içkinleşme ve dünyevileşme sürecini hızlandırmış görünüyor. Genelde entelektüel arenada sosyologlar ve başka uzmanlar tarafından hep şu tartışılıyor ve dile getiriliyor: AKP ile Türkiye daha da dindarlaşıyor. Ben aksini düşünüyorum. Bilakis dindarlar sekülerleşiyor, uhrevi değil, dünyevi gayeler daha çok ön plana çıkmaya başlıyor. Dini yaşayış biçimlerinde en fazla gözlemlediğim bir şey bu. Daha modern, daha maddi, dünyaya daha fazla “içkin” bir dindarlık yaşanmaya başladı. Çevrenin merkeze taşınmasıyla, kentleşmeyle, kapitalizmle birlikte maddi imkanların zaman içindeki artışıyla, kültürel ve ekonomik gelişmeler neticesinde “otantik” olanın yitirilmeye başlanmasıyla oldu bu. Türkiye aslında uzaklaşmak yerine bu haliyle Batı’ya daha da yaklaştı. Voegelin’in terminolojisiyle konuşursak Türkiye’de toplum dindarlaşmıyor; bilakis dindarıyla birlikte modernleşiyor, yani “içkinleşiyor”, “dünyaperestleşiyor”.
Toplumsal çözümlemelerinde özellikle global toplum olarak andığı Batı endüstri toplumunu değerlendirmesi önemli unsurlar içermekte. Bu noktada Batı toplumsal örgütlenmesini kendisine örnek alan Çin hakkındaki düşünceleri de dikkat çekici.
Evet Çin’i zengin nüfusuyla geleceğin önemli ülkelerinden biri olarak görüyor Voegelin. Hatta Batı ve Doğu toplumlarının gelecekte Çin’e karşı birleşmek zorunda kalabileceklerini bile iddia ediyor bir yazısında.
Muhafazakârlığın Biçimleri ve Tarihin Sonu
Çalışmanızda muhafazakâr terimini de farklı bir anlamda kullanıyorsunuz. Modern muhafazakârlıkla premodern muhafazakârlık arasında ne tür bir farklılık var?
Evet, ben politik ideolojiler düzleminde değil, felsefi düzlemde bir şeyden bahsediyorum. Muhafazakârlık, modern bir “ideoloji”dir. Aydınlanma devrimine tepkiden doğmuştur ve muarızı kadar moderndir. Ancak bu “ideoloji” lâfzını tırnak içinde kullanmak gerekir çünkü muhafazakârlık sosyalizm, komünizm, liberalizm gibi bir sisteme sahip değildir. Eklektik bir düşünce tarzına sahiptir ve sözünü ettiğim ideolojilerin kendine uygun özelliklerini içine alır. Muhafazakârlık kendini zaman içinde muhafaza edememiştir der Muhafazakârologlar. Voegelin, modern muhafazakârlığı aşan bir vizyona sahip. Muhafazakâr ancak modern değil. Onun fikirlerinde teolojik geleneğin çok güçlü olması da bunda etken. Bazen de Batı’da zamanını pratik olarak yaşamayan kişiler için böyle nitelendirmeler kullanıyorlar. Mesela Stefan George. Bu Platoncu alman şair modern değil “antik dünyadan gelme bir tip” olarak görülüyor çağdaşları tarafından ve pek çok entelektüel müridi var. Voegelin de muhafazakâr ancak modern değil. Zamanını yazıyor ama zamanını yaşamıyor. Onun asistanı ve meslektaşı Prof Opitz’le bu meseleyi ben Arşiv’deyken çok tartışmıştık. Kendisine Voegelin modern dönemde yazıyor, modernite hakkında yazıyor neden modern olmuyor diye itiraz etmişliğim vardır. Bu bakış açısını anlamak benim için kolay olmadı.
Voegelin’in muhafazakârlığını değerlendirirken onun anarşist bir muhafazakâr olduğunu belirtiyorsunuz. Bu çerçevede anarko-muhafazakâr kavramı neler içermektedir?
