[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

27 Ocak 2007 Cumartesi

Yara Bandı Hangi Yaraları Sarabilir

Hayatımıza giren bazı insanlar tıpkı bazı haksız dayatmalar ve suni sistemler gibi bizim imtehanımız olurlar. Bunların arasında öğrencisinin başarısını hazmedemeyen öğretmelerden tutun da, platonik aşığın maşuğuna kadar her çeşit insan vardır. Bu ayaklı imtehanlar herkesin hayatında farklı suret ve sıfatlarda zuhur ederler. Onlarla olan imtehanlarımız ne kadar çetrefilli olursa olsun, ne kadar derin yaralar açarlarsa açsınlar, imtehan bittikten sonra izleri kalsa da hepsi birer kazanım olma potansiyeline sahiptir. Lakin bu realiteyi cümlelere dökmekle hayatın içinde hazmedebilmenin zorluğu arasında; Ferhat'ın deldiği dağlar kadar fark vardır. Fakat yine de azmedildiğinde aşılabilirdirler işte.


Benim değinmek istediğim ve içimin bam tellerinde hoyrat dokunuşlarla, çığlık vari sesler çıkartan, aklımı ağrıtan diğer bir konu ise; insanın şu imtehan dünyasında başkalarının imtehanı olarak kendini hayat sahnesinde bulması. Başkasının kaderinin ve kederinin yazılmasında "ucu kırık, cızırtılar çıkartan" bir kalem olma ihtimali. Aslında her insan hayatına giren ve girdiği insan için beşeri münasebetleri doz-üslup-sınır-iyilik-kötülük vs. açısından bir imtehandır. Ama bazı imtehanlar vardır ki; kırık not alındığında toparlaması hayatına ve dahasına mal olabilir.

...

Bundan tam bir yıl bir gün önce İstanbul'un Unkapanı semtinde hem de tam su bendinin dibinde bir evde ikamet ederken, çocukluk arkadaşlarımdan biri ve can dostum olan Emilah Bursa'dan atlayıp gelmişti. Hangi rüzgar atmıştı onu İstanbul'a bilemem ama başında esen lodoslardan biri de bendim. İkimiz de zor günler geçiriyorduk. Tam da Rum Suresi 41 de geçtiği gibi; "İnsanların kendi ellerinin kazandığı dolayısıyla, karada ve denizde fesad ortaya çıktı. Umulur ki, dönerler diye Allah onlara yaptıklarının bir kısmını kendilerine taddırmaktadır."ın tezahürüydü yaşadıklarımız. Biraz kendi ellerimizle yaptıklarımızdan, biraz başkalarının bizim hayatımızı ellerine bulamalarından. Herşey ellerimizle kattıklarımızdan... Gelince direk bana uğrayamadı Başak Şehir de amcasının evine yerleşti. Ama Emilah'ımı en fazla bir ay ayrı kalmış olsak da bana uğramasını bekleyemeyecek kadar özlediğimden , senelerdir İstanbul'da yaşayan biri olarak hiç gitmediğim, hiç gitmesem de boşluğunu hissetmeyeceğim bu şehir içindeki (içinde olduğu tartışılır ama) suni şehire bu vesileyle siftah yapmak için yola koyuldum. Daha sonra onunla burda bize saray verseler gene kalamayacağızımızı söyleyip durduk birbirimize. Dostumun beni alması için sözleştiğimiz parktaki salıncakta bir müddet sallandıktan sonra yakındaki bir alışveriş merkezine girdim.


İçimden dostuma bir hediye almak gelmişti. Cebimde akbil dışında sadece bozuklukların şıngırtısı olması bu hevesimi kursağımda bırakmaya yetemedi. Birşey almadan alışveriş merkezlerinde dolaşmak bana oldum olası zaman israfı ve çin işkencesi gibi gelmiştir. Ben de fazla dolaşmak yerine kısa bir düşünme devresinden sonra aynı çatı altındaki bir eczaneye daldım müzip bir tebesüsüm eşliğinde. Aklıma bir çok dostuma aldığım artık aramızda geleneksel hal alan bir hediye gelmişti. Gidip en renklisinden 2 kutu yarabandı aldım, bir ona, biri bana olmak üzere. Genelde aşık olan veyahut hayatta farklı alanlardan yaralanmış dostlarıma aldığım, her iki taraf için de çok anlamlı bir hediye. Yalnız onları alıncaya kadar da akla karayı seçtim. İthal ve desenli olanı 7 ytl ye yakındı, şaka gibi. İnsanın parmağındaki yarayı sarması bile cüzdanını yaralar hale gelmiş bu devirde. Allahtan manevi yaralarımızı sarmak için ithal bantalara muhtaç değiliz. Ve Allahtan oksijen birilerinin tekelinde değil!


Neyse hasılı buluştuk ve güzel bir kahvaltının ardından dışarı çıkıp üfül üfül esen rüzgarın eşliğinde derin sohbetlere daldık. Biraz orda oturduk, biraz burda. Biraz o ağacın altında, biraz şu bankta, bahçe duvalarında. Olmadı gittik bir otobüs durağında saatlerce oturup sohbet ettik. Dostum bana Bursa'da sohbet ederken beraber yediğimiz kestane şekerleinden getirmiş, iadei şekerleme olsun diye. Arada gerçekten otobüs bekleyen bazı yolcular 'siz hangisini bekliyorsunuz bakın birsürü otobüs geçiyor bu gelenden başka gelecek olan kalmadi', dediklerinde de biz gelmeyen otobüsü bekliyoruz zaten size iyi yolculuklar diyoruz. Biryandan da amma çok otobüsün geldiğinden dem vuruyoruz beklesen hiç biri gelmez diye. Şaşkın bakışlara aldırmadan yine kendi halimizde devam ediyoruz. Dilsizmütercim


En azından bizim için çok önemli olan konularda, o kadar çok ve ilginç şeyler konuştuk ki, bir yazı bunu kaldırmaz. Hepsini paylaşamasam da belki tinerle inceltilmiş boya gibi ara ara değinmek istediklerim var aralarında. Şimdi başka bir yerdeyim ve uzaktaki yakın can dostlarımı, İstanbulu çok özledim. Rüyalarıma giriyorlar. Sınırı geçer geçmez bavullarımı savurup etrafa, dizlerimin üzerine çöküp kavuşmadan dolayı ağlıyorum. Koşup bir cami avlusundaki çınara sarılıp öylece kalıyorum sabaha kadar... Dilsizmütercim