[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

12 Şubat 2011 Cumartesi

Fantom Sendromu ve Otokontrol





Vaktinden önce ya da değil, okunup da gerektiğinde yeniden okunması sürekli ertelenen kitaplar gibi, kimi sorular da geçmişte cevabı bulunduğu sanrısıyla yeniden sorulmaktan men ediliyorlar. Aslında bir açıdan cevapsız kalıyorlar. Gelinen nokta için vaktiyle bulunan cevap bir basamak olsa da yeniden cevapları tazelemek için sorulmaktan usanılan sorular bir yerden sonra insanın bilincini kısırlaştırmaya sebep oluyor. Hislerimiz de bu döngüye paralel bir işleyişe sahip. Bir defa kabaran, varlığımızda yer eden, yankısı bulunan hislerimiz öylece atıl birer alışkanlık gibi sürüp gidiyor. Oysa onlardan bazılarına yeniden bir göz atıldığında; artık orada olmadıklarını fark edebiliriz. Bu kimi zaman iyi, kimi zaman da can yakıcı bir durum ama yaşanmak zorundadır. Okuduğumuz kitaplar, sorduğumuz sorular, hissettiklerimiz, düşündüklerimiz, inandıklarımız yani bizi biz yapan katmanlarımızı dönem dönem yok-lamalı, tazelemeliyiz. Bu göze alış kimi zaman bir kısım kabukları kaldırmayı, kimi yaraları da üflemeyi bize hatırlatacaktır.

Yaşam savaşından edindiğimiz düşünsel, soyut ganimetlerin, hayat bahçesinden derdiğimiz anlamların meyvesi, posası derken, rutin olmasa da kendi içinde devamlılık sağlayan bir değişim yaşıyoruz. Adı siyaset meydanlarında anıldığından beri bu değişim kavramı da kirlendiğinden insan onun akabinde, bu kelimenin varlığına dayanak olacak yeni cümlecikler de kurma ihtiyacı duyuyor maalesef. Kastettiğim aslında tekamül. Ve bu süreklilik arz eden, en azından arz etmesi gereken bir oluş/um hali. İnsan için bu tekamül yolunda ya evrilmek vardır hayırdan yana, ya da şerden yana devrilmek. İkisi de bir çeşit değişimdir nasıl olsa. İnsan genelde bünyesiyle özdeşleşmiş, kemikleşmiş bir zalimlik üzere değilse, hayır ve şer, evrilme ve devrilme muhtelif zamanlarda hisseder kılarlar onu kendilerinden. İnsanı insan/i yapan da bu iki uç arasındaki gel-gitlerin yardımıyla mana aleminden apardığı anlam parçalarını yontup yeni şeyler inşa etmesi, onları ayağının altına koyup Yaradana yaklaşma çabası değil mi?

Hayatımızın her kolundan ilerleyerek, takat buldukça yapmamız gereken sağlamalar için elbette sağlam bir hafızaya da ihtiyacımız vardır. Tutarsızlıklar üzerine kurulan, daha bir cüzünün inşası bitmeden bir diğer prefabrik oluşumuna geçilen kimi yaşamsal mekanizmalarımız üzerinde bu sağlamayı nasıl yaparız orası muallak. Yapı-söküm için öncelikle sağlam bir yapının da varlığından söz etmemiz gerekir. Aynı durum bireyden esinle toplumsal boyutta da farklı bir yansımaya sahip diye düşünüyorum. 

***

İnsanın bir uzvunu yitirmesinin ardından, beyninin bu yitirişi kabul edemeyişi sebebiyle ortaya çıkan ve benim hayli ilgimi çeken, ileride toplumsal boyutta da bir teorisini geliştirmek istediğim bir sendrom var. Fantom Sendromu; insanın kaybettiği bir uzvuna ait acıları da çekmesine sebep olan bir rahatsızlık. Şahsen ben yitirdiğimiz soyut mefhumların, değerl/il/erimizin ardından şahit olduğum kimi sancıları da bu sendrom üzerinden değerlendiriyorum bir metafor olarak. Toplumsal boyutta da harf inkılabından tutun da, diktalar, hak tecavüzleri  ve darbelerin tesirleri insanlar üzerinde böyle bir etkiyi uyandırıyor olmalı.

İnsan sürekli geçmişte kaldığında yahut da geçmişle bağı koparıldığında, hatta kendiyle bağları saldırıya uğradığında, soru sormayı bıraktığında, bulduğu veya kendisine servis edilen cevaplardan öteye geçmeyi göze alamadığında bu ve pek çok sendromu metafizik manada yaşıyor. Yitirdiklerini bilinçli bir hazmedişle kabullenip yoluna devam etmek istese de, bilinç altı yapılmamış sağlamaların ve yüzleşmelerin acısını çekmeye mahkum oluyor. Fakat açlık, pek çok farklılığı, ideolojiyi bir yerde sıfırlayıp, eşitleyen, bir zemine indir/gey/en bu zoraki mucize, ruhi ya da değil insanı ıskaladıklarını düşünmeye itiyor işte. Toplumsal boyutta meydanlarda bunu görüyoruz şimdilerde. Buruk da olsa seviniyoruz geç kalınmış bu öfkeli sağlamalardan yana. Peki ya kendi içimizdeki açlığı, nelerin açlığını çektiğimizi sorguluyor muyuz? Hangi uzuvlarımız bizden koparıldı da onların bilmediğimiz acılarını yaşıyoruz nicedir? Açlığını çektiklerimizden yana ruhumuz ve bedenimiz günün birinde doyar mı bilinmez ama, en azından hayatımıza bir ahenk gelmesi muhtemeldir bu sorularımıza bulduğumuz cevapların inşa edeceği protezlerle.
Dilsizmutercim: Meryem Rabia Taşbilek 092912022011