Voegelin muhafazakâr ancak anarşist. Bu şu anlama geliyor. Hıristiyan gelenekten geliyor ancak Hıristiyanlık’ın dogmaya dönüştürülmesine muhalif, Hıristiyanlık’ın hatta en genelde On Emir de dahil vahyin kurallar olarak değil, sembolik okunması gerektiğinde, vahyin arkasındaki tecrübenin anlaşılmasında ısrarlı; yani, vahyi insanla alakalı, dille alakalı, insani tecrübeyle alakalı olarak değerlendiriyor. Bu tecrübe anlaşılmadığında sembollerin katılaşıp donuklaşacağını, vahyin doktirinerleşip yozlaşacağında hem fikir. İnançlı bir Hıristiyan ancak Voegelin’e göre vahiy “antropolojik metin”. Bu onu Katolik Kilisesi’nin rayından çıkarıyor. Voegelin Katolik Kilisesi vizyonundan bir kâfirdir ancak modern bakış açısından hareketle muhafazakâr hatta radikaldir. Tarihselliği, düzeni, dinsel olanı vurgulaması ölçüsünde tam bir muhafazakârdır. Aydınlanmacı bakış açısından düşünme ve sorgulamak inançla bir arada olamaz. Bilginin alanı ayrı inancın alanı ayrıdır. Dindar kişi sorgulayan kişi olamaz. Voegelin’e göre ise tıpkı Heidegger gibi düşünmek için iman etmek gerekir. Bir insan hem mümin hem sorgulayan olabilir. Bu yüzden Voegelin hem muhafazakâr hem de anarşist. Ayrıca anarko-muhafazakârların genellikle halkın, toplumun geleneğiyle bir derdi yoktur, daha çok dini kurumlar da dahil olmak üzere bilhassa devlet kurumu başta olmak üzere toplumsal kurumlarla dertleri vardır ve bunların doktirinerleşip, yozlaşmalarını yahut halklarına zulümlerini hedef alırlar. Bunu yaparken de “ortodoksi”ye ilişkin yeni bir bakış açısı geliştirirler. Ortodoksi her zaman kötü değildir, lazımdır ancak varlığı ne zaman bizim için problem haline gelir? Bu soruya bir cevap vermeye çalışıyor Voegelin.
Voegelinci perspektif kutsal ile profan arasında net bir ayrım yapar, bunu da içkin tecrübe ve aşkın tecrübe sınıflamasında görmek mümkün. Ama aynı zamanda politik toplumda yaşayan kişinin dinselliği bütün gerilimiyle yaşadığını ifade ediyor. Bu gerilimli yaşama karşın onun içkin ve aşkın tecrübe noktasında yapmış olduğu ayrım anlamsızlaşmıyor mu?
Hayır. Anlamsızlaşmıyor. Burada onun yaptığı ayrım dikotomik bir ayrım değil. Birbirini dışlayan taraflar yok burada. Voegelin’e göre insan iki tecrübeyi birlikte yaşar. Kimi zaman aşkın kutuba çekilir kimi zamansa içkin kutuba savrulur. İnsanın varoluşundaki sıçrayışı gerçekleştirebilmesi için içkin kutuptan aşkın kutuba doğru bir çekilmenin gerçekleşmesi gerekir. İnsan ruhunun bu çekilişinden – ki bu antik Yunan’da özellikle Platon’un düşüncesinde de vardır – ruh, din, hakikat vs. problemleri doğuyor. Ancak insan aynı anda maddi olana da çekilir buradan da dünyevi ve maddi problemlerimize ulaşırız. İnsan araftadır. Bu iki kutup arasında gidip gelir ve onun bütün varoluşunu bu çekilişler belirler.
 
Peki soğuk savaşın bitişinden önce vefat eden ve insanlığın bütün tecrübelerini içine alan bir evrensel tarih kavramını gündemleştiren Voegelin soğuk savaş sonrasını görmüş olsaydı Tarihin Sonu gibi ütopik yaklaşımlara ilişkin de eleştirel bir yaklaşım ortaya koyar mıydı?
Voegelin zaten hayatını bu tür yaklaşımların yanlışlığını göstermeye adamış. Voegelin’e göre tarihin sonunun insan bilemez. Bunu bilme iddiasının kendisi rasyonel değil dinsel bir iddiadır. Bize insanın nihai akibetini yalnızca dinler söyleyebiliyor; onu da inanırsanız kabul edersiniz. Voegelin’e göre tarihin nereye gideceğini bir başka deyişle varoluşun muammasını yalnızca Tanrı bilebilir. Tarihin sonunu bildiğini ilan eden bir teori “din” yahut “dinsel” olduğunu kabul etmek zorundadır. Bu yüzden insanlık tarihini bilme girişimleri insanlık komedisi haline dönüşüyor. Bu yüzden insanın tarihi değil draması var. Tarih kontrolümüz dışında gelişiyor. Tarih hakkında yalnızca Voegelin değil, Cioran da böyle düşünür: “Tarih insanın denetimi altında tuttuğunu hayal ettiği mukadder akıştır.”
 
Bengül Güngörmez, Eric Voegelin: İnsanlık Draması, Paradigma Yayınları, 2011, 448 sayfa
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=182872