
(Bugün,) ne zamandır davetlerini kabul edip ziyaretlerine gitmeyi istemeden de olsa ertelediğim, Amerika’ya yeni iltica eden Iraklı komşularımdan birinin kakuleli çaylarını içme fırsatı buldum. Derinden düşününce insan şaşırmadan edemiyor. Çay bardaklarını Türkiye'den almışlar vaktiyle. Dünyanın öbür ucundaki memleketlerinden gelip yan apartmana taşınacaklar ve belki de benim memleketimde bir satıcının parmaklarının paketlediği bir çay bardağıyla bana çay ikram edecekler… Hayat gerçekten hayli girift ve ben bu girifliği ekseriyet çok seviyorum. Bu sarmallık ve çok katmanlılığın bünyemde oluşturduğu heyecan ve merak yaşamın keşmekeşine dair sabrını artırıyor.Evvelce, komşularımı ziyareti ertelemiştim zira evlerinde tahta kurusuna benzer bir böcek türünün kendilerini rahatsız ettiklerinden dem vuruyorlardı. Bu yılın başlarında pek çok yolu deneyip üstesinden gelemeyince, bu dirençlerine hayran kaldığım böcekler yüzünden neredeyse evde ne var ne yok çöpe atmak zorunda kalmıştık. Hal böyle olunca, kendilerinin daveti sırasında boşta bulunup, evelce ilaçlamayla ilgili sordukları sorulardan da cesaret alarak böcekleri ilaçlayıp ilaçlamadıklarını, bu durumdan kurtulup kurtulmadıklarını sorarken buldum kendimi. Sonra da bilinç altımın bu cilvesi yüzünden hayli utandım ama şuan bile bu satırları yazarken psikolojimin bana oynadığı kimi oyunlara maruz kalıyorum. Sonunda komşularımın bahsettiği haşerelerin farklı bir tür olduğu ve problemin ortadan kalktığına dair ifadelerinin de etkisi ve uzun zamandır davetlerine icabeti erteliyor oluşumun da utancıyla bu görüşmeyi de aradan çıkarmış oldum. Gurbet elde evime çok yakın yeni insanlarla tanışmak beni hem heyecanlandırmış, hem ürkütmüş hem de endişelendirmiştir. Merhametli mesafe pek çok defa gurbetlik psikolojisiyle aşılabiliyor ve dildeş olmama halinde bu yakın mesafe can sıkıcı bir hal alabiliyor. Misafirlikten sonra direk eve geçmek yerine otobüsle ikinci el mağazalarından birine gitmeye karar verdim ve otobüs durağının yolunu tuttum.
Otobüs durağına giderken hava aniden karardı ve hoyrat bir rüzgar esmeye başladı. Yağmur biraz çiseliyordu ama durağa vardığımda bu narin yağmur damlaları yerini sağnağa ve doluya bıraktı. Bu sene zaten bu garip hava, yazın bile rutin halini aldı denebilir. Baştan durağın üç tarafı kapalı kısmında durmak yerine tatlı tatlı ıslanmayı arzu ederek dışarıda durmayı yeğlemiş olsam da, yağmur ve dolu öyle hiddetle ve savruk şekilde yağıyordu ki eve dönüş yolunda olmadığım için durağın saçağının himayesine girdim. Bu pek işe yaramadı ve hayli ıslanmaya başladım derken yağmur şiddetini daha da arttırdığından yanımda otobüs beklemeye başlayan yağmurluklu, Uzak Doğulu genç otobüs durağındaki bankın üzerine çıktı, ben biraz ayak dirediysem de sonunda ben de kendimi bankın üzerinde kendi halime gülerken buluverdim.
İkinci elden birkaç kitabı heybeme ekleyip dönüş yoluna koyulduğumda hınca hınç dolu bir otobüse binerken buldum kendimi. Şöför mahalinin hemen yanında tutunmaya çalışırken, otobüse benim arkamdan binen bir bayanın otobüsün sürücüsü Afro-Amerikalı bayanın parmaklarına ne kadar güzel mahiyetinde yorum yaptığını duydum. Genelde farklı şeylere, hatta pek çokları için sıradanlaşmış şeylere dair duyu ve hayret radarlarım açık olsa da bu defa diğer yolcunun yorumu olmasaymış ıskalayacağım bir orjinallikle karşılaştığımı farkettim başımı kaldırıp merakla şöför hanımın parmaklarına baktığımda. Kadının direksiyon üzerinde, ordan oraya yer değiştiren parmaklarına şimdiye dek rastlamadığım uzunlukta ve orta kısımdan itibaren hafif kıvrılan takma tırnaklar yapıştırılmıştı. Bu takma tırnaklar, Alice harikalar diyarını aratmayan özellikte, benim avucumda taşırken yorulacağım ağırlıkta gibi duran, bronz renkte madeni paralar, kristalimsi taşlar, plastik çiçekler, sahte inciler ve zarlarla bezeliydi. Rengarenk bir kaos, otobüsümüzün kaderini parmakları arasında evirip çeviriyordu adeta. Direksiyonun büyük kısmı çiçek aşmış gibiydi bir bakıma. Genelde takma ve uzun tırnaklar bana çocukluğumdan itibaren ürkütücü ve itici gelmiştir. Özellikle bunun sunilik dışındaki sebeplerinden