
Jean Baudrillard "Nesneler Sistemi" adlı doktora tezinden;
Deri
kaplı divan, plak çalar, biblolar, zümrüt taşından küllükler
denildiğinde bu nesneler aracılığıyla ifade edilmeye çalışılan şey bir
ilişki fikri olup, bu fikir onlar aracılığıyla “tüketilmekte” yani onlar
aracılığıyla yaşanıp bitmiş bir ilişkiye benzemektedir.
Bu
durum, tüketimin: Sistemli, insanların hem nesnelerle hem de kendi
aralarında kurdukları ilişkilerin ötesine geçebilen tarih, iletişim ve
kültürün tüm alanlarını kapsayan total bir zihinsel uygulama şeklinde
tanımlanmasını gerektirmektedir. Tüketimin kültürel bir zorunluluk
olması gerektiği açıkça görülmekle birlikte, lüks kitap ya da yemek
odasındaki krom nesneler yalnızca zihinsel düzeyde tüketilmektedirler.
Devrim de bir zorunluluk gibi görünmekle birlikte bir türlü yaşama
geçirilemediği için Devrim düşüncesi adı altında tüketilmektedir. Bir
fikir olarak Devrim sonsuza dek var olabilecek bir sözcüğe
benzediğinden, tüm diğer fikirler gibi sonsuza dek tüketilebilecektir.
İdealist / zihinsel bir tüketim mantığı çerçevesinde en çelişkili
fikirler bile bir arada yer alabilmektedirler. Bu durumda Devrimin
kombinatuvar bir terminolojiye özgü, belli bir düşünce ürünü olmayan
terimler sözlüğünde sanki olmuş bitmiş ya da yaşanmış ve “tüketilmiş”
anlamsız bir sözcüğe benzediği söylenebilir.
Aynı
şekilde tüketim nesnelerinin de yaşamın anlaşılmasını güçleştiren maddi
bir dünya görüşüne uygun idealist bir göstergeler sözlüğü
oluşturdukları söylenebilir. Yine Georges Perec’in metninde –Letters
Nouvelles başlıklı romandan- bununla ilgili bir bölüm vardır: “Bu
insanlar kimi zaman sanki dünya kurulduğu günden bu yana bütün bir
yaşamın, evin iç bölümüyle kusursuz bir uyum sergileyen, yalnızca
kendileri için yaratılmış bu nesneler ve bu kitaplarla kaplı duvarlar
arasında geçebileceğini düşünür gibidirler… Ancak kendilerini bu
nesnelere zincirlemiş gibi de hissetmemektedirler. Zira kimi günler
özgürce davranabileceklerini düşünmektedirler. Kafalarında ürettikleri
hemen her projeyi yaşama geçirebileceklerine inanmaktadırlar.” Yazarın
bu düşünceyi şart kipinde dile getirmiş olduğu söylenebilir, zira bu
metinde gerçekleştirilmesi arzulanan düşünceye değil, yalnızca nesnelere
yer verilmiştir. Daha doğrusu gerçekleştirilmek istenen düşüncenin,
ortadan kaldırılmak yerine nesne içinde yitip gitmiş bir göstergeye
dönüştürüldüğü söylenebilir. Bu durumda tüketim nesnesi kesinlikle
gerçekleşmesi arzulanan düşüncenin benzemeye razı olduğu şeydir.

