***
Keşke hayatlarımızın paylaşılan ve paylaşılamayan yanlarındaki çürümüş, kokuşmuş kısımları kolayca kesip atabilseydik. Fakat böylesi imkan ve zamanın birbirine denk düşüp yaşamın kimi sancılarını seyreltebildiği demler gün içinde akreple yelkovanın birbirine kavuştuğu demler kadar bile sık mümkün olmuyor. Talihimiz yaver gider ve azmimiz de bu yönde devinirse yine de şu fani ömrü hayatımızda kimi ay ve güneş tutulmalarına şahitlik edişimiz gibi nadirattan da olsa yaşamlarımızdaki kimi kangren uzuvlardan kurtulup, küfün altındaki menevişe ulaşabiliyoruz. Bunları bir dişçi koltuğunda böylesine girift bir halde düşünmedimse de hissettim. Doktorun yaptığı meşakatli iş kadar zordu bu cümleleri kurmak benim için de. Şöyle demişti doktor Norman, bu işin güzel nihayete ermesi için hem doktorun hem de hastanın sabırlı olması gerekir. Bazen hasta sabırlıdır, canı yansa da sorun çıkarmaz ama doktor sabırsızlık gösterir ve onca emek yakın bir zamanda tahrip olup yeni bir işleme muhtaç hale gelebilir, diye de eklemişti.
Doktor Norman, İran Kürtlerinden bir babacan ademoğlu. Ortak konuşabileceğimiz dili kullanıp en çok müşterekliğe sahip olabileceğimizi tahmin ettiğim konu üzerinden bir muhabbet girizgahı yapmanın, yani müzikten bahsetmemizin ardından geçtim hasta koltuğuna. Şiwan Perver, Mohsen Namjo, Kamkars Kardeşler, Şehram Nazeri ve birkaç isimi daha anmamın ardından gözlerinin nasıl parladığını görmek ne de güzeldi. Beni yapılacak kanal tedavisi için dilsizleştirirken, o dilindeki bağı hayli bereketlice çözdü ve içindeki birikmiş yaşam zulasından parçalar kopartıp paylaştı da paylaştı... Enteresandır İranlı annesi bazı kardeşlerine Yunan felsefecilerinin isimlerini vermiş.
On yıllar evvel ayrıldığı ülkesi İran Kürdistan’ına 20 yıl kadar gidememiş. Abd’nin, çeşitli politik meselelerin kurbanı olarak geri gönderdiği 3, 4 (yazarken çok kolay bu sayıları, insanın gözüne onca istatistik yanında az görünüyor) arkadaşı, daha havaalanı sınırında idam edilmiş. Sırf arkadaşlarıyla aynı akıbeti paylaşmamak için, Abd’de kalışını uzatarak çok zor şartlarda 3 ayrı dalda ihtisas yapmış. Şiwan Perwer diyor, yıllar önce buraya konsere geldiğinde 2 gün benim fakirhanemde misafir olarak kalmıştı. Gece geç vakit eve gelip istirahate çekildik. Sabah hayli erken bir saatte, ben daha uyur diye düşünürken bir bağlama sesi işittim diğer odadan. Baktım Şiwan müzik icra edip, pratik yapıyor. Şaşkınlığımı ifade edince, bir doktor günde kaç saat çalışır dedi bana, ben de ortalama 8 saat, gerekirse daha da fazla dediğimde işte ben de müziğimi aynı sizin gibi her gün düzenli icra ederim, dedi, diye anlatmasına devam ediyor doktor Norman.
Bir kardeşi Şah zamanında sendikalaşıp iş hayatındaki kimi haksızlıklara karşı direniş gösterdiği için idam cezasına çarptırılmasının ardından babasının uzun uğraşları sonucu 3 yıl sonra hapisten çıkmayı başarmış. Ama yaşadığı işkenceler yüzünden midesini almak zorunda kalmış doktorlar. Midesiz caniler, kardeşinin haksızlıklara bulanan midesini çekememişler anlaşılan. Gülüyor doktor Norman, doktorlar sigara içmeyeceksin, az az belli aralıklarla yiyeceksin dedi, yıllardır sigara içiyor, o yarım yamalak mideyi de kocaman yaptı, 2 de çocuğu var, okudu o da iyi yerlere geldi, diyor. Sadece gözlerimle ve küçük parmak hareketleriyle kendisine anlattıklarından yana hislerimi yansıtmaya çalışıyorum. Bu defa gerçekten dilsizim...
