[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

17 Temmuz 2012 Salı

AK Parti, Neoliberalizm ve İslâmcılık

Siyaset ve iktisadi ilişkiler bakımından içinden geçtiğimiz neoliberal dönüşüm sürecinin özelliklerini ve bu süreçte AKP'nin rolünü anlamlandırabilme iddiasıyla Phoenix Yayınevi tarafından 2009’da AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu adıyla önemli bir kitap yayınlandı


Asım Öz/ Kültür Servisi
Türkiye'nin 2001 krizi sonrasında siyasal ve sosyal yaşamında meydana gelen değişiklikler ele alındığında ortaya karmaşık bir resim çıkmakta.  Var olan gerçekliğin merkez/çevre, şehir/taşra, laiklik/İslâmcılık, muhafazakarlık/aydınlanmacılık eski bürokrasi/yeni bürokrasi, askeri vesayet/milli irade gibi çatışmalı kavramlar üzerinden değerlendirilmesi ve her kavramsallaştırma tarzının en az diğeri kadar  "açıklayıcı" olduğu sonucunu doğurması dikkatlerden kaçmamaktadır.

2002 yılından bu yana, yaklaşık on yıldır iktidarda bulunan AKP, bu dönem içerisinde hem söylemleri hem de toplumsal yaşamdaki etkileriyle Türkiye siyasal tarihinin en özgün fenomenlerinden birisi hâline geldi. AB'ye giriş süreci, Ortadoğu'daki gelişmeler,  İslâm ve siyaset ilişkisi, ekonomi alanında serbest piyasanın zorunlulukları, sermaye grupları arasındaki çatışmalar, parti tabanının beklentileri gibi farklı ve çatışmalı etmenlerin yönünü belirlediği bu dönem aynı zamanda kapsamlı bir dönüşümü de içermektedir.  Bir yandan merkez sağ ve merkez sol siyasi partilerin artık Türkiye siyasetinin ve toplumunun dönüşümünü taşıyamaz hâle gelmesi diğer yandan Ortadoğu'da belirgin bir siyasal hat olarak varlığını koruyan Batı eleştirisi AKP'yi hem bir siyasi parti olarak öne çıkardı hem de pek çok önemli gelişmenin kavşağına yerleştirdi.

SOSYAL VE SİYASAL BİR OLGU OLARAK AKP
Siyaset ve iktisadi ilişkiler bakımından yetmişli yıllardan bu yana ağırlıklı olarak da seksenlerden itibaren içinden geçtiğimiz neoliberal dönüşüm sürecinin özelliklerini ve bu süreçte AKP'nin rolünü anlamlandırabilme iddiasıyla Phoenix Yayınevi tarafından 2009'da AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu adıyla önemli bir kitap yayınlandı. Hâliyle bu eleştirel çalışma tıpkı Cihan Tuğal'ın Pasif Devrim kitabı görmezden gelindi, okunup tartışılmadı, eleştirilecek boyutları eleştirilmedi. Buna karşın AKP'yi sadece "kültürel" alan üzerinden değerlendiren ve tartışmayı maddileştirmeyen değerlendirmeler ön planda oldu. Pek çok "sosyolog" meseleyi sadece merkez/çevre, cemaat/parti üzerinden okumakla yetinmekle kalmadı aynı zamanda AKP konusunda kitleler enforme edildi.   AKP Kitabı' na bu çerçevede yaklaştığımızda hem farklı hem de kapsamlı olduğunu hemen söylememiz gerekir.  Türkiye'nin çok önemli ve derin bir dönüşüm geçirdiğini ve bu sürecin toplumsal hayatın her alanını kapsadığını dolayısıyla da böylesi bütüncül, toplumsal hayatın  her alanına dokunan, değişimin  farklı izlerini  AKP  üzerinden süren  çalışma toplam on konu başlığı altında otuz iki makaleden oluşuyor.

