[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

29 Mayıs 2012 Salı

döşeğimde ölürken



"bir gün cora'yla konuşuyordum. benim için dua ediyordu, çünkü günahın gözlerimi kör ettiğine inanıyordu. benim de onunla birlikte diz çöküp dua etmemi istiyordu, çünkü günahın bir sözcükten ibaret olduğu insanlar için kurtuluş da bir sözcükten ibaretti."

william faulkner / as i lay dying

az evvel kütüphane'nin elden çıkardığı yahut da belde sakinleri tarafından kütüphaneye bağışlanan kitaplardan, 1 dolara kitaplığımın nasibine düşenlerden bir alıntı...

(geçenlerde de senede sadece bir hafta sonu yapılan bir kitap satışına denk gelmiştim. ilk gün birer dolardan klasiklerden 9 kitap, ikinci gün bir çanta dolusu kitap seçkisini 2 dolara satın aldım. sanırım uzun süredir geçirdiğim en keyifli ve yorucu gündü ciltli kitapları tabanvayla eve taşıma aşamasını da hesaba katarsak.)

döşeğimde ölürken'i henüz okumaya başlamadım. murat belge'nin çevirisiyle türkçeye de kazandırılmış "döşeğimde ölürken" ismiyle... kitabı almadan önce internetten hakkında kısa bir araştırma yaparken rastladım bu cümleye. gözümün önünde bulunsun istedim burada da... belge 18 yaşında çevirmiş bu eseri. şu sıra yine murat belge'nin tercüme ettiği "dubliners"i bitirmeye çalışıyorum. biraz ara vermiştim. kitapta şaşalı cümlelere yer yok. altı çizilesi aforizmalar falan... içi doldurulmuş, tabir yerindeyse altı çizilesi duygular ve ruhi tasfirler var. basit hayatlarımızın bazı hikayeleri okurken yazarın yansıtmaya çalıştığı sıkıntıyı üzerimde çok fazla hissettiğimden olsa gerek çok sıkıldım. ama bu gün "a little cloud" hikayesini okudum. ne kadar da sahici... tam da gününe denk geldi. çok sağlam bir hikaye olmuş. vakıdan çok hallerin yansıtılmasından oluşan hikayeleri seviyorum. ki bu hikayelerin bir başkasına anlatılması pek mümkün olmasa gerek. okunması tavsiye edilebilir belki.

şu sıra aslında ne yazmak ne de okumak istiyorum. düşünmek bile istemiyorum. bayadır birkaç dosta vermek istediğim selamları da aksatıyorum.  aksatmanın ötesinde bir şey hatta bu durum. yaşama fonksiyonlarımdaki kısa devrelerle ilgili. üzerine yurt dışının kısıtlı insani hareket kabiliyetlerinin de katkısıyla değişen, deforme olan iletişim alışkanlıkları da eklenince ortaya mutasyona uğramış bir varlık çıkıyor. bir açıdan selamla aksatma ifadesinin yan yana olması da abes olduğu için, içim biraz serinliyor. çünkü ödevden yahut alışkanlıktan azade bir şey olarak yaşanmalı bu. dostsak zaten unutmak mümkün mü? dostluk, kardeşlik, yakinlik onun herşeye rağmen hep orada olduğunu bilmenin yürekte bıraktığı serinlikle doğru orantılı bir şey. yine de istediğim halde selam etmek mümkün olmayınca ruhuma asılı kalıyor bu hal.

bu duruma ilaveten, 
renkli killer aldım, şekil verdikten sonra fırınlanması gereken. güya toprakla meşgul olacaktım bir müddet ama onlar da sentetik plastiğimsi maddelermiş. biraz pratik yaparsam renksiz doğal olanlarından alıp belki boyarım modelleri. şimdilik edward hopper'in 2 tablosunun benzerlerini yapıyorum. ilki bitti. hopper'ın eserleri beni hayli etkiliyor. vurguladıklarının yanı sıra ışığı kullanış şekli çok sarsıcı. seramik için henüz yeterli malzemem olmadığı için sürekli parmaklarımı kullanmam acı vermeye başladığından yine fiziki acıdan diğer boyuta uğramış bulunmaktayım. kille uğraşırken düşünceleri asgariye indirmek mümkün olması doğru bir seçim yaptığımın göstergesi olsa gerek...

bir müddet tamamlanmış yazılardan ziyade kısa notlar eklerim belki buraya da. yoksa kendim dahil herşey gibi buraya da yabancılaşıyorum... dilsiz191629052012