
Samimiyetini
de akarken içinize akıtan tüm göz yaşlarına saygı duyarım. Hatta
saygıdan öte bir şefkat. Hayat o ki bazen insan tüm bu yoğun hislerine
ve muhatabınınkiyle örtüşen samimiyetine, hemfikirliğine rağmen
dindiremez o göz yaşlarını. Zira dünya her şeyden çok bir mahrumiyet
mekanı. Bu yüzden elden gelen sadece birlikte ağlamaktır. Her ne ki
tamamlanmaya bir adım daha yaklaşıyor, eş zamanlı ya da değil illa ki
bir başka parçasını yitiriyor bu evrende. Şükür ki parçaları/mızı yutan
bir kara delik değil. Yaratan sebebini anlasak da anlamasak da, kimi
parçaları bütünden evvel alıyor ve ondan önce yerleştiriyor gideceği
yere. Ötelere özlemimiz bu yüzden fazlasıyla kamçılanıyor. Çemberi
tamamlayabilen tek şey yaşam gibi gözüküyor. Ki o da çok katmanlı
yaratılmış. Tarihin dairesel şekilde kendini tekrarına insansam da,
insan tüm yamuklarına rağmen doğrusal bir çizgide ilerliyor.
Geçen gece bir adamın sesinin titreyişine şahit oldum. Acısı değil onu, benim belimi bile biraz daha bükerken, yine de ara ara tebessüm ederek konuşuyordu. Kendisini tanımasam da ağlayan yahut ağlamaklı her erkek sesi beni fazlasıyla yaralamış ve hatta ağlatmıştır. İlk defa babamda keşfetmiştim bu hassas noktamı. Sanırım bunda çeşitli sebeplerle erkeklerin ağlamasına daha az rastlamam/ız/ın da etkisi var. Ama elbette bu hassaslık yaşamıma bedenen yahut ruhen müdahil olan her canlıdan yana varlık gösteren ve derinleşmeye muhtaç, empatiyi besleyen bir durum. Değil benim, Allah’ın gözyaşına saygısı vardır zira. Bu defa sesinin titremesi içimin bam tellerine akort yapan kişi oğlunu kaybetmiş bir adamdı. Ölüm tek başına bile hazmı zor bir durumken, onun 19 yaşındaki oğlu bir barış gemisinde katledilmişti geçen yıl. Bir konferansta ailesine verilecek plaket ve esenlikten yana tanınan konuşma hakkı için okyanusları aşıp gelmişti yanımıza. Ülkemden bir soluktu o. Soldurulan ama ardında aydınlık bir iz bırakan Furkan’ın soluğu babasının sesinde yanımıza varmıştı.
***
Evvelsi gün paylaştığım, her dilde güzel bulduğum Arapça Çav Bella eseri vesilesiyle “partizan” kelimesinden bahsettik birkaç arkadaşla. İstemesem de müziği geri planda bıraktı bu konuşma. Eseri her dinlediğimde çok beğenip, ruhuma direniş ve muştu aşıladığını hissetsem de partizan kelimesi aklımı gıdıklıyordu zira. Uzun uzun tartıştık. Bir arkadaş İsmet Özel’in gençlik dönemi çizgisine ait bir şiirini paylaştı:
"...Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine savrulan...”
i.özel
Bir başka arkadaş, partizan hiç tanımadığı biri için bile ölür. O etiyle kanıyla vardır, sadece inanır. Karşılığında ne cennet nede cehennem ister, o saf sevdadır çünkü. Sahabiler de partizandı. Benim partizandan kastım, bir idealin savaşımına önder olan bir siyasal yapıyı tespit etmektir, dedi.
Son cümle hayli zihin açıcı bir şerh ama kavramın içindeki parti kelimesi kirli geliyor bana başından sonuna, diye itiraz ettim. Peygamber’in yoldaşları Muhammedilik diye bir ideoloji peşinde değildi. Mucizeye de ihtiyaç duymadılar. Onun erdemli olması onlara yetti. İsimlendirmeler değerlendirmeleri etkiliyor, haliyle. Partizan ifadesinde; bence ön planda olan onun ideallerinden, kriterlerinden çok onun gibileri bir arada tutan oluşumun ideolojik bir hal aldığı çağrışımını uyandırması, diye mukabelede bulundum.
Bir dostsa Çavdar Tarlasındaki Çocuklar’dan bir alıntı yaptı:
“Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir; olgun insanın özelliği ise, bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir.”