Dikkatle okunduğunda neoliberal politikaların küresel ölçekte ortaya çıkma ve uygul(n)ama koşullarından yola çıkılarak ortaya konulan tartışma hattı  hiç kuşkusuz AKP'nin siyasi başarıları üzerine oluşturulan  "mitlerin" sorgulanmasını da beraberinde getirecektir.  AKP'nin neoliberal dönüşüm sürecindeki başarısı, 1980'lerden bu yana yaşanmakta olan çatışmaları muhafazakâr bir anlayışla farklı bir siyasallıkla idare edebilmesinden kaynaklandığı üzerinde sıkça duran yazarların karizma, hayırseverlik ve sembolik sermaye gibi konulara değindikleri görülüyor. AKP'nin neoliberal dönüşüm sürecine uyum sağlayan herhangi bir özne değil, bu dönüşümü Türkiye'ye taşıyabilecek en uygun özne olduğuna yapılan vurgu dikkat çekiyor. Çünkü, neoliberal dönüşüm sürecinin  beraberinde getireceği   derin toplumsal kırılganlıkları emecek ideolojik aygıt ancak AKP tarzı bir politik hareket tarafından sağlanabilecektir..
Süreklilik vurgusunu Dünya Bankası ile ilişkiler bakımından analiz eden şu satırlar AKP'nin kendisinden önceki iktidarların süreğinde olduğuna işaret ediyor: " AKP bağımlılığı içselleştiren politikaların iştahlı bir uygulayıcısıdır.  Daha önceki Ecevit'in başbakanlığını yaptığı koalisyonun(...) uyguladığı programı, AKP 'gönüllü' bir şekilde uyguluyor. Bu açıdan 1980 sonrası Turgut Özal başbakanlığındaki ANAP hükümeti ile büyük bir benzerlik gösteriyor."
Kuşkusuz hâlen devam eden AKP sürecini belirli bir kavramsal çerçeveden değerlendirmenin yapılabilmesi için söz konusu dönemin soma ermiş olması ve onu takip eden dönemin de karşılaştırma yapılabilecek kadar geride bırakılması gerekir.  Yöntemsel bakımdan verili dönemin öncesi ve sonrasıyla karşılaştırılabilmesinin asgari şartıdır bu. Bu şartının yokluğuna karşın sürecin içinden yapılan değerlendirmelerin bazı önemli noktaları yakaladığını da belirtmemiz gerekir.

"ÇELİŞKİLİ BİLİNÇLİLİK"  VE NEOLİBERAL POPÜLİZM
Kitabın en önemli özelliği AKP iktidarını Türkiye siyaseti içerisinde tarihsel bir kırılma olarak değerlendiren liberal- muhafazakâr yorumların aksine; AKP'yi Türkiye'deki baskıcı ve otoriter yönetim yapısını yeniden üreten bir siyasal yapı olarak ele alması oluşturuyor. Bu bakımdan derlemenin omurgasını baskıcı ve otoriter yönetim anlayışını "İslâmcı" bir modelin oluşturduğu düşünülen AKP'nin seksenli yıllarda başlayan neoliberal dönemin bir parçası oluşu ve bundan dolayı da yönetimsel anlamda bir kırılmadan ziyade  bir sürekliliğin temsil edildiği yaklaşımı oluşturuyor. Dönemin dünya ve Türkiye sorunları tarihsellik üzerinden derin bir okumaya tabi tutularak söz konusu yaklaşımı derinleştiren yönüyle kitabın,  hâkim AKP yorumlarından genel olarak farklı bir yerde durduğu rahatlıkla söylenebilir. Doğrusu kitabı okurken AKP'yi değerlendiren sol eleştirel çalışmaların onda biri mesabesinde İslâmcılık cihetinden yapılan çözümlemelerin olmayışına; olanların ise pek fazla gündeme getirilmeyişine şaşırdım.
AKP döneminde İslâmcı çevrelerin AKP karşısındaki konumu ana hatlarıyla Gramsci'nin "çelişkili bilinçlilik" olarak adlandırdığı durumla karşı karşıya olduğumuzu gösterir.  Bu bilinç halinin en iyi yansıması; olağan zamanlarda AKP'yi, tek adam bilgeliğini, kentsel dönüşüm politikalarını, TOKİ'leri, siyaset üslubunu sonuna kadar eleştirmek ama seçim zamanlarında oyunu AKP'ye vermektir.  İslâmcılıktaki popülist bakiyenin özellikle kriz zamanlarında hayırseverlik ve dayanışmacılık çerçevesinde iktidara eklemlendiğini de belirtmek gerekir.  Öte yandan 20002-2007 Aralığında İslâmcı çevrelerde yapılan AKP değerlendirmeleri ile 2007 sonrasında yapılan değerlendirmeler arasında oluşan açı farkı çelişkili bilinç hallerinin durağan olmadığını da ortaya koyması bakımından dikkatle üzerinde durulması gereken fakat henüz yorumlanmamış büyük bir hammaddedir.

