Gülnur Güner'le 'Kod 333' üzerine...
Yazarımız
Cihan Aktaş, "KOD 333 BİR YASAĞA BAŞTAN BAKMAK" fotoğraf projesinin
sahibi Gülnur Güner'le projeyi ve fotoğrafçılığı konuştu
Cihan Aktaş/ Dünya Bülteni
Teması
başörtüsü yasağı olan ve adını yaşanmış bir olaydan alan "KOD 333 BİR
YASAĞA BAŞTAN BAKMAK" fotoğraf projesi, 14 Aralık'ta Taksim Sanat
Galerisi'nde sergilenmeye başladı. Sergi 28 Aralık'a kadar sürecek.
Sergiye
konu olan proje adını yaşanmış bir olaydan alıyor. 2007 yılında Açık
Öğretim İlahiyat Fakültesi'ne kayıtlı bir öğrencinin sınav sonuç
kâğıdına, sınavlara başörtüsünün üstüne peruk takarak girdiği için
"Kılık Kıyafet Yasası"nı ihlal ettiği gerekçesiyle 333 işareti konulmuş
ve kendisine herhangi bir açıklama yapılmadan sınavı iptal edilmişti.
2007-2010
yılları arasında çalışılan KOD 333 BİR YASAĞA BAŞTAN BAKMAK projesine,
öğrenci, doktor, avukat, öğretmen, kent planlamacı, belediye meclis
üyesi, milletvekili eşi, ev hanımı gibi farklı sosyal statülerde olup
aynı yasaklamayla karşılaşan 34 kadın katıldı. Çekilen fotoğraflarda
kadınların yüzleri bir robot resimle kapatıldı. Bu resim polislerin
suçlu eşkâli belirlemek için kullandıkları yazılımlardan biriyle
gerçekleştirildi. Böylece yasağın doğurduğu suç-suçluluk,
saklanmak-yasaklanmak gibi olguların sorgulanması amaçlandı.
Bu
yasak nedeniyle kadınlar peruk takmak, başlarını açmak, başörtülerinin
üzerine peruk koymak ya da gözlerden uzak yerlerde çalışma zorunda
bırakılmak gibi tercihlere zorlandılar. Projede kullanılan robot resim
tüm dışarıdanlığı, eğretiliğiyle bu kadınların kamu alanında ve kentli
yaşamda görünür kalabilmek için zorunda bırakıldıkları, dayatma çözüm
yollarını temsil ediyor.
Sergiyi hazırlayan Gülnur Güner'le, bu çalışma ve genel olarak yıllardır gerçekleştirdiği projeler üzerine konuştum.
Cihan Aktaş: Fotoğraf çekmek sizin için nasıl bir anlama sahip? Bir tutku mu? Bu tutku için fedakârlık yapmanız gerekti mi?
Tutku
mudur bilmiyorum yaklaşık 10 yıldır fotoğrafla uğraşıyorum. Ben biraz
korkak biriyim, hayatın akışı içerisinde çoğu zaman kaçış halindeyim,
fakat her kaçışta daha çok hayatın içinde buluyorum kendimi, galiba
yanlış yöne kaçıyorum. Fotoğraf o kaçış ve kayboluşlarda hem hayatın
içine çekiyor beni, hem de kendimi bulmamı sağlıyor gibi. Bu yüzden
ortada bir fedakârlık falan yok, kendiliğindenlik belki.
-Dijital
zamanlarda fotoğrafın sanatlaşması zorlaşıyor mu sizce? Yani fotoğraf
günümüzde sanatsal düzeyde mi yoksa bir teknik, araçsal bir faaliyet
olarak mı gelişmekte...
Fotoğraf
ve teknoloji iç içe şeyler, dijitalin getirdiği imkânlar fotoğrafın
önünü açıyor, üretme imkanını arttırıyor bence, bu açıdan dijitalin
fotoğrafın sanatlaşmasını zorlaştırdığını sanmıyorum. Ayrıca, bu gün
fotoğraf çeken neredeyse herkes, "herkesin fotoğraf çekmesinden"
şikayetçi. Aslında fotoğrafı günlük kullanımın dışına çıkarıp anlam
üretme aracına dönüştürmek belli bir emek ve bilgi gerektirir, bu açıdan
herkes "fotoğraf" çekmiyor olabilir. Ayrıca fotoğrafın
yaygınlaşmasının, kullanım alanın çeşitlenmesinin bir zenginleşme ve
canlılık olacağını da düşünüyorum.
