[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

7 Eylül 2010 Salı

7/10/2010 - İMKANSIZ TAKAS/İktibas



Jean Baudrillard "Nesneler Sistemi" adlı doktora tezinden;
Deri kaplı divan, plak çalar, biblolar, zümrüt taşından küllükler denildiğinde bu nesneler aracılığıyla ifade edilmeye çalışılan şey bir ilişki fikri olup, bu fikir onlar aracılığıyla “tüketilmekte” yani onlar aracılığıyla yaşanıp bitmiş bir ilişkiye benzemektedir.
Bu durum, tüketimin: Sistemli, insanların hem nesnelerle hem de kendi aralarında kurdukları ilişkilerin ötesine geçebilen tarih, iletişim ve kültürün tüm alanlarını kapsayan total bir zihinsel uygulama şeklinde tanımlanmasını gerektirmektedir. Tüketimin kültürel bir zorunluluk olması gerektiği açıkça görülmekle birlikte, lüks kitap ya da yemek odasındaki krom nesneler yalnızca zihinsel düzeyde tüketilmektedirler. Devrim de bir zorunluluk gibi görünmekle birlikte bir türlü yaşama geçirilemediği için Devrim düşüncesi adı altında tüketilmektedir. Bir fikir olarak Devrim sonsuza dek var olabilecek bir sözcüğe benzediğinden, tüm diğer fikirler gibi sonsuza dek tüketilebilecektir. İdealist / zihinsel bir tüketim mantığı çerçevesinde en çelişkili fikirler bile bir arada yer alabilmektedirler. Bu durumda Devrimin kombinatuvar bir terminolojiye özgü, belli bir düşünce ürünü olmayan terimler sözlüğünde sanki olmuş bitmiş ya da yaşanmış ve “tüketilmiş” anlamsız bir sözcüğe benzediği söylenebilir.
Aynı şekilde tüketim nesnelerinin de yaşamın anlaşılmasını güçleştiren maddi bir dünya görüşüne uygun idealist bir göstergeler sözlüğü oluşturdukları söylenebilir. Yine Georges Perec’in metninde –Letters Nouvelles başlıklı romandan- bununla ilgili bir bölüm vardır: “Bu insanlar kimi zaman sanki dünya kurulduğu günden bu yana bütün bir yaşamın, evin iç bölümüyle kusursuz bir uyum sergileyen, yalnızca kendileri için yaratılmış bu nesneler ve bu kitaplarla kaplı duvarlar arasında geçebileceğini düşünür gibidirler… Ancak kendilerini bu nesnelere zincirlemiş gibi de hissetmemektedirler. Zira kimi günler özgürce davranabileceklerini düşünmektedirler. Kafalarında ürettikleri hemen her projeyi yaşama geçirebileceklerine inanmaktadırlar.” Yazarın bu düşünceyi şart kipinde dile getirmiş olduğu söylenebilir, zira bu metinde gerçekleştirilmesi arzulanan düşünceye değil, yalnızca nesnelere yer verilmiştir. Daha doğrusu gerçekleştirilmek istenen düşüncenin, ortadan kaldırılmak yerine nesne içinde yitip gitmiş bir göstergeye dönüştürüldüğü söylenebilir. Bu durumda tüketim nesnesi kesinlikle gerçekleşmesi arzulanan düşüncenin benzemeye razı olduğu şeydir.
 
