[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

27 Temmuz 2010 Salı

Önce Kadınları Vurun


 
"Şiddet kullanmak bir anlamda kendine karşı şiddet kullanmaktır, çünkü doğal olarak istediğiniz bir şey değildir bu. Şiddet kullandığınız zaman kendinizden bir parçayı bir yana bırakmak sorunda kaldığınız için, hayatı koruma isteğini de zorluyorsunuzdur. Şiddete uzun süre devam etmenin olanaksız olmasının nedenlerinden biri de budur. Ödenmesi gereken bir bedel olduğunu ve belirli bir anda bu bedelin çok yüksek olacağını, kişisel bunalım haline geleceğini bilirsiniz. Bir noktadan sonra bedellerin yararı çok aştığını fark edersiniz..." (sf:232)
“Önce kadınları vurun”, Batı Almanya'nın silahlı anti-terörist müfrezelerindeki askerlere verilen bir emir ve Interpol'ün diğer Avrupa müfrezelerine verdiği ögüt. Bir istihbarat toplama şebekesinin yöneticisi Herr Cristian Lochte; "Hayatını seven herkes için önce kadınları vurmak çok akıllıca bir düşüncedir./.../ Erkekler ateş etmeden önce bir an beklerken kadınlar hemen ateş ediyor. Bu teröristlerle ilgili genel bir oldu." açıklamasını yapıyor kitapta.
Kitap yedi başlık altında, vaktiyle farklı oluşumlar içinde yer almış, özgür olanlarının yanı sıra hapiste bulunan kadınlarla da yüz yüze yapılan röportaj ve değerlendirmelerden oluşmakta. Yazarın da hikayeleri geçen kadınlarla hemcins olması kanımca çalismayi özel ve daha empatik kılıyor.
Birbirlerinden kilometrelerce uzakta yaşayan, 20 kadının ortak bir noktası var; amaçlarına ulaşmak için şiddet kullanmış yahut da kullanmaya hazır olmaları, odasındaki hamam böceğini öldüremedigi halde eş zamanlı uluslararası terör eylemlerine imza atmaları…
İstila edilen ülkelerde göz yaşartıcı bombalar yüzünden çocuk düşüren, ölen, yeni eylemlerde tanınmamak için estetik ameliyatı olan, örgütlü mücadeleye katılmak için çocuklarını terk eden, hapisteyken çocuklarina ayrı ayrı mektup gönderen, çok sonraları, bir çocuk kendisinin unutulduğunu düşünsün diye içlerinden sadece birine gönderilen mektuba el koyulduğunu ancak dışarıya çiktiktan sonra farkına varan, hapiste açlık grevi yaparken fazla kilo kaybından kısır olma endişesiyle üzülen kadınlar...
"Çok fazla duygu uyandırıyorlar: harcanmış yaşamları için bazılarına acıma, bireyin ölümünün onlar için fazla önem ifade etmediğini ve savaş kayıpları gibi rahatlatıcı ifadelerle kafalarından silinebildiği anlaşildığı için bazılarından korku, kendilerinden üstün güçlerle savaşanlara karşi hayranlık, ortaya koydukları paradokslara karşı şaşkınlık... Kurbanlar, saldırganlar, her ikisinin karışımı olanlar..." (sf:290)
Kadınlar yalnızca savaşçı olmakla kalmıyorlar, aynı zamanda uğruna savaştıkları yeni toplumda cinsiyetleri için eşit bir rol kazanmayı da umuyorlar. Silahı ellerine almakla çifte suç işliyorlar, zira şiddet kullanarak ve süreç içinde toplumun geleneksel kadın görüşünü yıkıyorlar. İki kere suçlular bu yüzden.