KOD 333 projesi nasıl gelişti? Kimlerden destek aldınız?
İsrailli
bir belgesel film yönetmeni olan Eyal Sivan, belgeselcilerin aslında
ötekine dönüp "biz sana konuşma hakkı veriyoruz" deme halinden bahseder.
KOD 333'ün de bu hassasiyetten doğduğunu söyleyebilirim. Başörtüsü
yasağı, binlerce kadının ve yakınlarının sosyal ve psikolojik sorunlar
yaşamasına neden olmuş büyük bir toplumsal meseledir ülkemizde. Ayrıca
dış görünüşle ilgili bir konu olduğu için görsel açıdan da
belgesele-fotoğrafa uygundu. Özellikle peruk meselesi çok ilgimi
çekiyordu. Fakat kadınların projeye katılmalarını, rahatlıkla duygu ve
düşüncelerini ifade etmelerini sağlamak nasıl olacak diye düşünüyordum.
Peruklu ya da başı açık görüntü almak neredeyse imkânsızdı, Nitekim
bazılarını ikna etmek hiç kolay olmadı bazıları da ikna edilemedi.
Onların "yasaklanmalarıyla" birlikte "saklanmaları" gibi bir taraftan
"saklamak" ama aynı zamanda bu kötü uygulamanın yıkıcı etkilerini açığa
çıkarmak gerekiyordu. Üstelik bu insanlar yasaya aykırı hareket etmekle
suçlanıyorlardı hangi suç? Hangi yasa? Bu arayışlar polislerin suçlu
eşkâli için hazırladıkları robot resim kullanma fikrini doğurdu.
Sonra
çekimler başladı, önce siyah beyaz çekimler yaptım fakat sonuçtan emin
değildim. Renkli çekimler de denedim ve ortaya çıkan ilk fotoğraf KOD
333 olayını yaşayan kadının fotoğrafıydı, o fotoğrafta bütün seri
zihnimde göründü. O zamana kadar analog makine kullanıyordum, gidip bir
dijital kamera aldım. Böylece dijitale de geçiş yapmış oldum.
Bu
projede Fotoğraf Vakfı'ndan Yücel Tunca ve Orhan Cem Çetin bana
danışmanlık yaptılar, 4 yıl boyunca desteklerini esirgemediler. Çok
verimli, zevkli bir çalışma sürecimiz oldu. Projenin zaman içersinde
dağılmaması ve başlangıç noktasından sapmamasında Yücel Bey'in
yönlendirmeleri çok iyiydi. Cem Bey'in, yaptığımız görüşmelerde çok net
ve açık bir şekilde "taraf" olduğunu ve bu tip konularda taraf olmaktan
kaçınmamak gerektiğini söylemesi, böylesine zor ve ağır bir konuda bana
güç verdi, moral oldu. Her ikisine çok teşekkür ederim.
Başörtülü
bir hanımın elinde kamerayla dolaşması artık olağan bir olgu mudur?
Soruyu sadece serginizi izleyen kimi yabancı gözler açısından soruyorum
tabii...
Benim
açımdan bir hayli tuhaf bir soru bu tabii... Her insan gibi başörtülü
kadınlar da örtüleriyle değil yaptıkları işlerle anılmayı hak
ediyorlar. Başkalarının başörtülü doktor, başörtülü avukat başörtülü
öğretmen, başörtülü... demesi rahatsız ediciyse aynı şeyi neden
kendimize yapıyoruz, ötekileştirilmeyi içselleştirme gibi bir durum mu
var acaba?.. Ayrıca bu gün elinde kamerayla dolaşmak hiç kimse için zor
değil, bunu görüyoruz zaten, önemli olan kişinin neye odaklandığı, ne
anlattığı. Bu noktada başörtülü ya da açık, hiç önemli değil bence.