birini yıllardır sağ elimin bileğinde derin bir yara izi olarak taşımaktayım. Orta okulda, ailesi kendisinin hareketlerini hayli kısıtlayan bir arkadaş vardı sınıfımda. Üşenmeden belki de büyük bir inat ve sebatla çoğu sabah parmaklarına takma tırnak yapıştırır akşam üzeri eve dönüş vaktine yakın da bu tırnakları geri sökerdi. Bir gün sınıftan bir arkadaşla kavgaya giriştiklerinde ve iş hayli çığrından çıkmaya başladığında refleksel olarak aralarına girmiş bulmuştum kendimi. O sırada arkadaş takma tırnaklarını pençe gibi koluma geçirmişti. Yara hayli derin açıldığından üzerinden onca yıl geçtiği halde birkaç santim uzunluğunda bir izi hala bileğimin iç kısmında taşımaktayım. Benzer saldırganlık örneklerinden biri de İstanbul’da Kadıköy İhl önünde eğitim hakkımızın iadesi için eylem yaparken yahut da olumlu bir haber beklerken sürekli sözlü ve fiziki olarak aldığı emirlerin ötesinde bize saldırmayı bir ego tatmini vesilesi haline getiren, komiser eşi bir sivil polisin kimi zamanlar vücüdumuza geçirdiği pençevari uzun tırnaklarının açtığı yaraları hatırlatıyor bana uzun tırnaklar. Bu sivil kadın polisin açıkta kalmış dudakları arasından sıktığı dişlerini bize gösterir vaziyette, parmağını bize slalarken çekilmiş çok net bir fotoğrafını gazete güpürlerinden oluşturduğum arşivimde saklıyorum, en yakın dostlarımdan birinin boğazını sıkarkenki fotoğrafanın yanında. Hayatıma bu ve benzeri şekillerde giren insanlarla sonrasında garip rastlantılarla karşılaştığım oldu. Bu bayanla maalesef isimini bilmiyor olsam da, bir yerlerde yüzleşmeyi çok istiyorum onun bize göstermediği ve muhtemelen kendine de saklamadığı insani bir çerçevede. Günün birinde bu temennim gerçekleşecekmiş gibi bir his yıllardır hep içimde.

*bu örnek benim gördüğüm yanında sade kalıyor.
Her neyse, konunun buralara gelmesi yoktu niyetimde aslında. Ben tüm bu olumsuz anılarla perçinlenmiş antipatik uzun tırnak imgemi zihnimde dengeleyebilecek otantiklikte bir şeyle karşılaşmış oldum bahsettiğim bu şöför hanım vesilesiyle. Diğer yolcu iltifatını bitirince ben de birkaç kelam ettiğim tırnaklar hakkında, sonra bikraç konuda daha karşılıklı lafladık. Elbette tüm orjinalliğine rağmen bana bu tırnaklar hala estetik gelmese de antipatik de gelmedi. Kelimenin tam anlamıyla otantiklerdi. Üstelik hanımefendinin orjinalliği sadece tırnaklarıyla bitmiyordu. Kafasının iki yanındaki kısa kesim saçlarını kömür karasına boyatmasına karşın, orta kısmı önden arkaya dek bembeyaz bir renge boyatıp, 20-30 santim kadar uzunlukta da yerçekimine inat bir yöne doğru devasa bir ibik gibi dikmişti. İnsan otobüsün döküntülüğü ve tıklım tıklım oluşunu bir an gözardı edebilse, karşımızda oturmuş bu tırnakların görsel tüm giriftiliğine rağmen, tıkalı trafikte onca manevra yapan şöförün bir zaman makinasını yönettiğini bile düşünebilirdi. Bütün bu düşünceler aklımdan geçerken, kahramanımız karşı yönden gelen meslektaşı bir arkadaşına yol yine kapalı bu defa itfaiye aracı yüzünden ama aradan geçmeyi sen de başarabilirsin bebeğim diye bağırmasıyla otobüsteki pek çok kişi sesli şekilde gülmeye başladı. Şahsına münhasır şöför hanım, pozitif enerjisiyle gerçekten bütün yolcuların modunu değiştirmişti. Hal böyle olunca, otobüsten inerken, kısa hoş sohbet için teşekkür ederim, beni gülümsettiniz, iyi akşamlar derken buluverdim kendimi. Kendisi de bana gülerek, tatlım hitabını da kullanarak benzer dileklerde bulundu. Kaldırımda eve doğru ilerlerken, herkesin kendi karakterine has zevklerini, inançlarını yansıttığı iş ortamlarının yaygınlaşmasının kime ne zararı olabilir ki derken buldum kendimi. Burada da pek çok toplumsal kısıtlama, ayrışma ve haksızlık pek tabi kol geziyor olsa da, bazı noktalarda bahsettiğim gibi örneklere rastlayabilmemizi sağlayan zeminler oluşmuş. İnsanların tek tip formlara zorla sokulmadığı, yaptığı işte ehliyetinin önemsendiği toplumsal bilinç ve sistemler umarım her yerde insanların kıvama ermelerine paralel olarak artar. Bunu bizim topraklarda da hazmedebilmemiz umuduyla… Bir yakınımın dediği gibi; "Taş devri yontulacak taşlar bittiği için değil, insanlar değiştiği için bitti."