AKP döneminde Recep Tayyip Erdoğan üzerinden yürütülen neoliberal popülizm, uluslar arası ölçekte hakim birikim tarzı olarak neoliberalizmin ülke sınırları içinde yeniden üretilmesine katkı sunmanın yanında, emperyalizmin askeri, siyasi ve iktisadi imkanlarını da yeniden üretir. Neoliberal popülizm piyasalaştırmanın ve neoliberal tarzda yeniden yapılanmanın önünü açarken aynı zamanda alttakilerin siyasal desteğini her halükarda korumanın yollarını gösteren bir egemen sınıf stratejisi olarak gündeme gelir. İktidarın bıraktığı boşluğu üzere sosyal yardımlar ve sivil toplum kuruluşları doldurur.  Burada şu mesele de gündeme gelmektedir: İslâmcılık ve neoliberalizm meselesini teorik düzlemde tarihselliği içinde İslâmcı bir perspektifle tartışmamak İslâmcı entelektüellerin en önemli handikabıdır. Tartışmayı yıllardır postkolonyal auranın izleğinde sadece kültürel zeminde sürdürmenin konformizmini terk edememek bu durumun en temel sebebidir. Türkiye ve dünya gerçekliğini kavramanın farklı alanları içerecek biçimde derinleştirilmemesi İslâmcılığın muhafazakârlıkla liberalizm arasında gidip gelmesini dolayısıyla düşünsel sığlaşmasını da beraberinde getirmektedir.  Sözgelimi İslâmcılığın dünya ölçeğinde konuşulmaya başlandığı yetmişli ve seksenli yıllarda İslâmcılığın varlık kazanmasını postmodernizm gibi yirminci yüz yılsonu hareketlerinin parçası dolayısıyla kapitalizmin girdiği krizi çözmek için icat edilen bir anti- materyalizm olduğu tespitini yapan Tapper ve benzeri yorumcular hakkında İslâmcılık ekseninden yapılan güçlü bir eleştiri yoktur. İslâmcılığın seksenli yıllarda Turgut Özal'a dönük olarak yaptığı eleştirileri doksanlı yıllardan itibaren kademe kademe azaltması, AKP'li yıllarda ise onu "azizleştirmesinin" reel politik zorunlulukların ötesine geçen tutarlı bir izahı var mı? Olsa bile bu izah İslâmcılığın farklılığını ve ayrılığını yok etmez mi?  Öte yandan bugün iktidar blokunu oluşturan ideoloji içinde İslâmcılığın kendini geliştirdiği varsayılmaktadır. Fakat bu gelişme hâlinin son kertede sağcı politikacıların özel alan siyasetini aşıp aşamadığı meselesi  nedense  pek  konuşulmamaktadır.

Sol kökenli olan ve neoliberalizmi uygulayan politikacıların kendilerini solda görmelerinin anlamlı olup olmadığı üzerinde önemli sayılabilecek eleştirel bir literatür bulunmaktadır. Fakat benzeri bir düşünme çabası ister olumlu ister olumsuz yaklaşım geliştirsin İslâmcılık içerisinde yoktur. Neoliberalizme eklemlenen bir popülizmin İslâmcılık bakımından bir çelişki oluşturduğunu ortaya koyan eleştirel bir okuma henüz çok cılızdır. Hal böyle olunca "AKP ve Neoliberal Popülizm" yazarı Deniz Yıldırım'ın şu tespiti daha çok  önem kazanmaktadır: "İslâmcı siyasal dil(..) neoliberal popülizm aracılığıyla, egemen sınıf siyasetinin rıza teknikleri arasında yerini daha da pekiştirmektedir."

AKP'yi neoliberal dönüşümün siyasi aktörü olarak eleştirmek kadar, AKP'nin kendine rağmen dâhil edildiği İslâmcı geleneğin kendine özgü bir ekonomik programının olup olmadığı üzerinde durulması gereken bir başka konudur.  Eğer bunun üzerinde durulmazsa İslâmcı olarak bilinen siyasal akımların iktidara geldiklerinde ekonomik ve sosyal  politika uygulamalarını konjonktürel koşullarda kendilerini kuşatan talepler ve sınıfsal konumları doğrultusunda  biçimlendirmeleri üzerinde durmanın anlamı olmayacaktır.

