[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

25 Şubat 2012 Cumartesi

Üstü Kalmasın


 
Eskiden, sabahları birimiz uyanmakta zorlandığında, diğeri buğulanmış pencere camında ıslatıp soğuttuğu elleriyle yatmakta olanın teninde gezinip uyandırırdı bir diğerini. İkimizden biri et yemeyi çok severdi diğerinin aksine, sabah kahvaltısında bile. Şimdi ikimizden et yemeden karnının doymadığını söyleyeni, bir süper markette çalışmaya başladı et reyonunda. Misafir gelmeden kullanılmaya kıyılamayan ama çok çalışıldığı için o misafirin de bir türlü ağız tadıyla istenilen sıklıkta ağırlanamadığı mobilyaların ve türevlerinin borcunu ödemek için... Olanların yanına olmayan yeni hayallerin sesini içeriden olmasa da dışarıdan somut susturucularla kesebilmek için... Eskiden en azından sahanda sucuklu yumurta yeterdi.

İkimizden eti çok seveni artık her gün saatlerce marketin arkasında et parçalayıp paketliyor. Etin o envai çeşit keskin kokusu birleşip tek bir koku halinde saçlarına, bütün varlığına siniyor. Kendine has ter kokusu, kendi teninin kokusu duyulmuyor artık. Ön tarafta vakitlice satılmayıp renklerinin canlılığı gitmiş etleri saydam ambalajlarından çıkarıp, ters çevirip başka bir kapta yeniden paketliyor akşama kadar ikimizden biri. Son kullanma tarihi yeniden yazılan ete biçilen paranın müstakbel sahibi içinse, son kullanma tarihi bir dakika bile uzamıyor oysa. İkimizden eti en çok seveni artık et yiyemiyor.

İkimizden eti pek de sevmeyeni artık taksici. Sabahları evinin penceresindeki buğuları görecek pek hali olmuyor. Silmekte olduğu tek buğulu cam emektar arabasınınki. Bir yerden alıp bir başka yere götürüp bıraktığı insanlardan bazılarının çocukları burunlarını dayadıkları arka cama bazı bazı ufak karalamalar yapsalar da, içimizden taksici olanı bunları göremeden siliniyor buğusu yazılanların. Taksiye bir ara Romanyalı çingeneler biniyor. Biz artık buralı olduk diyorlar. Buranın adetlerine göre bahşiş de verin madem diyor ikimizden biri. Buralı olduysak, o kadar da değil diyor içlerinden biri. Onları bıraktıktan sonra bir barmen biniyor arabaya. Hangi müziği istersiniz diyor etle işi olmayanımız. Adam hiç bir şey duymak istemiyorum diyor. Artık müzik duymak istemiyorum... İkisi de susuyor.

İkimizden biri diğerini arabayla alıyor. Hayır, taksici olanımız değil, çünkü bütün gün insanları bir yerden bir yere ulaştırmaya karşın mesai bitişi taksiyi durağa bıraktıktan sonra yaya kalıyor, iyi mi? İkimizden et kokanı diğerini duraktan alıyor. Taksici olanımız efkarla, bazen diyorum ki şu arabanın arka koltuğunda kimi uçaklardaki gibi bir düzenek olsa da bazı müşterileri bir tuşa basarak paraşütlü paraşütsüz arabadan dışarı fırlatıversem, diyor. Bunun için ilk benden başla, diyor diğerimiz.

Böyle böyle her akşam ikimiz de atar damarlarımız üzerine ağır kum torbaları koyup bekliyoruz sabahı, olabildiğince az kanayarak. Oysa çocukken birbirimizin elinden tutup iç odalarımızda keşfe çıkıyorduk her gün yeniden. Artık sonu kestirilemeyen korna sesleri ve et kokularıyla dolu bir koridorda yaşıyoruz. Yine de bazen işten eve dönerken bir yosun kokusu geliyor denizden. Dilsizmütercim250220121933

“her neyi dilesek burada olmaz
en büyük erdemi bunun, susamak
yalar yarasını içte bir geyik
hepsi bu kadardır: adı yaşamak” Hüdayınabit