Bir ağabeyiyse, Humeyni zamanında hapse atılıp, ölüm cezasını çarptırılmış. Evini basan devlet görevlileri kimi Rus gazetelerini ve muhtelif yayınları suç unsuru olarak değerlendirmişler. 11 kurşunla öldürdükleri için, bizden her kurşun kovanı için bir de yüklü miktarda para alıp, kardeşimi öldüren kurşunların masrafını da bizden kestiler, diyor. Sadece burnumun direkleri sızlıyor. Doktor Norman sadece ülkesine 20 yıl gidemeyerek kendi payına düşen kederi yudumlamış. Bir an, her dalından ayrı zamanların meyveleri sarkan bir çınarın gölgesinde dinleniyormuşum gibi geliyor bana hasta koltuğunda oturmuşken. Bunları yaparken bir yandan çürümüş, kırılmış dişimin sinir uçlarına tırtıklı bir metalle inmiş iltihabı kurutmaya çalışıyordu. Keşke kişiliklerimideki irinden kurtulmak da böyle kolay olsaydı. Gerçi bir diş için bile hayli uzun ve meşakkatli bir süreçken, soyut hastalıklarımız ve somut yansımalarını varlığımızdan ayıklamak çok daha güç maalesef.
Merak ediyorum, halkından çaldığı dişlerle onu ısırıp canından bezdirmeyen bir devlet veya sistem var mı bu dünya üzerinde. Sadece bir aileden bile, iki kardeş bir ülkenin başına geçen iki ayrı, birbirinin alternatifi olduğu iddiasında bulunan sistem ve güruh tarafından zulme uğratılıyor, canından oluyor. Bu hep böyle, ülkemizde, koşumuzda... Nedir bu insanoğludaki hırs. Nedir bu kutsal kelimelerle, temennilerle başlayıp, putsallaşan yönetimlerin, akımların hali. Ne zaman yaşadığı çağın, aklı ağrıyan, sorumluluk ahlakının verdiği ağırlık yüzünden ruhunun kemikleri çatırdayan insanları, dağılmışlıklarından sıyrılıp, yürekleri, omuzları arasındaki manyetik, insani gücü engelleyen sıfatları, etiketleri bir kenara itip cem olabilecekler, güzel olanı, adil olanı çoğaltabilmek için. Ne zaman...
Oscar Wilde şu hikayeyi anlatır;
"Büyük bir mıknatısın etrafında çelik eğe talaşları yaşardı, bir gün bunlardan bazıları mıknatısa gitmek için büyük bir arzu duydu, hep beraber gitmek için konuştular bazıları daha sonra gitmek istedi, tartışmaları devam ederken mıknatısa doğru çekiliyorlardı, yaklaştıkça gitmek isteyenler artıyordu, sonunda hepsi gitmeye karar verdiklerinde mıknatısa yapıştılar, mıknatıs gülümsedi çünkü çelik eğe talaşlarının hiçbiri kendi özgür iradeleri ile gittikleri konusunda en ufak bir şüphe duymuyordu.”
Bu hikayeden yola çıkarsak, tamamen özgür irade inancımız da baltalanabilir. Ama bir başka açıdan, mıknatısın tüm çekimine rağmen, çelik tozuna düşen sorumluluk; bünyesinde mıknatısla arasına giren başka tozları temizleyip, halini sağaltmak ki, mıknatıs onu varlığına daha bir kuvvetle çekebilsin ve dahi tüm çelik tozları birleşebilsin...
Dilsizmütercim:Meryem Rabia Taşbilek 131220112130