Bu
da bize TÜKETİMİN HİÇBİR SINIR TANIMADIĞINI göstermektedir. Eğer
tüketim denilen şey kimi saf insanların sandıkları gibi bir emip yutma,
yeyip yok etme sürecine benzeseydi, bu durumda belli bir doyum noktasına
ulaşılması gerekirdi. Tüketim gereksinimler düzeniyle ilgili bir şey
olsaydı tatmin olmayla sonuçlanması gerekirdi. Oysa böyle bir şeyden
kesinlikle söz edilemez, zira insanlar her geçen gün daha çok tüketmek
istemektedirler. Bu kendi kendini tüketmeye zorlama olayının herhangi
bir psikolojik (bir kez içmeye başlayanı durduramazsınız türünden
yaklaşımlar vs.) zorunluluk ya da basit bir itibar kuralıyla ilişkisi
yoktur. Tüketimin denetlenmesi olanaksız bir sürece benzemesinin nedeni
(belli bir sınırın ötesine geçildiğinde) gereksinimlerin tatmin edilmesi
ya da gerçeklik ilkesiyle artık hiçbir ilişkisi olmayan yaşamın tüm
alanlarını kapsayan bir idealist uygulamaya benzemesidir. Tüketimin hiç
sona ermeyecek bir enerjiye sahip görünmesinin kökeninde, nesnenin,
içinde dolaylı bir şekilde yer aldığı bu arzular evreninin insanı hep
düş kırıklığına uğratması vardır. Nesneleşmiş bir göstergeye benzeyen
arzu, kendini var eden dinamik süreci, tüketim gösterge / nesnelerinin
sistemli ve sınır tanımayan sahiplenme sürecine taşımaktadır. Bu durumda
tüketimin kendini aşıp geçmek ya da şu andaki görünümünü sürdürebilmek
için hiç durmadan yinelenmek yani yaşamsal bir amaca benzemek durumunda
olduğu söylenebilir. Değişik nesneler tarafından simgelenen, düş
kırıklığına uğratılan, anlamlı kılınmaya çalışılan bir yaşama arzusunun,
karşımıza art arda çıkan nesnelerle tazelendiği ve onların içine
karışıp gittiği söylenebilir. Ancak safça ya da saçma bir ahlak anlayışı
tüketimi “makul” bir düzeye çekmeye ya da onu normalleştirebilmek
amacıyla bir gereksinimler çizelgesi oluşturmaya kalkışabilir.
Sistemli
ve sınır tanımayan bir tüketim sürecinin ortaya çıkmasını sağlayan
düşüncenin kökeninde, yaşamın tüm alanlarında sunulan nesnelere sahip
olamama zorunluluğunun yol açtığı düş kırıklığı vardır. Gösterge /
nesneler zihinsel düzeyde birbirlerinin yerini alabilir ve istenildiği
kadar çoğaltılabilirler; başka bir deyişle kendilerinden her an için yok
olup gitmiş bir gerçekliğin yokluğunu telafi etmeleri bekleniyorsa
böyle olmaları gerekir. Sonuç olarak bir eksiklik duygusu üstüne oturan
tüketimin denetim altına alınabilmesi olanaksızdır.” Nesneler Sistemi - Jean Baudrillard
Tüketimin, yeniden üretmenin, icatlarla teknolojiyi geliştirme dürtüsüne bir ekleme yapmak daha gerekirse;

Buna Zizek'in Lacancı söylemlerinden bir örnek vermek gerekirse: "Gelgelelim
burada bizi asıl ilgilendiren Sisyphos'tur. Onun tekrar tekrar aşağı
yuvarlanan kayayı sürekli tepeye taşıması, Milner'a göre, Zenon'un
paradokslarının üçüncüsünün edebi modeli işlevini görmüştür: Verili bir X
mesafesini hiçbir zaman kat edemeyiz, çünkü bunu yapmak için önce bu
mesafenin yarısını kat etmemiz, onu kat etmek için de çeyreğini kat
etmemiz gerekir ve bu sonsuza kadar gider. Bir hedef, bir kere
ulaşıldıktan soma, her zaman yeni baştan geri kaçar. Bu paradoksta,
psikanalizdeki dürtü kavramının doğasını, daha doğrusu Lacan'ın dürtünün
amacı ile hedefi arasında yaptığı ayrımı görmüyor muyuz? Hedef nihai
varış yeridir, oysa amaç yapmak istediğimiz şey, yani yolun kendisidir.
Lacan'ın söylemek istediği, dürtünün gerçek maksadının hedefi (tam
olarak tatmin edilmek) değil, amacı olduğudur: Dürtünün nihai amacı
dürtü olarak kendini yeniden üretmek, dairesel yoluna dönmek, hedefe
gidip gelen yolunu sürdürmektir. Asıl keyif kaynağı bu kapalı dairenin
tekrara dayalı hareketidir*. Sisyphos'un paradoksu da burada yatar:
Hedefine bir kere ulaşınca, eyleminin asıl amacının yolun kendisi
olduğunu, bir inip bir çıkmak olduğunu kavrar.
Slavoj Zizek
Yamuk Bakmak
POPÜLER KÜLTÜRDEN JACQUES LACANA GİRİŞ
Sayfa 18
Slavoj Zizek
Yamuk Bakmak
POPÜLER KÜLTÜRDEN JACQUES LACANA GİRİŞ
Sayfa 18
*
"Birine bir görev yüklediğinizde, amaç geri getirdiği şey değil,
izlemesi gereken güzergâhtır. Amaç izlenen yoldur... Eğer dürtü,
biyolojik bir işlev bütünselleştirmesi açısından bakıldığında, yeniden
üretilme hedefinin gerçekleşmesi olacak şeyi elde edemeden tatmin
edilebiliyorsa, bunun nedeni kısmi bir dürtü olması ve amacının sadece
devreye bu şekilde geri dönmek olmasıdır." Jacques Lacan, The Four
Fundamental Concepts ofPsycho-Analysis, Londra: Hogarth Press, 1977,
s. 179.
s. 179.