Yukarıdaki
soruyu sormamın sebebi, fotoğraf makinesi ile kadının mahremiyeti
arasında kurulan olumsuz bağ. Yirminci Yüzyıl'ın başlarında Şeyhülislam
Mustafa Sabri Efendi Güzel Sanatlar Okulu'nda resim derslerinde bir
çingene kızının model olarak kullanıldığını öğrendiğinde, şunları
yazmıştı: "Birkaç iyi yanlarının hatırı için Avrupalılardan aldığımız
kötülüklerden bir tanesi de şu insan vücutlarının resmini ve fotoğrafını
çekmek rezaletidir."
Fotoğraf
makinesi Batı'dan her şeyden önce, "Kur'an'ı kapat, kadınları aç" gibi
sloganları olan bir kadın özgürlüğü akımıyla birlikte geldi. O
tarihlerden bugüne alınan mesafeyi hazmedebildi mi toplumumuz? Yani
fotoğraf şimdi bir mahremiyeti açma tekniği olarak görüldüğü oranda,
tersi amaçlara da katkı sunma konusunda ne derece ustalıkla kullanılıyor
dersiniz? Daha özlü olarak, sizin çalışmanız bir istisna mıdır, yoksa
benzeri çalışmalarla kamusal alana mahrem anlayışlarını taşımakta
anlamlı bir mesafe kat etti mi Müslüman kadınlar?
İç
içe geçmiş çok zor sorular, anladığım kadarıyla şunları söyleyebilirim.
Fotoğraf ve mahremiyet çok hassas ve önemli bir konu, yıllar önce
Bağcılar sokaklarında dolaşırken bir yaşlı kadına denk gelmiştim, oğlu
bahçede odun kırıyordu, o da binanın kapısında oturmuş etrafı
seyrediyordu, bembeyaz bir örtü vardı başında, yanına yaklaşıp
fotoğrafını çekmek istediğimi söyledim, "çek ama namahreme gösterme!"
dedi. "Ama"dedim "ben bu işi öğreniyorum, en azından hocalarıma
göstermem, onların değerlendirmelerini dinlemem lazım," Dedi ki,
"olmaz, senin hocan benim hiçbir şeyim; ne kardeşim, ne oğlum, ne de
kocam..." Benzer şekilde başörtülü kadınların genelde, bu mahremiyet
meselesiyle alakalı olarak kameradan kaçmak gibi refleksleri var. Ben
fotoğrafın "rezalet" bir şey olduğunu düşünmüyorum. Mustafa Sabri
Efendi'nin dışarıda bıraktığı "birkaç iyi yanını"önemsiyorum. Aslında
tüm mesele kullandığınız araçla hesaplaşmayla alakalı olabilir. Bir de
fotoğraf her zaman açığa mı çıkarır, yoksa gösterirken gizler mi? Bu
açıdan da konuyu düşünmek lazım.
Ayrıca
kamusal alana mahrem anlayışının taşınması sadece Müslüman kadınların
meselesi olamaz. Genel olarak Müslümanların neler yaptığına bakmak
lazım, bu açıdan durum pek iç açıcı görünmüyor bence. "Kamusal alan"la
Müslüman kadınların ciddi meseleleri olduğunu da unutmamak lazım, bu
mesele ister istemez yeni arayışları da getirecektir, KOD 333'ün bir
istisna kalacağını hiç sanmıyorum.
Sergi nasıl karşılandı? Sizi şaşırtan ya da mutlu eden uç örnekler yaşandı mı?
Sergiye
ilgi çok güzel. Sergiyi gezen başörtülü kadınlar hikâyeleri okuduktan
sonra, benle röportaj yapan muhabirlerden bazıları da dahil, kendi
başlarına gelenleri anlatmaya başlıyorlar. Birkaç kez, sergiyi gezerken
ağlayan kadınlara rastladım, bu beni çok etkiledi, bir başkası "bizi
onurlandırdınız." dedi. Açıkçası bir çeşit rehabilitasyon etkisi de
yaptı gibi geliyor bana, bu kadarını beklemiyordum.
