
Parakende
sözlerden oldum olası nefret etmişimdir dedi hafif tiksinti hissini
sesinin kıvrımlarında saklayan bir tavırla. Bir yandan da kahvesine
eklediği kremanın bardağın içindeki renk patlamalarını zevkle
izmekteydi. İnsanın kolyacılık zaaflarının en arsız olanı ve ruhlarımızı
yabani ayrık otu gibi sarıp kendimizden öte çevremidekileri de boğan bu
toptancılık, ya hep ya hiççilik illeti! diye bırıldandı.
Öteki
sessizliğini ve istifini hiç bozmadan dinliyordu. Parakende laflar edip
etmemekten yana parakende laflar etmek istemiyordu belki de. Hem bu
ahenkli sükutu içinde ve dışında sağlaması ve böylesi bir dinginliğe
ulaşması çok zamanını almıştı. Hem biliyordu ki, beriki kendisiyle hem
fikir olduğundan adı gibi emindi. Onunkisi bir diyalogtan çok öfke ve
can sıkıntısının basıncını almaktan ibaretti. Hem birbirlerinin
sükutlarını okuyabiliyor olmanın konforunun tadını çılarmak hiç fena
değildi. Diğeri de zaten karşısındakini, onu onaylayan bir muhatabının
varlığıyla içindeki sıkışmış cinnetin basıncını almaya muktedir bir
sibop mesabesine koymak, kullanmaktan çekinmiyordu. Bu kadar hukukları
olmasın mıydı! Kullanmak ve kullanımak ikisinin de lügatında pek çok
defa sicili kirli, kabarık da olsa bu şartlarda her ikisi de hallerinden
gayet memnundular.
Aralarından
biri sigarasını bitirdi ve izmaritini paketin dış yüzündeki saydam
ambalajın arasına sıkıştırdı. Sonra, Necip Fazıl'a sormuşlar neden bu
mereti bırakmıyorsun diye, o da hayatta benim için yanan bir o var
demiş, diye ekleyip güldü muzipçe.
Kitapçıda
çalıştıklarını kapıdan, ikisinin ortasından bir müşteri içeri
daldığında anımsadılar ve hemen ardından onlar da içeri girdiler. Orta
yaşın üzerinde bir bayan; aradığı hususi bir kitap yokmuş, rafların
arasında dolşaırken birkaç kitap hakkında bilgi istedi. Son olarak elini
Cihan Aktaş'ın Yakın Yabancı kitabına götürüp: Bunun konusu nedir?
deyince, aralarından biri; "Bu kitapta yazar İran'da Sinema ve kült..."
demeye varmadan kadın bir adım geri sıçrayıp, öyleyse kalsın, almayayım
deyivermişti bile. Beriki "Aslında düşündüğünüz gibi değil, yazar
Türkiyeli, eşi İranlı, çok enteresan, İran'ın bilinmeyen yüzlerine dair
hayatın içinden ayrıntılar barındırıyor kitap." derken kadın kapıya
doğru çoktan yönelmişti bile. Geriye yazarın kitabına Yakın Yabancı
adını koymada ne kadar isabetli olduğundan yana hayıflanmak kalmıştı
kekre bir tebessüm eşliğinde.
Eskiye
nazaran ümitvar olsalar da insanların birbirlerinin hayatına bu kadar
yakınken bu kadar uzak düşmelerine hayret etmemek mümkün değildi.
Aralarından biri sürekli derdi ya, alnım ülkemdeki görünmez Berlin
Duvarlarına çarpa çarpa nasır tuttu. Daha kırılacak çok Berlin
Duvarlarımız var bizim, diye.
Kitaptan
bir pasaj aklına gelen, diğerinin de o kısmı hatırlayıp hatırlamadığını
merak etti. Hani şu; evlenirken vaad edilen tazminat, sigorta
mahiyetindeki mihri karizma olsun diye yahut da müstakbel eşin isteği
üzere çok yüksek tutup sonra işler ters gidince boşanırken sözünü yerine
getiremediği için hapse düşen yüzlerce erkekle ilgili bölüm. Allah
affetsin, okurken gülmeden kendini alamamıştı. İnsanoğlunun bağlamdan
kopmada üstüne yok sanırım. Yakın Yabancı'yı en çok temsil eden biziz
aslında. En çok kendimize yabancıyız zira.
[Dilsizmütercim-201020101548]