[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

2 Haziran 2013 Pazar

Arşivden Aklıma Düştü




Jean Baudrillard "Nesneler Sistemi" adlı doktora tezinden,

Deri kaplı divan, plak çalar, biblolar, zümrüt taşından küllükler denildiğinde bu nesneler aracılığıyla ifade edilmeye çalışılan şey bir ilişki fikri olup, bu fikir onlar aracılığıyla “tüketilmekte” yani onlar aracılığıyla yaşanıp bitmiş bir ilişkiye benzemektedir.

Bu durum, tüketimin: Sistemli, insanların hem nesnelerle hem de kendi aralarında kurdukları ilişkilerin ötesine geçebilen tarih, iletişim ve kültürün tüm alanlarını kapsayan total bir zihinsel uygulama şeklinde tanımlanmasını gerektirmektedir. Tüketimin kültürel bir zorunluluk olması gerektiği açıkça görülmekle birlikte, lüks kitap ya da yemek odasındaki krom nesneler yalnızca zihinsel düzeyde tüketilmektedirler. Devrim de bir zorunluluk gibi görünmekle birlikte bir türlü yaşama geçirilemediği için Devrim düşüncesi adı altında tüketilmektedir. Bir fikir olarak Devrim sonsuza dek var olabilecek bir sözcüğe benzediğinden, tüm diğer fikirler gibi sonsuza dek tüketilebilecektir. İdealist/zihinsel bir tüketim mantığı çerçevesinde en çelişkili fikirler bile bir arada yer alabilmektedirler. Bu durumda Devrimin kombinatuvar bir terminolojiye özgü, belli bir düşünce ürünü olmayan terimler sözlüğünde sanki olmuş bitmiş ya da yaşanmış ve “tüketilmiş” anlamsız bir sözcüğe benzediği söylenebilir.

Aynı şekilde tüketim nesnelerinin de yaşamın anlaşılmasını güçleştiren maddi bir dünya görüşüne uygun idealist bir göstergeler sözlüğü oluşturdukları söylenebilir. Yine Georges Perec’in metninde –Letters Nouvelles başlıklı romandan- bununla ilgili bir bölüm vardır: “Bu insanlar kimi zaman sanki dünya kurulduğu günden bu yana bütün bir yaşamın, evin iç bölümüyle kusursuz bir uyum sergileyen, yalnızca kendileri için yaratılmış bu nesneler ve bu kitaplarla kaplı duvarlar arasında geçebileceğini düşünür gibidirler… Ancak kendilerini bu nesnelere zincirlemiş gibi de hissetmemektedirler. Zira kimi günler özgürce davranabileceklerini düşünmektedirler. Kafalarında ürettikleri hemen her projeyi yaşama geçirebileceklerine inanmaktadırlar.” Yazarın bu düşünceyi şart kipinde dile getirmiş olduğu söylenebilir, zira bu metinde gerçekleştirilmesi arzulanan düşünceye değil, yalnızca nesnelere yer verilmiştir. Daha doğrusu gerçekleştirilmek istenen düşüncenin, ortadan kaldırılmak yerine nesne içinde yitip gitmiş bir göstergeye dönüştürüldüğü söylenebilir. Bu durumda tüketim nesnesi kesinlikle gerçekleşmesi arzulanan düşüncenin benzemeye razı olduğu şeydir.

Bu da bize TÜKETİMİN HİÇBİR SINIR TANIMADIĞINI göstermektedir. Eğer tüketim denilen şey kimi saf insanların sandıkları gibi bir emip yutma, yeyip yok etme sürecine benzeseydi, bu durumda belli bir doyum noktasına ulaşılması gerekirdi. Tüketim gereksinimler düzeniyle ilgili bir şey olsaydı tatmin olmayla sonuçlanması gerekirdi. Oysa böyle bir şeyden kesinlikle söz edilemez, zira insanlar her geçen gün daha çok tüketmek istemektedirler. Bu kendi kendini tüketmeye zorlama olayının herhangi bir psikolojik (bir kez içmeye başlayanı durduramazsınız türünden yaklaşımlar vs.) zorunluluk ya da basit bir itibar kuralıyla ilişkisi yoktur. Tüketimin denetlenmesi olanaksız bir sürece benzemesinin nedeni (belli bir sınırın ötesine geçildiğinde) gereksinimlerin tatmin edilmesi ya da gerçeklik ilkesiyle artık hiçbir ilişkisi olmayan yaşamın tüm alanlarını kapsayan bir idealist uygulamaya benzemesidir. Tüketimin hiç sona ermeyecek bir enerjiye sahip görünmesinin kökeninde, nesnenin, içinde dolaylı bir şekilde yer aldığı bu arzular evreninin insanı hep düş kırıklığına uğratması vardır. Nesneleşmiş bir göstergeye benzeyen arzu, kendini var eden dinamik süreci, tüketim gösterge/nesnelerinin sistemli ve sınır tanımayan sahiplenme sürecine taşımaktadır. Bu durumda tüketimin kendini aşıp geçmek ya da şu andaki görünümünü sürdürebilmek için hiç durmadan yinelenmek yani yaşamsal bir amaca benzemek durumunda olduğu söylenebilir. Değişik nesneler tarafından simgelenen, düş kırıklığına uğratılan, anlamlı kılınmaya çalışılan bir yaşama arzusunun, karşımıza art arda çıkan nesnelerle tazelendiği ve onların içine karışıp gittiği söylenebilir. Ancak safça ya da saçma bir ahlak anlayışı tüketimi “makul” bir düzeye çekmeye ya da onu normalleştirebilmek amacıyla bir gereksinimler çizelgesi oluşturmaya kalkışabilir.

Sistemli ve sınır tanımayan bir tüketim sürecinin ortaya çıkmasını sağlayan düşüncenin kökeninde, yaşamın tüm alanlarında sunulan nesnelere sahip olamama zorunluluğunun yol açtığı düş kırıklığı vardır. Gösterge/nesneler zihinsel düzeyde birbirlerinin yerini alabilir ve istenildiği kadar çoğaltılabilirler; başka bir deyişle kendilerinden her an için yok olup gitmiş bir gerçekliğin yokluğunu telafi etmeleri bekleniyorsa böyle olmaları gerekir. Sonuç olarak bir eksiklik duygusu üstüne oturan tüketimin denetim altına alınabilmesi olanaksızdır.”

Nesneler Sistemi - Jean Baudrillard