[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

13 Aralık 2011 Salı

İnan Süver: Vicdani Red

İnan Süver: Vicdani Red
 
İnan Süver: Vicdani Ret Ekmek Almaya Para Bulamayanlar Varken Silahlanmaya Harcanan Paranın Sorgusudur

11 aydır tutuklu İnan Süver, cezasının infazının ertelenmesinden sonra “İlk defa bugün çıktım dışarı” diyor. Askere alındığı 2001 yılından beri dışarıda kaçak, içeride hücrelerde, açlık grevinde, mahkûmların ‘namusu vatanı ve bayrağını’ korumadığı suçlamasıyla hapishane koğuşlarında geçen 10 senenin ardından gelen tahliye kararını, gönderilmemiş yasaklı mektuplarını ve hâlâ hapishanede arkadaşlarının yazdığı mektupları ceketinin iç cebine koyup çıkmış dışarı. “10 sene sonra nasıl ‘özgür’ olmak?” sorumu “Özgürlük değil. Özgür değiliz, içeride çok arkadaşım kaldı” diye cevaplıyor.

Siyasi sebeplerle yıllardır hapiste olanları anlatıyor. ”Hükümetin vatandaşına sağlayamadığı olanaklar yüzünden adli suçlardan yatanları da düşünüyorum. Hırsızdır diye duyarsız kalmak olmaz. Herkes iyidir. İnsanın özü iyidir. Herkes bebek doğar” diyor. Vicdani reddin gündeme gelmesiyle yasal değişiklikler beklendiği için durdurulan Süver’in infazı, bir gelişme olmaması halinde tekrar geçerli olabilir. Süver’in yorumuyla “İyice burnun sürtüldü. Git gözümüze gözükme” tahliyesi bu. “Peki sürtüldü mü?” sorumun cevabıysa kısacık: “Yok”. Firarlarından sonraki süreçte ‘çürük’ raporu verilerek ‘meseleyi uzatmaması’ istenen Süver, askeri cezaevlerinin ‘özgürlük’ teklifini şöyle anlatıyor; “Bu avukatlar gelip gitmesin. Faks yağdırıp duran Hıristiyanlar senden ne istiyorlar? Mağdursun, garibansın, bir ay, bir buçuk ay içinde rapor verip serbest bırakacağız bunlarla arayı soğutursan.”

O kadar kısık sesle konuşuyor ki İnan Süver, duymakta zorlanıyor insan. Kimi zaman unutuyor söyleyeceklerini. Kaynağını hatırlamadığı “Derin acılar dilsizdir” alıntısından sonra; “Benim hafızam çok güçlüydü. Herhalde geçicidir. Açlık grevlerinden olmuşsa kötü, psikolojik nedenlerle olmuşsa atlatırım” diyor. Bir tek hafızası değil güçsüzleşen, “O kadar çok yoruldum, yerden yere vuruldum ki… Bazen çok duygusal oluyorum. Bu da rahatsız edici. Kediye üzülüp ağlıyorum. Bütün yaşadıklarım bir asosyallik de getiriyor herhalde. Derbeder derler ya, derbeder işte. Tüm bunlar korkuyu da kaldırdı üzerimden” diyor. Sonra Kırklareli F Tipi’nde tutuklu, vegan Osman Evcan’ın yazdığı mektubu çıkarıp ‘korkuya’ dair satırları okuyor; “Savaşların bir amacı da şiddet, terör, zulüm üreterek insanların ruhlarına, yüreklerine korkuyu salmaktır. Bir kere bu korku insanların ruhlarına girdiğinde onları sömürgen güçlere karşı itaate yönlendirir. Sömürgen güçlere karşı oluşan bu itaat yaşam boyu devam eder. Bu anlamda vicdani ret tavrı bir itaate karşı çıkma yönüyle insancıl, özgürlükçü bir tutumdur…”