Bu
arada www.kod333.com sitesinin hazırlıkları maalesef henüz bitmedi
birkaç güne kadar bitirmeye çalışıyoruz. Orada fotoğraflar dışında
projeye katılanların ses kayıtları da olacak. Başörtülü kadınların
yaşadıklarını kendi seslerinden duyacağız.
KOD
333 Ankara'dan davet aldı, İstanbul'dan sonra Ankara'da da
sergilenecek, umarım başka yerlere de gider çok fazla insana ulaşır.
Gerçekleştirdiğiniz
bir diğer önemli projeyi, İstanbul'un Bağcılar ilçesindeki okuma yazma
seferberliğine katılanları konu alan "40 Fotoğraf 40 Hikâye: Hem Okudum
Hemi de Yazdım" projesinini izleme şansım olmuştu. Ne tür geri
bildirimler aldınız?
"40
Fotoğraf 40 Hikaye Hem Okudum Hemi de Yazdım." İlk projem, klasik siyah
beyaz teknikle üretilmiş 90 küsur fotoğraf ve metinlerden oluşuyordu.
2007'de UlisPhotoFest'te sergilendi. O projede danışmanım gene Fotoğraf
Vakfı'ndan Kemal Cengizkan'dı. Sergilenmesi de gene Orhan Cem Çetin ve
Yücel Tunca'nın sayesinde olmuştu. O tarihlerde bu tip desteklerin
kıymetini yaşadığım bir olayla anlatmayı deneyeyim. "40 Fotoğraf 40
Hikaye..." Tütün deposundaki sergiden sonra özel bir üniversitenin
eğitim/öğretim yılı açılış etkinlikleri içinde yer almak üzere davet
almıştı. Benimle irtibata geçen hocayla yaptığımız telefon görüşmeleri
çok güzel geçti hatta beni fotoğraf derslerinden birinde bir söyleşiye
de davet ettiler, fakat sonra başörtülü olduğum ortaya çıkınca sergi
iptal edildi. Çok tuhaf bir şeydi, telefondaki hoca okul yönetiminin
başörtümden dolayı sergiden vazgeçtiğini söylerken o kadar mahcuptu ki
benim adamı teselli etmem gerekti, çok tuhaftı gerçekten, unutamıyorum.
Tam da KOD 333'e başlamayı düşündüğüm günlerdi, kesinlikle KOD 333
yapmalıyım demiştim.
Birikimleri
bir sonraki noktaya taşımakta böylesi tecrübeler büyük önem taşıyor.
KOD 333'de mutlaka iptal edilen serginizin üzüntüsünün izleri de var. İlk
tanıştığımız dönemlerde birlikte bir sinema filmi yapalım diye
konuştuğumuzu hatırlıyorum. Hâlâ sinema alanında çalışma düşünceniz var
mı?
Neden
olmasın diyeceğim ama uzun metraj bana uzak galiba, çok sevdiğim iki
küçük hikâye var, kısa film için çok uygun gibiler... Bilemiyorum,
fotoğraf daha ağır basıyor bende. Bir de KOD 333'e çalışırken bu konuyla
ilgili bir bilgisayar oyunu fikri oluşmuştu kafamda, büyük sermaye ve
teknik donanım, bilgi beceri gerektiren işler, biraz zor ama bakalım
artık.
Farklı,
değişik bir sergi KOD 333. Hem kamusal alanı dönüştürme, alternative
kamularda derinleşme, hem de kamusal alan- mahremiyet bağlamında yeniden
düşünmek açısından öncü bir çalışma. Bugüne kadar obje gibi görülerek
üzerinden söz üretilen ya da tanımlama girişimleriyle varlık alanları
daraltılmak istenen başörtülü kadınların kendilerini doğrudan ifadesinde
alınan mesafeyi farketmek açısından bu sergi izlenmeli mutlaka, diye
düşünüyorum. Söyleşi için teşekkür ediyor, bu yöndeki çalışmalarınızı
sürdürmenizi diliyorum.
-Ben de çok teşekkür ederim ilginize.
Cihan Aktaş