BELİRSİZLİK VE ÇELİŞKİLER
Sol çevreler tarafından İslâmcılığın hangi noktalarda eleştirildiğini görmeyi de sağlıyor derlemede yer alan yazılar. İslâmcılığı son kertede Müslümanların çoğunlukta olduğu coğrafyanın kapitalist üretim tarzına eklemlenme sürecinde ortaya çıkan tepkisel bir hareket olarak görür sol değerlendirmeler. İslâmcılığın,  aydınlanma geleneğinden farklı olarak ortak bir hakikat rejimi olarak İslâm'ı benimsemesi ilerlemeye dayalı sosyalizm bakımından zaman dışında ve değişmez hakikatler benimsemek olarak görüldüğünden eleştirilir. Fakat buna karşın onlar üretim ilişkilerini nihai hakikat olarak benimsediklerinin pek farkında olmazlar. İslâmi hakikat rejiminin gereği olarak Müslüman bireylerin bedenleri üzerinde tümüyle özgür tercihlerinin olamayacağına inanmaları çokkültürcü solun biyo-politik rejimiyle çelişmektedir.  İslâmcılığın, ulus devletin dar ufuklarını aşmak için ümmete ve cemaate vurgu yapması da sol açısından önemli bir sorun olarak görülmektedir.

Birliğini yitiren ümmetin yeniden tesisini hedefleyen İslâmcılığın somut bir kendilik olarak yaşadığı dönüşümlere dair önemli tespitler var. Müslümanların diğer toplumlardan farklı olduğu bilincinin yerleştirilmesi, bunun tekrar edilmesi ve pekiştirilmesi olarak İslâmcılık Batı'yı İslâm birliği adına reddetmesiyle de öne çıkar.  Fakat bu öne çıkma hali Türkiye ölçeğinde bakıldığında Milli Görüş içinde yaşanan farklılaşmadan sonra büyük ölçüde yapısızlaşmıştır. Artık İslâmcılık içinde yaşanan bölünme sonrasında AKP post-İslâmcı bir konuma oturmuş, bundan dolayı AB'ye, NATO'ya ve genel olarak sermayenin küreselleşmesine karşı çıkmaktan vazgeçmiştir.  Post-Kemalizm meselesini gündeme getiren tartışmaların  örtülü olarak post-İslâmcılığı da gündeme getirdiği görülmediğinden laikliğin sekülerleşmesi tartışmaları başta olmak üzere pek çok mesele anlamlandırılamamaktadır.
İslâmcılık ve AKP ilişkisini sorunsallaştıran yazıların genel  çerçevesini  neoliberalizm  kavramı oluşturmaktadır. Bununla birlikte yazılarda ortaya konulan İslâmcılık analizlerinde Milli Görüş geleneğinin "çelişkili mirasının" AKP'yi anlamak için mutlaka göz önünde bulundurulması gerektiğine yapılan vurgu dikkat çekmektedir.  1990'lara kadar sınıfsal farklılaşmaları müminler arası kardeşlik vurgusu ile olabildiğince azaltmaya çalışan Milli Görüş hareketinde bu yıllarda iki uç eğilim belirir: İlki zamanında sol ütopik bir proje olarak da değerlendirilen "Adil Ekonomik Düzen"  broşüründe ifade bulan esnaf ve zanaatkarı korumaya yönelik korporatist projedir. Belirsizliklerle dolu olan bu metnin bir yönü serbest piyasayı savunurken bir yönü devletin serbest piyasayı kaldırması gerektiğini vazediyordu.  Bu belirsizlik ve çelişkilerine rağmen 1980 ve 90'ların küreselleşme ve serbest piyasa ortamında ekonomik ve sosyal açıdan yıkıma uğrayan kitleler nezdinde metin çok anlamlıydı.   İkinci ise MÜSİAD tarafından temsil edilen İslâmi sermayenin serbest piyasa talebidir. MÜSİAD Endonezya ve Malezya'da olduğu gibi müminler arasında ahlaki bağlara dayanan bir model içinde asgari devlet müdahalesiyle işleyen İslâmi bir serbest piyasa fikrini savunuyordu.  1994 sonrasında başta belediyeler olmak üzere yaşan iktidar tecrübesi 28 Şubat sonrası ayrışmanın da temellerini oluşturdu. İslâmi toplumsallık içinde grev ve lokavta ihtiyaç olmadığını savunan MÜSİAD'ın çalışma ilişkilerine yaklaşım biçimini İslâmi ahlakı benimseyen Hak-İş hiçbir zaman benimsemedi.  Bu çelişkili bakışlar 28 Şubat'a kadar Mili Görüş geleneği içinde bir arada tutulabildi. Fakat 28 Şubat sonrasında hareket içinde küreselleşmeyi ve serbest piyasayı savunan akım yenilikçiler olarak ayrıldı.