Artık yeter!
İnan Süver için vicdani ret, bir başka vicdani retçi arkadaşının tarifiyle ‘düzene karşı bir haykırıştır’. Ekmek almaya para bulamayanlar varken silahlanmaya harcanan paranın sorgusudur. “Böyle algılanmadığı için de vicdani retçilerin sayısı bu kadar düşük” dedikten sonra “Şiddete de ne kadar direnebilir ki insan?” diye sorup Diyarbakır Cezaevi’nde işkence görenleri örnek veriyor. “Benim de bir yanağıma tokat attıklarında diğerini çeviremiyorum” diyor. Ardından futbol statlarından evlere, şiddetin sebeplerini sorguluyor Türkiye’de; “Yoksullukla terbiye ediliyor insanlar. Aile baskısı, mahalle baskısı, devlet baskısı… Okulda duvara yapıştırırdı müdür beni. Küçük bir çocuktum yani. Her gün dayak yiyordum. Babamdan dayak yiyordum, sevgisini göstermezdi. Niye, sevgini belli etmeyeceksin çocuklara. Biraz büyüdük polis dövdü. Sonra asker dövdü. Artık yeter. Her yerde dayak. Özüne dönmek, kendine bakmak önemli ama kişi kendini bulamıyor. İradenin elinden alınışı bu. İşte ben bunu kurtarmaya çalıştım. Bir dağ başında yaşasam çok mutlu olacağıma inanıyorum şimdi. Doğanın özünde özgürlük var, benim yakamdan da düşsünler artık.…”

Esmer…
Kürt olduğu için daha fazla baskı görüp görmediğini sorduğumda “Ben asimile olmuş bir Kürt’üm ama buna rağmen- esmer olduğum için herhalde- baskılara mağruz kalıyordum. Cezaevindeki en yetkili isimden mahkûma kadar bir şeyler arıyorlardı. Kimlerle görüştüm, hangi gazeteleri okuyorum... Çatışmada askerler öldüğünde de ayrı yükleniyorlardı. Savaş önce savaşanları etkisi altına alır. Karıncayı bile incitmemiş bir çocuğu askere gönderin, silah verin, o korkuyla yirmi otuz kişiyi tarayabilir. Sonra topluma yayılır. İşte başbakana kadar ulaştı. Başbakan savaşın etkisiyle hasta. Mesela şunu neden söylüyor: ‘Askerlik peygamber ocağıdır. Her Müslümanın seve seve askerlik yaptığını biliyoruz. Yapmayanlar var. Biz onları da biliriz.’ Başbakan benim bilmediğim neyi biliyor? Biliriz dediğine göre bir şey düşünüyor yani. Paranoya işte. O korku sarmış onu. Ona da üzülüyorum. Zor, gerçekten zor. O da bir insan. Onun da çocuğu var. Seviyor, seviliyor….”

Hücrede zaman…
İnan Süver’in bir kolunda, bir de parmağında kızından hediye yüzük saat var. “Cezaevinde taktırmadılar bu yüzüğü. İki saat takmak yasak” diyor. Sonra diğer yasaklarla beraber açlık grevinde, hücrede yok olan zamanı anlatıyor. Bazen delirmeye ne kadar az kaldığını… “Ne yaptınız öyle zamanlarda?” soruma ”Hayal kuruyordum” cevabını veriyor. “Nedir en büyük hayalin?” deyince; “Mesela görünmez adam olmak. Bir de arkasına küçük bir ev takılı bir at arabası, iki üç köpekle dünyayı gezmek” Hayallerden gerçeklere geçtiğimizde ‘dışarıya’ dair en fazla neyi özlediğini soruyorum. Hiç düşünmeden “Kahkaha” diyor. “İçerde gülen kimse yok… Bir de tutunacak bir kolu özledim”… Sessizlik sonrası, etrafına bakıp “Yine de güzel hayat, bak gülümsüyor insanlar” diyor. “Bundan sonra ne yapacaksın?” sorusuna gelince, rahat bırakırlarsa berberlik mesleğine devam edecek İnan Süver. Şimdilik çok da farkında değil ‘hayatın’. Tek farkında olduğu her an kaçıp gidecekmiş gibi çevresini saran üç çocuğunun, “devlete karşı gelinmez” mantığında dahi olsa çocuklarını çok seven anne ve babasının ve yokluğunda bütün gücüyle ‘savaşmış’ karısının sevinci… İnan Süver’i ailesi kadar kendisini destekleyenler ve bütün barış sevenler de seviyor. Sebebini Süver’den dinleyelim: “Her gittiğim yerde de sevildim. Askeri cezaevinden ayrılırken de gözleri doldu insanların. Bir rahatsızlık vermedim. Savunduğum şeyde kimseye hizmet etmedim. Etmeyeceğim de. Sadece yaşamak istiyorum kendi irademle. İşgale, tecavüze karşı dürüstçe yaşamak…”

Röpörtaj: Berrin Karakaş/Radikal