
Kimi şarkılar insanı annesinin rahmine döndürüyor. Marissa Nadler’in Featers eseri bana bu cümleyi yazdıran. Tabii bunda daha evvel dinlediğim diğer eserlerinden arda kalan bir ruh birikintisinin de etkisi var. Sanki içerideyim, yumulmuş uyuyorum da annem dışarıdan ellerini karnında gezdirip ninni söylüyor. Ne de çok zaman geçmiş, yorulmuşum, hem de çok... Kimilerine göre çok erken. Şarkıların suni teneffüsleri ve birkaç İnşirah suresi de olmasa... Rabbim lütuflarını daha hızlı okumayı sökebilsem, ah...
Birkaç satır okumalı insan bu müzik eşliğinde başka yaşamlardan imbiklenmiş. Seyreltilmiş iki satır da kendisi yazmalı sonra insanın. Elimde son sayfalarını birkaç gündür eveleyip gevelediğim, okumaya takat bulamadığım, Bernard Shaw’ın Kara Kız’ı var. Onu bitireceğim bu gece. Bir müddettir genelde tek öğün yiyiyorum. Evden aç çıkıp okuldan döndüğümde kahvaltı yemek arası mutasyona uğramış bir yemek hazırlayıp vücuduma sus payı veriyorum. Normalde de farklı şeyleri tatmayı sevsem de yaşayacak, düşünecek kadar yemeyi sevdiğim için değişen pek bir şey yok aslında ama bünyem ara ara atıştırmaya alışkın olunca iştahsızlık biraz halsiz bırakıyor. Açlık daha doğrusu fazlaca tok olmamak insanı zinde kılsa da bir dereceden sonra açlık insanın yarım kapasite çalışmasına da sebebiyet vermiyor değil. Akşamları yemek yapıyorum ama yiyemiyorum. Hayat iştahımı kaçırıyor. Bu yeni bir şey değil aslında. Yapım kendimi bildim bileli bir dalgalanma üzerinden varlık göstediğinden buara nasibime böylesi düşüyor aslında. İştahımın açılmasını yemekten daha çok iştahımı celbeden düşünmek, okumak, yazmak, sohbet etmek gibi eylemler için istiyorum.
Takatim yettiğince biraz kitaptan bahsedeyim:
“Bilim gübresi üzerine saçılmış tutucu bilim adamları../..Aralarında gezindikçe parlasın diye, onu rezillerden bir çevre içine soktum” diyor Bernard Shaw bir tiyatro kahramanından bahsederken. Gülüyorum. Sonra “Hepiniz, sahte tanrıların kullarısınız,” diye haykırıyor bir başka hikaye kahramanının ağzından. Daha çok ilahi Komedya’yı anımsatan ironik örnekler üzerinden gücü tekeline alan dini, politik insanlara, gruplara ve sistemlere kalemiyle nanik yapıyor. Helvadan putlara işaret ediyor hikaye kahramanlarının zaaf tasvirlerinde. Kitaba adını veren Kara Kız adlı hikayede, kimi iddiaların aksine; Tanrı sorgulamasından ziyade insanların Tanrı tasavvurundaki çarpıklığı muhtelif metinlere de atıflarda bulunarak sorguluyor ve/ya hicvediyor. Putperestliği reddeden dinlerin ve hatta tanrının bile bizzat putlaştırılması gibi... Metafiziği öteleyen, dışlayan bilimizme, -yani bence eleştirdiği forma farklı bir içerikle dönüşene- hayli ağır kelamlar edip yerden yere vuruyor. Yine de kimi yerlerde yazar bu akımın kendi bilincindeki bulanıklığından da nasibini almış gibi geldi bana.
