Büyükada/Nisan2010
Hava
güneşli. Bense nicedir perdeleri bile açmadan istirehat ediyorum.
İstifimi bozmadan bu kadar süre sabit kalmak bünyeme ters. Dinlenirken
yoruluyorum. Ama buna ihtiyacım olduğu sinyalini veriyor bedenim
çoktandır. Neden sonra aklıma balkonun varlığı geliyor. Kapıya yönelip,
kolu çeviriyorum. Açılıyor. Eşikte oturmaya karar kılıyorum. Bir müddet
sonra rehavet çöküyor. Bir kırlente uzanıp, onu eşiğe yerleştiriyorum.
Arkabinde eşiğe başımı koyup, vücudum odaya doğru iki seksen olmasa da
uzanıyorum. Her zamanki gibi yine eşikteyim. Böylelikle balkonda olmasam
da başım gökle buluşabiliyor. Sol kolumu belimin boşluğunun altına
koyup sırtımın kavisini dolduruyorum. Zaman geçtikçe bileğimden
dirseğime doğru karıncalanıyor kolum. Sağ elimi de çaprazlama bir
simetriylekalbimin üzerine koyuyorum. Sıkışan, ezilen damarlarımda kan
tazyikle atmaya başlıyor. Başım eşikte acımasın diye koyduğum kırlentin
altına terlikleri takviye edip uzanmaya devam ediyorum. Yerde boylu
boyunca bırakılmış bir dolma kalem gibi duruyorum. Başımdan koyversem
mürekkep sızacak gibi. Aklım ve kelimelerim fazla doldurulmuş bir çakmak
gibi durağan, sıkışmış ve bu yüzden de işlevsiz. Kelimeler öyle tıknaz
ki, her birini alıp olmaları gereken yerlerine koyacak kadar bir boşluk
bulamadığımdan nicedir sesim ağzımdan ayrı bir yerde, kelimelerim
kalemimden azade...
İp
hep aynı yerden kopuyor. İlk etapta bunun kimin suçu olduğu ne kadar
önemli ki?!. Kendimi yaprağa durmuş bir asa gibi hissediyorum bazen. Bu
iyi bi şey değil sanki. Hele ki durum tespiti yapmaya çalıştığım bir
cümlede "sanki" ifadesini kullanmam hiç iç açıcı değil. Şunu iyi
biliyorum ki, insan sabrı da zaman gibi israf etmemeli. Sabır da, şevk
de bize zaman gibi sınırlı, kısıtlı verilmiş nimetler. Vakitsiz ve
gereksiz kullanımlarla israf ettiğimizde onları lazım olduklarında
yanımızda bulmamız güçleşiyor. Eğer bu yazının bir ana fikri olduğu
sanrısıyla okuyorsan dostum hiç heveslenme. Sadece şu yukarda sözünü
etmeye çalıştığım fazla dolmuş çakmakta biraz yer açma çabasından ibaret
tüm yaptığım.
Kimimiz
yaralı birer hayvan gibi dolaşıyoruz mana labirentlerinden uygun
libaslar giy-dir-ebilmek için bilincimize. Kimimiz derisi yüzülmüş bir
varlık gibi hiç bir şeye dokun-a-madan kum saatini gözleyip duruyor.
İnsanların pek çoğu hakikati aramak derdinde değil! Onun susuzluğunu
dahi çekmiyorlar. Bilgiyi de anlamak için değil kullanmak için elde
etmek istiyorlar. Elde etmek ve kullanmak... Ne kadar da sırıtıyor
hakikat mefhumunun yanında. Oysa bazılarının sırf bu susuzluk suni
seraplar ve mayhoş tatlar yüzünden sekteye uğrarsa diye ödü patlıyor. Ne
yaman kontras. Ama olsun. Hayat paradokslar cenneti! İnsansa bu alanda
bir şaheser! Ama, fakat, lakin, zira...
Dilsizmütercim:Meryem Rabia Taşbilek