
"Şiddet
kullanmak bir anlamda kendine karşı şiddet kullanmaktır, çünkü doğal
olarak istediğiniz bir şey değildir bu. Şiddet kullandığınız zaman
kendinizden bir parçayı bir yana bırakmak sorunda kaldığınız için,
hayatı koruma isteğini de zorluyorsunuzdur. Şiddete uzun süre devam
etmenin olanaksız olmasının nedenlerinden biri de budur. Ödenmesi
gereken bir bedel olduğunu ve belirli bir anda bu bedelin çok yüksek
olacağını, kişisel bunalım haline geleceğini bilirsiniz. Bir noktadan
sonra bedellerin yararı çok aştığını fark edersiniz..." (sf:232)
“Önce
kadınları vurun”, Batı Almanya'nın silahlı anti-terörist
müfrezelerindeki askerlere verilen bir emir ve Interpol'ün diğer Avrupa
müfrezelerine verdiği ögüt. Bir istihbarat toplama şebekesinin
yöneticisi Herr Cristian Lochte; "Hayatını seven herkes için önce
kadınları vurmak çok akıllıca bir düşüncedir./.../ Erkekler ateş etmeden
önce bir an beklerken kadınlar hemen ateş ediyor. Bu teröristlerle
ilgili genel bir oldu." açıklamasını yapıyor kitapta.
Kitap
yedi başlık altında, vaktiyle farklı oluşumlar içinde yer almış, özgür
olanlarının yanı sıra hapiste bulunan kadınlarla da yüz yüze yapılan
röportaj ve değerlendirmelerden oluşmakta. Yazarın da hikayeleri geçen
kadınlarla hemcins olması kanımca çalismayi özel ve daha empatik
kılıyor.
Birbirlerinden
kilometrelerce uzakta yaşayan, 20 kadının ortak bir noktası var;
amaçlarına ulaşmak için şiddet kullanmış yahut da kullanmaya hazır
olmaları, odasındaki hamam böceğini öldüremedigi halde eş zamanlı
uluslararası terör eylemlerine imza atmaları…
İstila
edilen ülkelerde göz yaşartıcı bombalar yüzünden çocuk düşüren, ölen,
yeni eylemlerde tanınmamak için estetik ameliyatı olan, örgütlü
mücadeleye katılmak için çocuklarını terk eden, hapisteyken çocuklarina
ayrı ayrı mektup gönderen, çok sonraları, bir çocuk kendisinin
unutulduğunu düşünsün diye içlerinden sadece birine gönderilen mektuba
el koyulduğunu ancak dışarıya çiktiktan sonra farkına varan, hapiste
açlık grevi yaparken fazla kilo kaybından kısır olma endişesiyle üzülen
kadınlar...
"Çok
fazla duygu uyandırıyorlar: harcanmış yaşamları için bazılarına acıma,
bireyin ölümünün onlar için fazla önem ifade etmediğini ve savaş
kayıpları gibi rahatlatıcı ifadelerle kafalarından silinebildiği
anlaşildığı için bazılarından korku, kendilerinden üstün güçlerle
savaşanlara karşi hayranlık, ortaya koydukları paradokslara karşı
şaşkınlık... Kurbanlar, saldırganlar, her ikisinin karışımı olanlar..."
(sf:290)
Kadınlar
yalnızca savaşçı olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda uğruna savaştıkları
yeni toplumda cinsiyetleri için eşit bir rol kazanmayı da umuyorlar.
Silahı ellerine almakla çifte suç işliyorlar, zira şiddet kullanarak ve
süreç içinde toplumun geleneksel kadın görüşünü yıkıyorlar. İki kere
suçlular bu yüzden.
