[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

15 Nisan 2010 Perşembe

Fazla Dolmuş Çakmaktan Merkeze


Büyükada/Nisan2010
Hava güneşli. Bense nicedir perdeleri bile açmadan istirehat ediyorum. İstifimi bozmadan bu kadar süre sabit kalmak bünyeme ters. Dinlenirken yoruluyorum. Ama buna ihtiyacım olduğu sinyalini veriyor bedenim çoktandır. Neden sonra aklıma balkonun varlığı geliyor. Kapıya yönelip, kolu çeviriyorum. Açılıyor. Eşikte oturmaya karar kılıyorum. Bir müddet sonra rehavet çöküyor. Bir kırlente uzanıp, onu eşiğe yerleştiriyorum. Arkabinde eşiğe başımı koyup, vücudum odaya doğru iki seksen olmasa da uzanıyorum. Her zamanki gibi yine eşikteyim. Böylelikle balkonda olmasam da başım gökle buluşabiliyor. Sol kolumu belimin boşluğunun altına koyup sırtımın kavisini dolduruyorum. Zaman geçtikçe bileğimden dirseğime doğru karıncalanıyor kolum. Sağ elimi de çaprazlama bir simetriylekalbimin üzerine koyuyorum. Sıkışan, ezilen damarlarımda kan tazyikle atmaya başlıyor. Başım eşikte acımasın diye koyduğum kırlentin altına terlikleri takviye edip uzanmaya devam ediyorum. Yerde boylu boyunca bırakılmış bir dolma kalem gibi duruyorum. Başımdan koyversem mürekkep sızacak gibi. Aklım ve kelimelerim fazla doldurulmuş bir çakmak gibi durağan, sıkışmış ve bu yüzden de işlevsiz. Kelimeler öyle tıknaz ki, her birini alıp olmaları gereken yerlerine koyacak kadar bir boşluk bulamadığımdan nicedir sesim ağzımdan ayrı bir yerde, kelimelerim kalemimden azade...

İp hep aynı yerden kopuyor. İlk etapta bunun kimin suçu olduğu ne kadar önemli ki?!. Kendimi yaprağa durmuş bir asa gibi hissediyorum bazen. Bu iyi bi şey değil sanki. Hele ki durum tespiti yapmaya çalıştığım bir cümlede "sanki" ifadesini kullanmam hiç iç açıcı değil. Şunu iyi biliyorum ki, insan sabrı da zaman gibi israf etmemeli. Sabır da, şevk de bize zaman gibi sınırlı, kısıtlı verilmiş nimetler. Vakitsiz ve gereksiz kullanımlarla israf ettiğimizde onları lazım olduklarında yanımızda bulmamız güçleşiyor. Eğer bu yazının  bir ana fikri olduğu sanrısıyla okuyorsan dostum hiç heveslenme. Sadece şu yukarda sözünü etmeye çalıştığım fazla dolmuş çakmakta biraz yer açma çabasından ibaret tüm yaptığım.
 
Kimimiz yaralı birer hayvan gibi dolaşıyoruz mana labirentlerinden uygun libaslar giy-dir-ebilmek için bilincimize. Kimimiz derisi yüzülmüş bir varlık gibi hiç bir şeye dokun-a-madan kum saatini gözleyip duruyor. İnsanların pek çoğu hakikati aramak derdinde değil! Onun susuzluğunu dahi çekmiyorlar. Bilgiyi de anlamak için değil kullanmak için elde etmek istiyorlar. Elde etmek ve kullanmak... Ne kadar da sırıtıyor hakikat mefhumunun yanında. Oysa bazılarının sırf bu susuzluk suni seraplar ve mayhoş tatlar yüzünden sekteye uğrarsa diye ödü patlıyor. Ne yaman kontras. Ama olsun. Hayat paradokslar cenneti! İnsansa bu alanda bir şaheser! Ama, fakat, lakin, zira...
Dilsizmütercim:Meryem Rabia Taşbilek