–J. D. Salinger
Ölüm, mütevazi ve samimi ama direniş ehli bir yaşamın sonucu olarak insanı bulursa bu farklı bir durum. Eskiden direk bir dava uğruna ölerek şahitliğimi yerine getirmeyi arzu ediyordum. Nihayetinde Malcom X’le, Metin Yüksel’le, İskilipli Atıf Hoca, Ömer Muhtar’la, çoluk çocuk demeden hendeklerde yakılan Ashab-ı Uhdud’la, davası uğruna öldürülen Peygamberler ve yoldaşlarının hayat hikayeleri ve örneklikleri ile büyümüştüm. Solcu olmasam da, Che’nin de öldürülmesinden evvel etrafında askerler, masada uzanan bedenine bakarken göz yaşı dökmüş, alakasız nesneler üzerinde bir kapitalizm nesnesi olarak fotoğrafını görmek midemi bulandırmıştı. Zamanla anladım ki onlar ölümü arzulamadılar, özgürce, erdemlice yaşamayı ve yaşatmayı arzu ederken ölümü göze aldılar. Bu yüzdeni tek seçeneğin bu olması durumu dışında, şimdi yaşayan şahitler olmanın ağırlığını taşıyorum, çekip gitmek bazen daha az acı gelse de.
***
Geçen gece bir adamın sesinin titreyişine şahit oldum. Acısı değil onu, benim belimi bile biraz daha bükerken, yine de ara ara tebessüm ederek konuşuyordu. Kendisini tanımasam da ağlayan yahut ağlamaklı her erkek sesi beni fazlasıyla yaralamış ve hatta ağlatmıştır. İlk defa babamda keşfetmiştim bu hassas noktamı. Sanırım bunda çeşitli sebeplerle erkeklerin ağlamasına daha az rastlamam/ız/ın da etkisi var. Ama elbette bu hassaslık yaşamıma bedenen yahut ruhen müdahil olan her canlıdan yana varlık gösteren ve derinleşmeye muhtaç, empatiyi besleyen bir durum. Değil benim, Allah’ın gözyaşına saygısı vardır zira. Bu defa sesinin titremesi içimin bam tellerine akort yapan kişi oğlunu kaybetmiş bir adamdı. Ölüm tek başına bile hazmı zor bir durumken, onun 19 yaşındaki oğlu bir barış gemisinde katledilmişti geçen yıl. Bir konferansta ailesine verilecek plaket ve esenlikten yana tanınan konuşma hakkı için okyanusları aşıp gelmişti yanımıza. Ülkemden bir soluktu o. Soldurulan ama ardında aydınlık bir iz bırakan Furkan’ın soluğu babasının sesinde yanımıza varmıştı.
***
Evvelsi gün paylaştığım, her dilde güzel bulduğum Arapça Çav Bella eseri vesilesiyle “partizan” kelimesinden bahsettik birkaç arkadaşla. İstemesem de müziği geri planda bıraktı bu konuşma. Eseri her dinlediğimde çok beğenip, ruhuma direniş ve muştu aşıladığını hissetsem de partizan kelimesi aklımı gıdıklıyordu zira. Uzun uzun tartıştık. Bir arkadaş İsmet Özel’in gençlik dönemi çizgisine ait bir şiirini paylaştı:
"...Sarp bir güvercin düşüyor yüreğimden
buna dayanmalıyım
ölünce bir partizan gibi ölmeliyim
sabahın kuşluk vaktine savrulan...”
i.özel
Bir başka arkadaş, partizan hiç tanımadığı biri için bile ölür. O etiyle kanıyla vardır, sadece inanır. Karşılığında ne cennet nede cehennem ister, o saf sevdadır çünkü. Sahabiler de partizandı. Benim partizandan kastım, bir idealin savaşımına önder olan bir siyasal yapıyı tespit etmektir, dedi.
Son cümle hayli zihin açıcı bir şerh ama kavramın içindeki parti kelimesi kirli geliyor bana başından sonuna, diye itiraz ettim. Peygamber’in yoldaşları Muhammedilik diye bir ideoloji peşinde değildi. Mucizeye de ihtiyaç duymadılar. Onun erdemli olması onlara yetti. İsimlendirmeler değerlendirmeleri etkiliyor, haliyle. Partizan ifadesinde; bence ön planda olan onun ideallerinden, kriterlerinden çok onun gibileri bir arada tutan oluşumun ideolojik bir hal aldığı çağrışımını uyandırması, diye mukabelede bulundum.
Bir dostsa Çavdar Tarlasındaki Çocuklar’dan bir alıntı yaptı:
“Olgunlaşmamış insanın özelliği, bir dava uğruna soylu bir biçimde ölmek istemesidir; olgun insanın özelliği ise, bir dava uğruna gösterişsiz bir biçimde yaşamak istemesidir.”