Herhangi bir yerden alıntı:
"....HD yayınlarda SD yayınlara göre tam 4 kat daha fazla ayrıntı var. İzlemesi de o derece daha zevkli. Ancak bütün fark bundan ibaret, sonuç itibaryle çok da büyük bir fark getirmiyor. Bu farkı kazanabilmek için TV alıcı cihazınızın Full HD olması şart. Eski cam TV'lerin hiçbiriyle yayınlarn HD izlenememesi bir yana yeni aldığınız LCD, Plazma flat TV'lerin de HD ready olarak ifade edilen çoğunluğu bu yayınları HD olarak izletemiyor. Yani her izleyicinin önce birkaç bin lira Full HD TV yatırımı yapması gerek. Ama bu yetmiyor. Yayını eğer uydudan izleyecek ise eski uydu alıcısını çöpe atıp HD özellikli yeni uydu alıcısı edinmesi gerek. Tabii tüm bu yatırım sadece HD kanalları izleyebilmek için. İzleyicinin hepsi bu yatırımı yapsa bile eğer yayıncı çok büyük bir yatırımla HD yayına geçmemişse boşuna. Yayıncının kamerasından başlayarak tüm stüdyo ve uplink cihazlarını değiştirmesi lazım. Eğer eskiden çekilmiş içerikleri kullanacak ise nafile, bunları HD'ye dönüştürmek imkansız. Diyelim ki hem yayıncı hem izleyici çok büyük yatırım yaptı ve tüm yayınlar HD hale geldi. Peki 3D yayınlar olmayacak mı?. HD için yapılan tüm yatırımların aynisi (TV alıcısından başlayarak) 3D için yeniden yapılmalı. Ve eğer bu yatırımlar gözlükle izlenebilen 3D teçhizat için yapıldı ise gözlüksüz izlenebilen 3D teçhizat için yeni baştan yapılmalı (çünkü iki tür teçhizat birbirinden tamamen farklı). Bu yatırımların geri dönüşü yok denecek kadar azdır..."
"....HD yayınlarda SD yayınlara göre tam 4 kat daha fazla ayrıntı var. İzlemesi de o derece daha zevkli. Ancak bütün fark bundan ibaret, sonuç itibaryle çok da büyük bir fark getirmiyor. Bu farkı kazanabilmek için TV alıcı cihazınızın Full HD olması şart. Eski cam TV'lerin hiçbiriyle yayınlarn HD izlenememesi bir yana yeni aldığınız LCD, Plazma flat TV'lerin de HD ready olarak ifade edilen çoğunluğu bu yayınları HD olarak izletemiyor. Yani her izleyicinin önce birkaç bin lira Full HD TV yatırımı yapması gerek. Ama bu yetmiyor. Yayını eğer uydudan izleyecek ise eski uydu alıcısını çöpe atıp HD özellikli yeni uydu alıcısı edinmesi gerek. Tabii tüm bu yatırım sadece HD kanalları izleyebilmek için. İzleyicinin hepsi bu yatırımı yapsa bile eğer yayıncı çok büyük bir yatırımla HD yayına geçmemişse boşuna. Yayıncının kamerasından başlayarak tüm stüdyo ve uplink cihazlarını değiştirmesi lazım. Eğer eskiden çekilmiş içerikleri kullanacak ise nafile, bunları HD'ye dönüştürmek imkansız. Diyelim ki hem yayıncı hem izleyici çok büyük yatırım yaptı ve tüm yayınlar HD hale geldi. Peki 3D yayınlar olmayacak mı?. HD için yapılan tüm yatırımların aynisi (TV alıcısından başlayarak) 3D için yeniden yapılmalı. Ve eğer bu yatırımlar gözlükle izlenebilen 3D teçhizat için yapıldı ise gözlüksüz izlenebilen 3D teçhizat için yeni baştan yapılmalı (çünkü iki tür teçhizat birbirinden tamamen farklı). Bu yatırımların geri dönüşü yok denecek kadar azdır..."