Bense kalemini sapladığı mercilerde güçlü olma ödün/lüne rağmen -en azından henüz- bulunmadığım için sevinip, iç burkuntularıyla kimi satırların altını çizmek, kenarlarına mimler koymak, ileride kalemimin ucuna onlardan yeri geldiğinde kullanılmak üzere süngüler biçmek niyetiyle anlamlar koparmaktan öte bir şey yapamıyorum. Kimi yerlerde toplumsal mevziden yakınlara, insanın bireysel zaaflarına kalemini batırdığında yüzüm gözüm bereleniyor benim de haliyle.
İnsan çok girift bir varlık. Kelimelerin, susuşların, bakışların, davranışların hatta çirkinlikler kadar güzelliklerin bile insanı incitebildiği bir evrende yaşamak, her gün biraz daha büyüyen ruh yırtılmalarıyla çok zor bir zanaat ve hatta sanat belki de. Bazen diyorum mesela bir dostla masa olsak, ben çekmecesi, ötekisi bacağı diğeri bir başka şeyi olsa. Bir bütünlük arzetsek, var oluşun ahengini hissetsek iliklerimizde. Çivili değil, geçmelilerden bir masa. Oksijen ve hidrojenin suni birleşmelerine benziyor iletişimlerimiz. Doğal ve ilahi ahenge paralel meydana geldiğinde su meydana geliyor da bizler yapmacık sosyalleşmelerle anca birbirimizin canını yakıyoruz.
Cennetten ya da cehennemden avans günler yaşıyoruz boyuna. Sanırım asıl mesele sürekli avanslarla her şeyi burada yaşama/yaşatma hırsına bürünmemekte. Bazen bizi cenneti bu kadar özletecek bir yere gönderdiğine göre Rabb, buna değecek diye telkinlerde bulunuyorum kendime umut ve sabır aşısı mahiyetinde. Öte yandan merhameti ve adaleti gereği sonsuz olmadığına inandığım bir cehennemden, Rabbin lütfuna talip olup, O'na sığınmak varken, sistemler veya kimi insanlar yüzünden sürekli cehennemden avans almak zorunda bırakılmak da insanın asabını bozmuyor değil.
“Birçokları der ki: ‘Geçmişe minnet duymayız, çünkü geçmişten bir beklentimiz yoktur.’ Ama geçmişin lütuflarını bize hatırlatacak belleğimiz olmasaydı, geleceğin lütuflarına inanç besleyemezdik.” Kara Kız-Bernard Shaw-sf:281
Adem’in damağında geçmişten kalan tadı anımsamak gerek bir şekilde. Anne'nin rahmindeki konforu hatırlamak ve daha da aşkın olan Rabbin rahmine sığınmak belki de.Yani insanın buraya ait olmadığını ona sürekli hissettiren, ötelere ayarlı ruhunu celbeden ne varsa onun ardına düşmek. Cennetin posası bu dünyada yaşamak, katıksız inşirahın var olduğu günlerden yana insanı umutlandırmalı. Bunun için de dünün, bu günün hafızasına vefalı davranmak gerek. Öğrenmek bile hatırlamasaksa, ki bence öyle, insan bir kez bildiğini, anladığını bilmekten nasıl vazgeçebilir. Bu yaşamak sancısı yarını aziz kılacak daha büyük hatırlamalara gebe olmalı ötelerden yana.
“Bilim gübresi üzerine saçılmış tutucu bilim adamları../..Aralarında gezindikçe parlasın diye, onu rezillerden bir çevre içine soktum” diyor Bernard Shaw bir tiyatro kahramanından bahsederken. Gülüyorum. Sonra “Hepiniz, sahte tanrıların kullarısınız,” diye haykırıyor bir başka hikaye kahramanının ağzından. Daha çok ilahi Komedya’yı anımsatan ironik örnekler üzerinden gücü tekeline alan dini, politik insanlara, gruplara ve sistemlere kalemiyle nanik yapıyor. Helvadan putlara işaret ediyor hikaye kahramanlarının zaaf tasvirlerinde. Kitaba adını veren Kara Kız adlı hikayede, kimi iddiaların aksine; Tanrı sorgulamasından ziyade insanların Tanrı tasavvurundaki çarpıklığı muhtelif metinlere de atıflarda bulunarak sorguluyor ve/ya hicvediyor. Putperestliği reddeden dinlerin ve hatta tanrının bile bizzat putlaştırılması gibi... Metafiziği öteleyen, dışlayan bilimizme, -yani bence eleştirdiği forma farklı bir içerikle dönüşene- hayli ağır kelamlar edip yerden yere vuruyor. Yine de kimi yerlerde yazar bu akımın kendi bilincindeki bulanıklığından da nasibini almış gibi geldi bana.
