[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

20 Ekim 2010 Çarşamba

Parakende Sözlere Reddiye


Parakende sözlerden oldum olası nefret etmişimdir dedi hafif tiksinti hissini sesinin kıvrımlarında saklayan bir tavırla. Bir yandan da kahvesine eklediği kremanın bardağın içindeki renk patlamalarını zevkle izmekteydi. İnsanın kolyacılık zaaflarının en arsız olanı ve ruhlarımızı yabani ayrık otu gibi sarıp kendimizden öte çevremidekileri de boğan bu toptancılık, ya hep ya hiççilik illeti! diye bırıldandı.
Öteki sessizliğini ve istifini hiç bozmadan dinliyordu. Parakende laflar edip etmemekten yana parakende laflar etmek istemiyordu belki de. Hem bu ahenkli sükutu içinde ve dışında sağlaması ve böylesi bir dinginliğe ulaşması çok zamanını almıştı. Hem biliyordu ki, beriki kendisiyle hem fikir olduğundan adı gibi emindi. Onunkisi bir diyalogtan çok öfke ve can sıkıntısının basıncını almaktan ibaretti. Hem birbirlerinin sükutlarını okuyabiliyor olmanın konforunun tadını çılarmak hiç fena değildi. Diğeri de zaten karşısındakini, onu onaylayan bir muhatabının varlığıyla içindeki sıkışmış cinnetin basıncını almaya muktedir bir sibop mesabesine koymak, kullanmaktan çekinmiyordu. Bu kadar hukukları olmasın mıydı! Kullanmak ve kullanımak ikisinin de lügatında pek çok defa sicili kirli, kabarık da olsa bu şartlarda her ikisi de hallerinden gayet memnundular.
Aralarından biri sigarasını bitirdi ve izmaritini paketin dış yüzündeki saydam ambalajın arasına sıkıştırdı. Sonra, Necip Fazıl'a sormuşlar neden bu mereti bırakmıyorsun diye, o da hayatta benim için yanan bir o var demiş, diye ekleyip güldü muzipçe.
Kitapçıda çalıştıklarını kapıdan, ikisinin ortasından bir müşteri içeri daldığında anımsadılar ve hemen ardından onlar da içeri girdiler. Orta yaşın üzerinde bir bayan; aradığı hususi bir kitap yokmuş, rafların arasında dolşaırken birkaç kitap hakkında bilgi istedi. Son olarak elini Cihan Aktaş'ın Yakın Yabancı kitabına götürüp: Bunun konusu nedir? deyince, aralarından biri; "Bu kitapta yazar İran'da Sinema ve kült..." demeye varmadan kadın bir adım geri sıçrayıp, öyleyse kalsın, almayayım deyivermişti bile. Beriki "Aslında düşündüğünüz gibi değil, yazar Türkiyeli, eşi İranlı, çok enteresan, İran'ın bilinmeyen yüzlerine dair hayatın içinden ayrıntılar barındırıyor kitap." derken kadın kapıya doğru çoktan yönelmişti bile. Geriye yazarın kitabına Yakın Yabancı adını koymada ne kadar isabetli olduğundan yana hayıflanmak kalmıştı kekre bir tebessüm eşliğinde.
Eskiye nazaran ümitvar olsalar da insanların birbirlerinin hayatına bu kadar yakınken bu kadar uzak düşmelerine hayret etmemek mümkün değildi. Aralarından biri sürekli derdi ya, alnım ülkemdeki görünmez Berlin Duvarlarına çarpa çarpa nasır tuttu. Daha kırılacak çok Berlin Duvarlarımız var bizim, diye.
Kitaptan bir pasaj aklına gelen, diğerinin de o kısmı hatırlayıp hatırlamadığını merak etti. Hani şu; evlenirken vaad edilen tazminat, sigorta mahiyetindeki mihri karizma olsun diye yahut da müstakbel eşin isteği üzere çok yüksek tutup sonra işler ters gidince boşanırken sözünü yerine getiremediği için hapse düşen yüzlerce erkekle ilgili bölüm. Allah affetsin, okurken gülmeden kendini alamamıştı. İnsanoğlunun bağlamdan kopmada üstüne yok sanırım. Yakın Yabancı'yı en çok temsil eden biziz aslında. En çok kendimize yabancıyız zira.  [Dilsizmütercim-201020101548]