Bu da bize TÜKETİMİN HİÇBİR SINIR TANIMADIĞINI göstermektedir. Eğer tüketim denilen şey kimi saf insanların sandıkları gibi bir emip yutma, yeyip yok etme sürecine benzeseydi, bu durumda belli bir doyum noktasına ulaşılması gerekirdi. Tüketim gereksinimler düzeniyle ilgili bir şey olsaydı tatmin olmayla sonuçlanması gerekirdi. Oysa böyle bir şeyden kesinlikle söz edilemez, zira insanlar her geçen gün daha çok tüketmek istemektedirler. Bu kendi kendini tüketmeye zorlama olayının herhangi bir psikolojik (bir kez içmeye başlayanı durduramazsınız türünden yaklaşımlar vs.) zorunluluk ya da basit bir itibar kuralıyla ilişkisi yoktur. Tüketimin denetlenmesi olanaksız bir sürece benzemesinin nedeni (belli bir sınırın ötesine geçildiğinde) gereksinimlerin tatmin edilmesi ya da gerçeklik ilkesiyle artık hiçbir ilişkisi olmayan yaşamın tüm alanlarını kapsayan bir idealist uygulamaya benzemesidir. Tüketimin hiç sona ermeyecek bir enerjiye sahip görünmesinin kökeninde, nesnenin, içinde dolaylı bir şekilde yer aldığı bu arzular evreninin insanı hep düş kırıklığına uğratması vardır. Nesneleşmiş bir göstergeye benzeyen arzu, kendini var eden dinamik süreci, tüketim gösterge / nesnelerinin sistemli ve sınır tanımayan sahiplenme sürecine taşımaktadır. Bu durumda tüketimin kendini aşıp geçmek ya da şu andaki görünümünü sürdürebilmek için hiç durmadan yinelenmek yani yaşamsal bir amaca benzemek durumunda olduğu söylenebilir. Değişik nesneler tarafından simgelenen, düş kırıklığına uğratılan, anlamlı kılınmaya çalışılan bir yaşama arzusunun, karşımıza art arda çıkan nesnelerle tazelendiği ve onların içine karışıp gittiği söylenebilir. Ancak safça ya da saçma bir ahlak anlayışı tüketimi “makul” bir düzeye çekmeye ya da onu normalleştirebilmek amacıyla bir gereksinimler çizelgesi oluşturmaya kalkışabilir.
Sistemli ve sınır tanımayan bir tüketim sürecinin ortaya çıkmasını sağlayan düşüncenin kökeninde, yaşamın tüm alanlarında sunulan nesnelere sahip olamama zorunluluğunun yol açtığı düş kırıklığı vardır. Gösterge / nesneler zihinsel düzeyde birbirlerinin yerini alabilir ve istenildiği kadar çoğaltılabilirler; başka bir deyişle kendilerinden her an için yok olup gitmiş bir gerçekliğin yokluğunu telafi etmeleri bekleniyorsa böyle olmaları gerekir. Sonuç olarak bir eksiklik duygusu üstüne oturan tüketimin denetim altına alınabilmesi olanaksızdır.” Nesneler Sistemi - Jean Baudrillard
Tüketimin, yeniden üretmenin, icatlarla teknolojiyi geliştirme dürtüsüne bir ekleme yapmak daha gerekirse;
 
Buna Zizek'in Lacancı söylemlerinden bir örnek vermek gerekirse: "Gelgelelim burada bizi asıl ilgilendiren Sisyphos'tur. Onun tekrar tekrar aşağı yuvarlanan kayayı sürekli tepeye taşıması, Milner'a göre, Zenon'un paradokslarının üçüncüsünün edebi modeli işlevini görmüştür: Verili bir X mesafesini hiçbir zaman kat edemeyiz, çünkü bunu yapmak için önce bu mesafenin yarısını kat etmemiz, onu kat etmek için de çeyreğini kat etmemiz gerekir ve bu sonsuza kadar gider. Bir hedef, bir kere ulaşıldıktan soma, her zaman yeni baştan geri kaçar. Bu paradoksta, psikanalizdeki dürtü kavramının doğasını, daha doğrusu Lacan'ın dürtünün amacı ile hedefi arasında yaptığı ayrımı görmüyor muyuz? Hedef nihai varış yeridir, oysa amaç yapmak istediğimiz şey, yani yolun kendisidir. Lacan'ın söylemek istediği, dürtünün gerçek maksadının hedefi (tam olarak tatmin edilmek) değil, amacı olduğudur: Dürtünün nihai amacı dürtü olarak kendini yeniden üretmek, dairesel yoluna dönmek, hedefe gidip gelen yolunu sürdürmektir. Asıl keyif kaynağı bu kapalı dairenin tekrara dayalı hareketidir*. Sisyphos'un paradoksu da burada yatar: Hedefine bir kere ulaşınca, eyleminin asıl amacının yolun kendisi olduğunu, bir inip bir çıkmak olduğunu kavrar.