Bense kalemini sapladığı mercilerde güçlü olma ödün/lüne rağmen -en azından henüz- bulunmadığım için sevinip, iç burkuntularıyla kimi satırların altını çizmek, kenarlarına mimler koymak, ileride kalemimin ucuna onlardan yeri geldiğinde kullanılmak üzere süngüler biçmek niyetiyle anlamlar koparmaktan öte bir şey yapamıyorum. Kimi yerlerde toplumsal mevziden yakınlara, insanın bireysel zaaflarına kalemini batırdığında yüzüm gözüm bereleniyor benim de haliyle.
İnsan çok girift bir varlık. Kelimelerin, susuşların, bakışların, davranışların hatta çirkinlikler kadar güzelliklerin bile insanı incitebildiği bir evrende yaşamak, her gün biraz daha büyüyen ruh yırtılmalarıyla çok zor bir zanaat ve hatta sanat belki de. Bazen diyorum mesela bir dostla masa olsak, ben çekmecesi, ötekisi bacağı diğeri bir başka şeyi olsa. Bir bütünlük arzetsek, var oluşun ahengini hissetsek iliklerimizde. Çivili değil, geçmelilerden bir masa. Oksijen ve hidrojenin suni birleşmelerine benziyor iletişimlerimiz. Doğal ve ilahi ahenge paralel meydana geldiğinde su meydana geliyor da bizler yapmacık sosyalleşmelerle anca birbirimizin canını yakıyoruz.
Cennetten ya da cehennemden avans günler yaşıyoruz boyuna. Sanırım asıl mesele sürekli avanslarla her şeyi burada yaşama/yaşatma hırsına bürünmemekte. Bazen bizi cenneti bu kadar özletecek bir yere gönderdiğine göre Rabb, buna değecek diye telkinlerde bulunuyorum kendime umut ve sabır aşısı mahiyetinde. Öte yandan merhameti ve adaleti gereği sonsuz olmadığına inandığım bir cehennemden, Rabbin lütfuna talip olup, O'na sığınmak varken, sistemler veya kimi insanlar yüzünden sürekli cehennemden avans almak zorunda bırakılmak da insanın asabını bozmuyor değil.
“Birçokları der ki: ‘Geçmişe minnet duymayız, çünkü geçmişten bir beklentimiz yoktur.’ Ama geçmişin lütuflarını bize hatırlatacak belleğimiz olmasaydı, geleceğin lütuflarına inanç besleyemezdik.” Kara Kız-Bernard Shaw-sf:281
Adem’in damağında geçmişten kalan tadı anımsamak gerek bir şekilde. Anne'nin rahmindeki konforu hatırlamak ve daha da aşkın olan Rabbin rahmine sığınmak belki de.Yani insanın buraya ait olmadığını ona sürekli hissettiren, ötelere ayarlı ruhunu celbeden ne varsa onun ardına düşmek. Cennetin posası bu dünyada yaşamak, katıksız inşirahın var olduğu günlerden yana insanı umutlandırmalı. Bunun için de dünün, bu günün hafızasına vefalı davranmak gerek. Öğrenmek bile hatırlamasaksa, ki bence öyle, insan bir kez bildiğini, anladığını bilmekten nasıl vazgeçebilir. Bu yaşamak sancısı yarını aziz kılacak daha büyük hatırlamalara gebe olmalı ötelerden yana.
Dilsizmütercim210220111954