Doksanlı yıllardan AKP'ye uzanan süreci ele alan "AK Parti'nin Sosyal Siyaseti" başlıklı yazıdaki şu tespitler önemli: " 1990'larda  "İslâmi" sermayenin yükselişine paralel olarak serbest piyasacılık adil düzenin öngördüğü koporatist projeye baskın gelmeye başlamıştı. Fakat 1990'lar aynı zamanda yoksulluğun bir biçimde ve somut olarak azaltılmasının kaçınılmaz hale geldiği yıllardı. Refah Partisi soruna belediyeler aracılığıyla ve sınırlı iktidarı dâhilinde, ehil olduğu sosyal yardım pratiğini geliştirerek kısmi bir çözüm buldu. 28 Şubat sürecinde hareket bölündüğünde büyük tarafa kalan miras bu pratik olacaktı. Ama tek başına iktidarda olmanın getirdiği yeni ve kapsamlı sorumluluklarla."

KONJONKTÜREL İSLÂMCILIK
Menderes Çınar'ın yapmış olduğu İslâmcılık tanımı üzerinde de durulabilir. "İslâmcılık; İslâm'ın değil, bazı Müslümanların içinde bulundukları siyasal ve toplumsal koşullarla etkileşiminin ve bilinçli çabalarının sonucudur. Bu nedenle İslâmcılık ülkeden ülkeye ve İslâmcıdan İslâmcıya büyük farklılıklar gösterebilmektedir."  Onun tekil bir İslâmcılıktan değil İslâmcılıklardan söz edilmesi gerektiğini vurguladığını da belirtelim. AKP ile ortak hareket eden Fethullah Gülen ve Nakşibendilerin küreselleşmeden yana bir tutum almaları ile üçüncü dünyacı bir perspektifle AKP'yi eleştirdiğini ifade ettiği Gerçek Hayat dergisi üzerinde duran Çınar, İslâmcıların yaşadıkları tecrübeler, karşılaştığı fırsatlar, stratejik hesapları ve geçtiği siyasal öğrenme süreçleri ile siyasal gündemlerini değiştirebileceklerini ifade ediyor. Bu çerçevede Milli Görüş içindeki kırılmayı örnek olarak anması kayda değer: "Batı karşıtı, üçüncü dünyacı, toplumu yukarıdan aşağıya İslâmileştirmeye çalışan Milli Görüş Hareketi'nden, Batı yanlısı, global neoliberalizmle bütünleşmeye çalışan ve bireylerin İslâmi kimliğini vurgulayarak toplumda İslâmi görünürlüğüne ve/veya toplumun dolaylı İslâmileşmesine izin veren Adalet Kalkınma Partisi olgusuna geçiş bu bağlamda anılabilir."  AKP'nin ideolojik temellerini belli bir kavramsal çerçeve içinden açıklamaya çalışan Yalçın Akdoğan,  AKP'nin konjonktüre ve sosyal şartların gereklerine göre muhafazakâr, serbest piyasa yanlısı ya da refah devleti yanlısı olabileceğini belirtir. Sosyal demokratların sosyal dayanışma meselesini sosyal devlet üzerinden çözmeye çalıştıklarını muhafazakâr demokrasinin ise bunu gönüllü kurumlar ve sivil toplum hareketleri üzerinden çözmeye çalışacağını düşünen Akdoğan,  muhafazakâr demokrasinin sosyalizm ve liberalizme bir üçüncü alternatif oluşturacağını vurgulayarak AKP'nin ideolojik temellerini belirginleştirmeye çalışır.