–J. D. Salinger
Ölüm, mütevazi ve samimi ama direniş ehli bir yaşamın sonucu olarak insanı bulursa bu farklı bir durum. Eskiden direk bir dava uğruna ölerek şahitliğimi yerine getirmeyi arzu ediyordum. Nihayetinde Malcom X’le, Metin Yüksel’le, İskilipli Atıf Hoca, Ömer Muhtar’la, çoluk çocuk demeden hendeklerde yakılan Ashab-ı Uhdud’la, davası uğruna öldürülen Peygamberler ve yoldaşlarının hayat hikayeleri ve örneklikleri ile büyümüştüm. Solcu olmasam da, Che’nin de öldürülmesinden evvel etrafında askerler, masada uzanan bedenine bakarken göz yaşı dökmüş, alakasız nesneler üzerinde bir kapitalizm nesnesi olarak fotoğrafını görmek midemi bulandırmıştı. Zamanla anladım ki onlar ölümü arzulamadılar, özgürce, erdemlice yaşamayı ve yaşatmayı arzu ederken ölümü göze aldılar. Bu yüzdeni tek seçeneğin bu olması durumu dışında, şimdi yaşayan şahitler olmanın ağırlığını taşıyorum, çekip gitmek bazen daha az acı gelse de.
***

Dün Furkan'ın babası burada idi. Marmara Gemisinde katledilen, daha geçen sene tıp fakültesini kazanan, Afrikalı katarakt hastalarına gönüllü yardım etmek için göz doktorluğunu seçen Furkan’ın babası yani. Onun da yaşayarak şahitlik etmesini dilerdim ama zalimlikte sınır tanımayan İsrail-askerleri uluslar arası sularda saldırdı, hem de barış ve selam taşıyan bir gemiye. Furkan oraya şahitliğini arttırmaya gitmişti, ölmek için değil, yaşamı daha bereketli kılmak için. Filistinlilerin şahsında, hayatı daha yaşanılası kılmak için yollara düşmüştü. Şahitlik tanık olmakla olmuyordu zira. Kontenjana girmek için ne kadar da uğraşmış, babasını torpil olarak kullanmış. Kabul edilince Gazzeli çocuklara hediyeler almak için alışverişe çıkmış Kayseri’de. Ve sonra, havaalanına temiz çamaşır çantasıyla oğlunu karşılamaya İstanbul’a giden babanın gelenler arasında göremediği oğlunu henüz teşhis edilmemiş cesetlerin olduğu morgda bulması... O kadar ağladım ki, konferansın çıkışında bayanlar yanıma gelip Furkan'ın yakını sanıp taziyede bulundular. Yakınıydım da, onun gibi her insana olduğum kadar. Biraz konuşma imkanı bulduk konferansa katılan ekseriyet Araplarla, tanışmadan tanıdığım Furkan’ın istem dışı taziyelerine muhatap olurken. Ağladığım bir Furkan olsa... Öz kardeşimin adı da Furkan. Yaşayan Furkanların hayırdan yana şahitliği umarım artar. İsrail ve tüm zalimlerin eliyle soluğu kesilen ama izi devam eden Furkanların da şehadetleri makbul olsun.
Dün içimi titreten titrek sesin sahibi Furkan’ın babası idi. Furkan bize onur verdi, Allah da sabır verdi, diyerek noktaladı konuşmasını. Kötülüğü, zulmü dolaylı yoldan besleyen pasif iyi olarak kalmak istemeyen Furkan’ın utanç verip, Allah’ın mağfiret etmesini umduğum güruhun içinde yer alıyoruz pek çoğumuz. Kimi beldelerin sembolleşmesi yüzünden verilen bütük tepkilerden azade, bilinçli ve sistematik, her kesimden insanı kucaklayan bir kardeşlik hareketini beslemesi umuduyla yan yana gelmeye takat buluyor kelimelerim. Zira Filiskindeki mazlum çocuklarla, dünyanın bir yerinde seks kölesi olarak çalıştırılan, reklamlarda oynatılıp ailesi ve sistem tarafından suistimal edilen, dünya porno video endüstrisinin yüzde doksanını karşılayan Abd’deki mazlum çocukların acısı yüreğimizde cem olmadıkça yapageldiklerimiz vicdan tatmininden öteye gidemeyecek korkarım. Mısır’da 8 günde 80 kadına kargaşadan yararlanılıp tecavüz edilmiş. Libya’da Afrikalı paralı askerler eliyle kıyım yapılıyor. İnsanlar hala onca yetim varken sırf sahiplerinin keyfi için genleriyle oynanıp, canından bezdirilen süs hayvanlarına paralar döküyor, hatta illa da kendi kanından çocukların sayısıyla övünüyorlar.
Biliyorum çok karamsar ve karmaşık bir yazı oldu. Daha fazlası gelmiyor elimden. Ruhum alabora olalı çok oldu ama bu çırpınışlar batıp gitmeden bir kulaç miktarı dahi olsa daha ileriye gitme, bir elif miktarı da olsa sesimizi ve sözümüzü yükseltme iştiyakımdan kaynaklanıyor. Umudun kaynağı varlığı/mı/zı/n kaynağı, öyleyse O var oldukça umut hep var olacak.
Dilsizmütercim:Meryem Rabia Taşbilek:21022011