Yazar Eileen McDonald; 14 kadın askerini makyaj yaptığı için öldürten, Kızıl Terör Kraliçesi olarak tanınan Japon Kızıl Ordusu Lideri Fusako Shigenobu hakkında okuduklarından sonra görüşme yapacağı kadınlar hakkında istemsiz de olsa bir önyargiya sahipken, görüştüğü kadınların çogunlugunun rahatsız edecek derecede "normal" olmalarından dem vurması da  hayretengiz. Şiddet yanlısı bir örgüte üye olan kadınlara; şiddet hakkındaki fikirlerinin sorulması ve böylece kadınların savaşlarından bireysel olarak gözlemlenebilmesi, alınan cevaplara şahit olmak hayli enteresan bir deneyim oldu benim için.  
“O dönemin İtalya’sında kadınlar toplumdaki en ezilen gruplardan fireside kuşkusuz. (sanki şimdi değillermiş gibi) 1975’e dek bir İtalyan erkeğinin yasal olarak karısını dövebilirdi; kadının yaptığı zina 3 aya kadar hapisle cezalandırılırken, erkeğin sadakatsizliği yalnızca kamu skandalına yol açarsa bir suç olarak görülürdü; ve kürtaj 1976’ya dek yasadışıydı. İtalyan feminizmi sonunda 1960’ların sonlarında ortaya çikti ve Kızıl Tugaylar örgütündeki pek çok İtalyan kadın bu akıma müdahil oldu./.../Bazı feminist kadın mangalarını kurarak kürtaja karşi çikan doktorlara, vitrinlerinde kadın modelleri sergileyen dükkanlara saldırılar düzenlediler.” (sf:222)
Bir ETA kadının; erkeklere oranla kadınların davaya daha fazla bağlı olduğu iddiası da yer alıyor kitapta; çünkü kadınlar örgütlere katılmayı seçerken kaybedecek daha fazla şeyi arkalarında bırakıyorlar.
"Kadın gardiyanların bize uyguladığı şiddet erkek gardiyanlarınkinden çok daha kötüydü./.../ Üstümüz aranıyordu. Çıplak vaziyette durmak zorundaydık ve bir kadın gardiyan beni fiziksel olarak ararken diğerleri grup olarak yorum yaparlardı. Bunu erkekler yapsa bu kadar rencide edici olmazdı./.../ Kadınların kadınlara karşı böyle davranmalarını kabul etmek çok zordu." (sf:243)
"Leyla Halid, yüzlerce canlı ve ölü Filistinlinin ondan önce ve sonra yapamadığı bir şeyi bir kaç saat içinde yaptı; dünyanın kitle iletişim araçlarının dikkatini kendine çekti ve medyayı kendine esir etti. Bunu yapış tarzı -uçak kaçırarak, yolcuları tahliye ederek, sonra uçağı havaya uçurarak- onu hem aşırı tehlikeli, fakat aynı zamanda paradoksal bir biçimde romantik ve cesur bir kadın haline getirdi." (sf:128) İlk uçak kaçıran kadın payesine erişmişti.
Kişiliklerinin iki yanını uzlaştırmaları çok zordu kadın eylemciler için; bir yanda ögretmen, doktor, ressam veya anne olmak, öte yanda gerekçesi ne olursa olsun elinde silah tutan, örgütün giderleri için banka soygununa katılan, uçak kaçiran bir kadın eylemci olmak. Örnekler arttıkça empati kurmak hayli zorlaşiyor.
Bu kitap, kadın ve şiddete ilişkin birçok mit ve varsayımı yerle bir ediyor ve çok eski olmasına karşın pek irdelenmeyen bir olgusuyla yeni bir yaklaşim sunuyor, inancın, öfkenin, yurtseverliğin, kadınların çelişkiler yumağında "*şiddetin şiirini yazan kadınlar." Direnen, çözülen, düş kırıklığına uğrayan kadınlara dair pek çok şey "Önce Kadınları Vurun" kitabında okurun tefekkürüne sunuluyor. 

Meryem Rabia Taşbilek

*Bu şiiddet şiiri ifadesi kitabın yazarına ait. Oysa şiddet içinde kafiyeleri andıran tekrarları barındırsa da şiir olmayı hak etmiyor olsa gerek bir tasvirde bile...