İşte tam da bu noktada  "sekter" bir yorum olarak algılanma ihtimaline karşın Menderes Çınar'ın, Türkiye'de İslâmcı bir siyasal hareketin varlığının tartışmalı olduğunu ifade edişi üzerinde durulmalıdır. Bu bakımdan, amaçları ve siyasal yönelimleri muğlâk ve iktidar odaklı hareketliliklerle sınırlı yapıların İslâmcı olarak anılıp anılamayacağı üzerinde ciddi olarak düşünülmelidir. Hatta Çınar'ın,  bu yaklaşımdan yola çıkarak AKP'nin izlediği siyaset bakımından İslâmcı olarak anılmasının tartışmalı olduğunu düşünmesi de önemli bir ayrımdır.

28 Şubat sonrasında İslâmcılık içinde uzlaşma arayışı içinde olanların ağırlık kazandığı ne kadar gerçekse İslâmcılığın farklı çevrelerde kavranma biçiminde de değişiklilerin yaşandığı da o kadar gerçektir. AKP'li yılları İslâmcılık araştırmaları bakımından farklı kılan en önemli husus İslâmcılığı analiz sürecinde kullanılan siyasi ve ekonomik kavramsallaştırmanın büyük ölçüde değişmiş olmasıdır.  1990'lı yılların sonuna kadar İslâmcılığın küresel ölçekte yükselişini açıklamak için yeşil kuşak projesine gönderme yapılırdı. Amerika'nın Sovyetlerin yayılışını İslâmcı hareketlerle önlemeye çalıştığı üzerinde durulurdu. AKP'li yıllarda BOP üzerinden benzer analizler yapılsa da akademik alandaki sosyal çözümlemelerde öne çıkan kavram neoliberalizm oldu.  Şu satırlar bu bakımdan anılmaya dikkate değer: " Siyasal İslâm'ın küresel ölçekte yükselişinin temelinde başarısız ekonomik modernleşme ve dünya ekonomisinin 1970'lerde girdiği kriz sonrası küreselleşmenin takip eden yıkıcı sonuçları vardır. Türkiye'de siyasal İslâm'ın ve dinsel-politik parti geleneğinin yükselişi için de bu doğrudur. Mili Görüş hareketinin 1970'lerdeki oy tabanını piyasanın gelişmesine paralel olarak tehdit altına giren esnaf ve zanaatkâr vardı. 1990'lardaki yükselişi ise 1980'lerdekitüm emekçi kesimleri etkileyen yıkım ve yoksulluğun bir sonucuydu. Hareket bu kitlelere sadece dinsel bir yardımlaşma söylemi ile yaklaşmadı, aynı zamanda cemaat örgütlenmeleri ve özellikle de 1990'larda elde ettiği belediyeler aracılığı ile somut bir yardım ağı kurdu. Fakat dünyanın başka yerlerindeki siyasal İslâmi hareketlerde görülen radikallik derecesi Türkiye'de görülmedi ve 1990'ların ikinci yarısında tümden kayboldu. Bunda özel olarak 28 Şubat sürecinin siyasi etkisi olduysa da, Türkiye görece ekonomik gelişmişliği ve küreselleşmeye görece başarıyla eklemlenmesi ile başka Müslüman ülkelerden ayrılır. Türkiye'nin hem küreselleşme mağduru kitleleri tatmin edecek kaynakları ve  hem de Müslüman kitle  içinde küreselleşmeye eklemlenmiş bir kesimi vardı."