Slavoj Zizek
Yamuk Bakmak
POPÜLER KÜLTÜRDEN JACQUES LACANA GİRİŞ
Sayfa 18
* "Birine bir görev yüklediğinizde, amaç geri getirdiği şey değil, izlemesi gereken güzergâhtır. Amaç izlenen yoldur... Eğer dürtü, biyolojik bir işlev bütünselleştirmesi açısından bakıldığında, yeniden üretilme hedefinin gerçekleşmesi olacak şeyi elde edemeden tatmin edilebiliyorsa, bunun nedeni kısmi bir dürtü olması ve amacının sadece devreye bu şekilde geri dönmek olmasıdır." Jacques Lacan, The Four Fundamental Concepts ofPsycho-Analysis, Londra: Hogarth Press, 1977,
s. 179.
 
Herhangi bir yerden alıntı:
"....HD yayınlarda SD yayınlara göre tam 4 kat daha fazla ayrıntı var. İzlemesi de o derece daha zevkli. Ancak bütün fark bundan ibaret, sonuç itibaryle çok da büyük bir fark getirmiyor. Bu farkı kazanabilmek için TV alıcı cihazınızın Full HD olması şart. Eski cam TV'lerin hiçbiriyle yayınlarn HD izlenememesi bir yana yeni aldığınız LCD, Plazma flat TV'lerin de HD ready olarak ifade edilen çoğunluğu bu yayınları HD olarak izletemiyor. Yani her izleyicinin önce birkaç bin lira Full HD TV yatırımı yapması gerek. Ama bu yetmiyor. Yayını eğer uydudan izleyecek ise eski uydu alıcısını çöpe atıp HD özellikli yeni uydu alıcısı edinmesi gerek. Tabii tüm bu yatırım sadece HD kanalları izleyebilmek için. İzleyicinin hepsi bu yatırımı yapsa bile eğer yayıncı çok büyük bir yatırımla HD yayına geçmemişse boşuna. Yayıncının kamerasından başlayarak tüm stüdyo ve uplink cihazlarını değiştirmesi lazım. Eğer eskiden çekilmiş içerikleri kullanacak ise nafile, bunları HD'ye dönüştürmek imkansız. Diyelim ki hem yayıncı hem izleyici çok büyük yatırım yaptı ve tüm yayınlar HD hale geldi. Peki 3D yayınlar olmayacak mı?. HD için yapılan tüm yatırımların aynisi (TV alıcısından başlayarak) 3D için yeniden yapılmalı. Ve eğer bu yatırımlar gözlükle izlenebilen 3D teçhizat için yapıldı ise gözlüksüz izlenebilen 3D teçhizat için yeni baştan yapılmalı (çünkü iki tür teçhizat birbirinden tamamen farklı). Bu yatırımların geri dönüşü yok denecek kadar azdır..."
Kısa bir süreliğine de olsa bunları elde etmek için çalışan, yaşayan varlıklar, bunları elde ettikten kısa bir süre sonra daha yeni bir sistem için kolları sıvarlar ve herşeye yeni baştan başlarlar. HD yayın da neyin nesi? En ince ayrıntısına kadar görmek mi istiyorsun? O zaman ekranı değil, pencereyi açıp dışarıyı seyredeceksin. Ama sen de haklısın. Artık dışarı da seyredecek birşey yok -Landscape Of Madness- Herkes evlerinde HD görüntünün keyfini çıkarmakla meşgul. Dışarıdaki manzara da zaten bu amaçlarımız doğrultusunda şekillenmekte. En iyisi bu simülasyon evrenine tamamen gömülmek ve anın tadını çıkarmak. Devekuşu misali. "Matrix"de bir karakter vardı; kötü demeye dilim varmıyor. Bütün gerçekten sıyrılıp sanal bir cennette yaşama vaadiyle Neo'yu ve arkadaşlarını satıyordu. Belki de kendi doğrusunu yapıyordu. Ülke işgal edildiğinde mandacılığı isteyenler de pek haksız sayılmazlardı kendilerince kim bilir? Birileri bizim için heryeri cennete çevirecek ve bütün geçmişimizi unutup tüm değerlerimizden vazgeçeceğiz. Belki de unuttuktan sonra bir önemi yoktur gerçekten, kim bilir?
 