Yazar
Eileen McDonald; 14 kadın askerini makyaj yaptığı için öldürten, Kızıl
Terör Kraliçesi olarak tanınan Japon Kızıl Ordusu Lideri Fusako
Shigenobu hakkında okuduklarından sonra görüşme yapacağı kadınlar
hakkında istemsiz de olsa bir önyargiya sahipken, görüştüğü kadınların
çogunlugunun rahatsız edecek derecede "normal" olmalarından dem vurması
da hayretengiz. Şiddet yanlısı bir örgüte üye olan kadınlara; şiddet
hakkındaki fikirlerinin sorulması ve böylece kadınların savaşlarından
bireysel olarak gözlemlenebilmesi, alınan cevaplara şahit olmak hayli
enteresan bir deneyim oldu benim için.
“O
dönemin İtalya’sında kadınlar toplumdaki en ezilen gruplardan fireside
kuşkusuz. (sanki şimdi değillermiş gibi) 1975’e dek bir İtalyan
erkeğinin yasal olarak karısını dövebilirdi; kadının yaptığı zina 3 aya
kadar hapisle cezalandırılırken, erkeğin sadakatsizliği yalnızca kamu
skandalına yol açarsa bir suç olarak görülürdü; ve kürtaj 1976’ya dek
yasadışıydı. İtalyan feminizmi sonunda 1960’ların sonlarında ortaya
çikti ve Kızıl Tugaylar örgütündeki pek çok İtalyan kadın bu akıma
müdahil oldu./.../Bazı feminist kadın mangalarını kurarak kürtaja karşi
çikan doktorlara, vitrinlerinde kadın modelleri sergileyen dükkanlara
saldırılar düzenlediler.” (sf:222)
Bir
ETA kadının; erkeklere oranla kadınların davaya daha fazla bağlı olduğu
iddiası da yer alıyor kitapta; çünkü kadınlar örgütlere katılmayı
seçerken kaybedecek daha fazla şeyi arkalarında bırakıyorlar.
"Kadın
gardiyanların bize uyguladığı şiddet erkek gardiyanlarınkinden çok daha
kötüydü./.../ Üstümüz aranıyordu. Çıplak vaziyette durmak zorundaydık
ve bir kadın gardiyan beni fiziksel olarak ararken diğerleri grup olarak
yorum yaparlardı. Bunu erkekler yapsa bu kadar rencide edici
olmazdı./.../ Kadınların kadınlara karşı böyle davranmalarını kabul
etmek çok zordu." (sf:243)
"Leyla
Halid, yüzlerce canlı ve ölü Filistinlinin ondan önce ve sonra
yapamadığı bir şeyi bir kaç saat içinde yaptı; dünyanın kitle iletişim
araçlarının dikkatini kendine çekti ve medyayı kendine esir etti. Bunu
yapış tarzı -uçak kaçırarak, yolcuları tahliye ederek, sonra uçağı
havaya uçurarak- onu hem aşırı tehlikeli, fakat aynı zamanda paradoksal
bir biçimde romantik ve cesur bir kadın haline getirdi." (sf:128) İlk uçak kaçıran kadın payesine erişmişti.
Kişiliklerinin
iki yanını uzlaştırmaları çok zordu kadın eylemciler için; bir yanda
ögretmen, doktor, ressam veya anne olmak, öte yanda gerekçesi ne olursa
olsun elinde silah tutan, örgütün giderleri için banka soygununa
katılan, uçak kaçiran bir kadın eylemci olmak. Örnekler arttıkça empati
kurmak hayli zorlaşiyor.
Bu
kitap, kadın ve şiddete ilişkin birçok mit ve varsayımı yerle bir
ediyor ve çok eski olmasına karşın pek irdelenmeyen bir olgusuyla yeni
bir yaklaşim sunuyor, inancın, öfkenin, yurtseverliğin, kadınların
çelişkiler yumağında "*şiddetin şiirini yazan kadınlar." Direnen, çözülen,
düş kırıklığına uğrayan kadınlara dair pek çok şey "Önce Kadınları
Vurun" kitabında okurun tefekkürüne sunuluyor.
*Bu şiiddet şiiri ifadesi kitabın yazarına ait. Oysa şiddet içinde kafiyeleri andıran tekrarları barındırsa da şiir olmayı hak etmiyor olsa gerek bir tasvirde bile...