LİBERAL ENTELEKTÜELLER VE STRATEJİK DERİNLİK ELEŞTİRİSİ
AKP'yi diğer siyasi partilerden ayıran pek çok "özgül" siyasi, ideolojik ve sınıfsal özellikleri bulunmaktadır. Derleme, bu özgül özelliklerden biri olarak AKP ile liberal entelektüellerin gerilimli ilişkisine de geniş bir yer ayırıyor.  Eski solcu yeni liberal entelektüellerin yaşadığı düşünsel sefaleti tarihsel seyir içinde sunması bakımından da önemli yapılan analizler. AKP ile kurulduğu andan itibaren dirsek temasında olan liberal entelektüeller özellikle AKP'nin ikinci döneminde kendini bilmez seçkinciliğin örneklerini sergilemişti. AKP için 'A Takımı" açıklayanların bir süre sonra "AKP ile ittifak yaptığımızı sanıyorduk hâlbuki bu tek yanlıymış" şeklindeki sızlanmaları dikkat çekmişti. Ergin Yıldızoğlu'nun  "AKP ve Liberal Entelektüellerin Yavaş İntiharı"  başlıklı yazısında liberal entelektüellerin kibrini ortaya koyan şu cümleler her daim doğruluğunu koruyacak nitelikte:  "liberal entelektüellerin nihilizmi, soldan gelen bir damar olarak, liderlere, siyasal partilere, örgütlere karşı bireyin iradesini, özgürlüğü sınırlayan yapılara kurallara karşı son derece kuşkuludurlar. Bu nedenle bir taraftan sürekli halk ve seçmen vurgusu yaparken, tüm siyasi liderlere ve oluşumları kuşkuyla karşılar küçümserken, diğer taraftan, siyasal gelişmeleri, liderleri ve siyasal partileri hatta siyasi kültürel hareketleri bunlara katılmadan dışarıdan  kendi düşünceleri ile yönlendirebileceklerine inanırlar. Böylece toplumsal dönüşümün açıklanması liberal entelektüellerin bir seçkinler grubu olarak vereceği doğru önerilere indekslenmeye başlar."

Derlemede dikkat çeken hususlardan biri Ahmet Davutoğlu'nun Stratejik Derinlik kitabı hakkındaki eleştiriler. Genellikle bir başyapıt olarak anılan esere dair farklı yazarların yapmış olduğu eleştiriler de öne çıkan hususlar şunlar: Davutoğlu'nun yaklaşımlarının temel özelliği coğrafya temelli bir dünya politikası algısıdır. Türkiye'de, bu algı asker kökenlilerde görülen jeopolitik merakından kaynaklanır. Bu yaklaşımın sonucu ise Türkiye'nin stratejik önemi odaklı ve realizm temelli dış politika algısının yeniden üretimidir.  Oysa,  Soğuk savaş sonrasında Bulgaristan, Romanya gibi farklı ülkelerin öne çıkması jeopolitik önemin durağan olmadığını göstermiştir. Diğer taraftan Davutoğlu'nun realizminin ayırt edici özellikleri olarak Osmanlıcılık ve belli ölçüde "İslâmcı realizm" arayışı zikredilir.  İki binli yılların başlarında yayımlanan Stratejik Derinlik kitabının aradan geçen on yıllık zamana karşın gözden geçirilmeden, tıpkı basımlarla yayımlanması da AKP'nin dış politika doktrininin herhangi bir değişikliğe uğramadığının  kanıtı olarak görülür. Dış politikada çok boyutluluğun sağlanabilmesi için Kemalizm'in sorgulanması gerektiğinin altını çizen  Davutoğlu'nun  Türkiye iç politikasına ilişkin derinlemesine bir çözümleme yapmaması üzerinde de durulur. Ayrıca Türkiye'nin sınıfsal yapısı, ekonomik bağımlılık gibi konuların da ihmal edilmiş oluşuna değinilerek, kitabın klasik realist yaklaşımı aşamadığı bundan dolayı da  sanıldığının aksine yeni bir kavramsal/kuramsal çerçeveye sahip olmadığı vurgulanır. Ahmet Davutoğlu'nun izlediği dış politika anlayışını Graham Fuller'in Yeni Türkiye Cumhuriyeti kitabıyla birlikte okumanın önemli olduğuna vurgu yapan İlhan Uzgel Yeni Osmanlıcılığın Davutoğlu'nda çok belirgin olduğuna dikkat çekiyor. Davutoğlu, kendisi bu kavramı doğrudan kullanmamasına  hatta hiçbir resmi belgede geçmemesine  karşın Stratejik Derinlik  kitabı başta olmak üzere, kendisiyle yapılan söyleşilerde ve  yazdığı makalelerde bunun  izlerini görmek çok mümkün. AKP'nin ama aynı zamanda 1980 sonrası Türkiye'sinin bütüncül değerlendirmesini yapmak için okunması, tartışılması ve elbette eleştirilmesi gereken bir çalışma AKP Kitabı. Tabii eleştirebilmek için öncelikle 'büyük dönüşümün' arka planına nüfuz etmek gerekir.
İlhan Uzgel- Bülent Duru, AKP Kitabı: Bir Dönüşümün Bilançosu, Phoenix Yayınevi, 2010, İkinci Baskı, 802 Sayfa
kaynak: http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=212394