***********************************************************************************
Geçen gün NTV, yayın yasağına uymadığı için zorunlu belgesel koyma cezası almıştı. Matematik üzerine olan belgeselde Ali Nesin konuşurken parmaklarının arasındaki sigara kapatılmamıştı. Düşündüm: Bu kapatılmayan sigara yüzünden NTV aynı cezayı alır. Aynı belgeseli gösterme cezası. Belgesel aynı şekilde gösterildiği için -parmaklar arasındaki sigaranın mozaiklenmemesi- her gösteriliş aynı cezanın tekrarına yol açar. Ve NTV en sonunda 24 saat bu belgeseli gösterme cezasını çekerken aynı zamanda da suçu işlemeye de devam eder. Ceza suçu doğurur; suç da cezayı.
***********************************************************************************
Rüyalarımda gördüğüm kitaplar tatlı bir düşün izleri iken, onları alamamak, okuyamamak ve bu yüzden oluşan çılgınca bir merak beni hızla delirtirken düşlerimi de kabusa çeviriyor. Uyandığımda buna benzer bir kitapçıya gidiyorum. Her taraf kitap dolu ama onları alamıyorum, okuyamıyorum ve bu yüzden oluşan çılgınca bir merak beni hızla delirtiyor. Ölmek istiyorum; ölüyorum da. Peşi sıra cennet bahçelerinden bir bahçedeyim. Dört yanım kitaplarla dolu. Ama onları alamıyorum, okuyamıyorum ve bu yüzden oluşan çılgınca bir merak beni hızla delirtiyor. Derken altımdan bir şeyler kayıyor; bir cehennem çukurunda buluyorum kendimi. Dört yanım kitaplarla dolu. “Cehennemdeyim, okuyamam ki” diyorum. Bunu der demez kitaplardan biri uçarak elime konuyor. Açıp merakla okuyorum, kendimden geçiyorum. Bir fısıltı duyuyorum: "Bilgi sana sonsuz cehennemler vaat eder. Varlığın sırrına erdiğinde her yer cennete döner. Ama sonra sıkılırsın.  Bilmek istediğini bilmemenin daha iyi olduğunu anlarsın; ama dönüş yoktur. Ortalık tekrar cehenneme döner. Okumaya devam edersin cehennem çukurunda. Kendinden geçtiğinde yatağında uyanırsın. Kalkıp pencereden dışarı bakarsın. Yaşlı bir adam sana bakıp gülümsemektedir; sanki her şeyi bilmektedir. İşte o yaşlı adam benim. Gözlerini açtığında beni göreceksin ama hiçbir şey hatırlamayacaksın. Bilgi senden geri alınacak çünkü onu kaldıramazsın onunla yaşayamazsın".
Uyanıyorum, pencereye yürüyorum, dışarı bakıyorum. yaşlı bir adam bana bakıp gülümsüyor. Sebebini bilmiyorum. Kitaplar gördüğümü hatırlıyorum; alamadığım, okuyamadığım...