Yolda gidiyordu, hafif sekerek. Üstündeki her şey benden bile yorgundu. Ayağının birinde ayakkabısı yoktu. Yüzümü belki hatırlamıştır diye düşünüp o cesaretle seslendim, ayakkabının birini mi kaybettin, diye.
Döndü, asabi mi umursamaz mı olduğunu anlayamadığım donuk bir ses tonuyla iki çift olduklarını da nereden çıkardın, dedi.
Sustum.
Bu ayakkabı tekini buldum. Giydim. Diğerini bulursam onu da giyerim.
Demek ki neymiş; insanlar her zaman bir çift ayakkabıya sahip olup tekini kaybetmezler bazen de çiftlerden birini bulup giyerlermiş. Sanki herkesin bir çift ayakkabısı olması lazımmış gibi. Neden böyle düşündüğümü sorgulayıp, utandım.
Bazen gördüklerimizi rasyonel şablonlarımıza uydurmak için ne kadar da saçmalıyoruz.
Ben böyle düşünürken o lafın ardını getirdi:
Geçenlerde biri beni böyle gördü, hadi sana üst baş bir şeyler alalım, dedi. Ama sen de bana dua et.
İstemem dedim, duayı parayla takas etmek de ne?!. Ben dua satmıyorum. Sen kendini benden iyi tanırsın, kendi kendine dua et, dedim, savdım.
Para vermeye çalışıyorlar. Ben kabul etmeyince de sen ne biçim evsizsin diyorlar. Bu gün karnım toksa artık yarın için bu günden yardım kabul etmem ben. Yabancılar öyle değil pek. Bir şey istemiyorlar yardımları karşılığında. Dua et falan. Ne o öyle... Bana yardım edip kendini iyi hissettiği için insanlara borçlanmam mı gerekiyor. Hem bakalım kim kime yardım ediyor? İçimden gelirse ben zaten ederim onların söylemesine gerek yok.
Allah için bana mı rüşvet veriyorlar. Bana mı şart koşuyorlar, Allah’a mı? Bir de zaten aldım kabul ettim de, diyenler yok mu? Hatırladıkça asabım bozuluyor. Aç kalırım daha iyi. Almıyorum da, kabul de etmiyorum. Bir insana ancak bu kadar hoyrat yaklaşılabilir.
Böyle böyle söylene söylene uzaklaştı yanımdan... Dilsizmütercim2012