Kısa
bir süreliğine de olsa bunları elde etmek için çalışan, yaşayan
varlıklar, bunları elde ettikten kısa bir süre sonra daha yeni bir
sistem için kolları sıvarlar ve herşeye yeni baştan başlarlar. HD yayın
da neyin nesi? En ince ayrıntısına kadar görmek mi istiyorsun? O zaman
ekranı değil, pencereyi açıp dışarıyı seyredeceksin. Ama sen de
haklısın. Artık dışarı da seyredecek birşey yok -Landscape Of Madness-
Herkes evlerinde HD görüntünün keyfini çıkarmakla meşgul. Dışarıdaki
manzara da zaten bu amaçlarımız doğrultusunda şekillenmekte. En iyisi bu
simülasyon evrenine tamamen gömülmek ve anın tadını çıkarmak. Devekuşu
misali. "Matrix"de bir karakter vardı; kötü demeye dilim varmıyor. Bütün
gerçekten sıyrılıp sanal bir cennette yaşama vaadiyle Neo'yu ve
arkadaşlarını satıyordu. Belki de kendi doğrusunu yapıyordu. Ülke işgal
edildiğinde mandacılığı isteyenler de pek haksız sayılmazlardı
kendilerince kim bilir? Birileri bizim için heryeri cennete çevirecek ve
bütün geçmişimizi unutup tüm değerlerimizden vazgeçeceğiz. Belki de
unuttuktan sonra bir önemi yoktur gerçekten, kim bilir?
***********************************************************************************
Geçen
gün NTV, yayın yasağına uymadığı için zorunlu belgesel koyma cezası
almıştı. Matematik üzerine olan belgeselde Ali Nesin konuşurken
parmaklarının arasındaki sigara kapatılmamıştı. Düşündüm: Bu
kapatılmayan sigara yüzünden NTV aynı cezayı alır. Aynı belgeseli
gösterme cezası. Belgesel aynı şekilde gösterildiği için -parmaklar
arasındaki sigaranın mozaiklenmemesi- her gösteriliş aynı cezanın
tekrarına yol açar. Ve NTV en sonunda 24 saat bu belgeseli gösterme
cezasını çekerken aynı zamanda da suçu işlemeye de devam eder. Ceza suçu
doğurur; suç da cezayı.
***********************************************************************************
Rüyalarımda
gördüğüm kitaplar tatlı bir düşün izleri iken, onları alamamak,
okuyamamak ve bu yüzden oluşan çılgınca bir merak beni hızla delirtirken
düşlerimi de kabusa çeviriyor. Uyandığımda buna benzer bir kitapçıya
gidiyorum. Her taraf kitap dolu ama onları alamıyorum, okuyamıyorum ve
bu yüzden oluşan çılgınca bir merak beni hızla delirtiyor. Ölmek
istiyorum; ölüyorum da. Peşi sıra cennet bahçelerinden bir bahçedeyim.
Dört yanım kitaplarla dolu. Ama onları alamıyorum, okuyamıyorum ve bu
yüzden oluşan çılgınca bir merak beni hızla delirtiyor. Derken altımdan
bir şeyler kayıyor; bir cehennem çukurunda buluyorum kendimi. Dört yanım
kitaplarla dolu. “Cehennemdeyim, okuyamam ki” diyorum. Bunu der demez
kitaplardan biri uçarak elime konuyor. Açıp merakla okuyorum, kendimden
geçiyorum. Bir fısıltı duyuyorum: "Bilgi sana sonsuz cehennemler vaat
eder. Varlığın sırrına erdiğinde her yer cennete döner. Ama sonra
sıkılırsın. Bilmek istediğini bilmemenin daha iyi olduğunu anlarsın;
ama dönüş yoktur. Ortalık tekrar cehenneme döner. Okumaya devam edersin
cehennem çukurunda. Kendinden geçtiğinde yatağında uyanırsın. Kalkıp
pencereden dışarı bakarsın. Yaşlı bir adam sana bakıp gülümsemektedir;
sanki her şeyi bilmektedir. İşte o yaşlı adam benim. Gözlerini açtığında
beni göreceksin ama hiçbir şey hatırlamayacaksın. Bilgi senden geri
alınacak çünkü onu kaldıramazsın onunla yaşayamazsın".
Uyanıyorum,
pencereye yürüyorum, dışarı bakıyorum. yaşlı bir adam bana bakıp
gülümsüyor. Sebebini bilmiyorum. Kitaplar gördüğümü hatırlıyorum;
alamadığım, okuyamadığım...
Kaynak: http://tursusuyu.blogcu.com/