[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

6 Şubat 2011 Pazar

Histerik İstifa/de



Histerik İstifa/de

Dostlarım bana Xalo der ama aslında ismim Halil diye seçilmiş. Annemin bende bıraktığı en bariz iz adım. Zira dokuz ay boyunca karnının üzerinde naif ellerini gezdirip, geceleri kimselere duyurmadan benimle fısıldaşmasının ruhumda uyandırdığı o tarif edilemez tesir ve göğsünden emdiğim o sıcak, huzurlu hayat ve muhabbet şerbeti dışında hiçbir hatıramız yok birlikte. Hayatın kursağımda kalacağı daha annemin sütünün erkenden kesilmesinden belliymiş, geç öğrendim. Belki de hayat zaten kursakta kalan bir şeydir, bunu henüz bilemesem de.

Akranlarım sütten kesilirken ben annemden kesilmişim. Cebren gönderildiğim bu dünyadan eş zamanlı olarak o da, cebren ve fakat müstesna bir boyun eğişle ayrılmış. Vaktiyle ninemin dediğine göre, annemin beni ve eşini ardında bırakmanın vermiş olduğu burukluk dışında, giderken ruhuna bağlanmış bir pamuk ipliği bile yokmuş onu bu evrene bağlayan. Fenerleri sönmüş gözlerine baktığında bunları görmüş ninem. Ve evet bir de babam... Annemin ardından hiç evlenmedi. Beni severdi. Fakat annemi yani hiç aşık olmadığı ama şefkatle karışık bir alışkanlıkla sevdiği o kadını yitirdiğinden bu yana kendi içinde bir yemin etmiş gibi, bir daha ne beni ne bir başkasını kalbinin çok yakınlarına yaklaştırdı. İnsanları kendi ruhuna cem edecek kadar sevmeyi asla göze alamadı. Hep kafeste sevdi onları. Bu yine de onu sevmeme mani olmadı hiç bir zaman. Çünkü o yapabileceğinin en iyisini yaptı. Sadece beklentisizliğin verdiği bir gevşeklikle tuttu yaşamı ve içindekileri. Sonra o da öldü. Böyle bir başlangıç bana hayatta bir şeye tutkuyla sarılma konusunda daha işin başından bir yorgunluk vermiş olsa da, zaman zaman bu zayıflığımın farkındalığının vermiş olduğu güçle sıkı sıkıya tuttuğum, tutunduğum ve hatta tutulmaya elverişli ruh hallerine büründüğüm de olmuştur. Kimi vakitler de babamın haline imrenmedim değil. Kendime has sınırlarım olsa da ben hep kafessiz sevdim insanları ve bu yüzden çok nefessiz kaldım, yara aldım.

Size anlatageldiğim, ölümle yaşadığım bu dolaylı yüzleşmeler yüzünden, insanın sevdiklerine bile sıkı sıkıya bağlanmasına mani olan çok katmanlı bu yaşam formunun içinde, neden kendini sürekli bir yenilerinin eklendiği ihtiyaçlar kumkumasına daldırıp daldırıp çıkardığını sorgulamaktan kendimi alamıyorum. Çoktan seçmeli soru/n/ların gölgesinde beni ilgilendiren sadece hayatın nasıllığı. Cevaplardan çok soruların soruluş ve sorunların çözülüş şekilleriyle ilgileniyorum. Kimi vakitler Allah’ın da benim gibi bunu merak ettiğini düşünüp muzipçe gülüyorum. Evet, O’nun gaybı bildiğini biliyorum. Bunun bana bir gevşeme ikram ettiğini bile itiraf edebilirim. Yine de bazen insanın tercihine bıraktığı sergüzeşti ve sonunun nasıllığını, bilmek istememeyi dilediğini yoksa bize bir ömür boyunca tahammül edemeyeceğini, merakının sabrını beslediğini düşünmeden de edemiyorum. Hayatı oyun gibi dalgaya almasam da kendimi zaman zaman kodları sabit, farklı alternatifleri olan ama skoru bana bağlı bir düzenek içinde yaşıyor gibi hissediyorum. Sonuç ne olursa olsun Rabb’in lütfuna muhtacım.

Ninem bu düşündüklerimi öğrenmiş olsaydı eminim çok üzülürdü. Canım, nihayetinde ben Rabbime inanıp, onun inandığı, umudunu benden yana yitirmediği bir insan olmaya çalıştıktan sonra, bu konularda kimi ıskaladığım fikirler olsa ne yazar olmasa ne yazar demeye başladım bir müddettir geride bıraktığım matematiksel, simetri takıntısı olan düşüncelerden sonra. Evet benden yana umudu olsun istiyorum Rabb’in, ki kendime dair bir umudum olsun hayırdan yana. O'nun benden yana umudu olup olmadığını bilmemin tek yolu ise kendi ellerimle yaptıklarım üzerinden sağlama yapmak. Aksi takdirde akıbetim belliyse, ben O’nun baştan bildiği hakikatin şahitliğine razıyım. Neden bunu kendi bilincime de göstermek adına bunca çileye katlanayım ki. Bu yüzden yüksek sesle ifade edemesem de, kendi kendime kaldığım uzun ve gürültülü sessizliklerde bu konudaki hikmeti aklımın kıvrımlarında bana sunulan sınırlı bilgiyi evirip çevirip bulmaya çalışıyor, bu uğurda bünyemde kazı çalışmalarına kalkışıyorum. Öte yandan çocukluktan malulen emekli olduktan sonra ninemin anlattığı Firavun hikayelerinin gerçek olduğunu görünce başta büyük bir umutsuzluğa kapıldım. Fakat sonra bu gerçeklik sağlaması, ninemin anlattığı diğer güzel hikayelerin de gerçek olma ihtimaline dair içimde bir umut uyandırdığından hayatı daha dikkatlice gözlemeye, daha itinalı yaşamaya karar verdim. Bilmelisiniz ki bu her zaman istendiği gibi mümkün olmuyor. Yine de artık karamsar olsam da kötümser değilim. Bu farkındalık bazen hayatımı kurtarıyor. Yani şimdilik.

Çevremde ne kokan, ne bulaşan bir sürü insanın arasında, fark ettiğim kimi ayrıntılar sebebiyle sivrildiğimi hissediyorum tıpkı bazılarınız gibi. Peki, tamam kimileri için bu beni ötekileştirmekle de sonuçlanmıyor değil. Sanki bir tiyatro sahnesinde vasatlığı göz alıcı bir yanılsama haline gelsin diye çirkin dekorlar ve figüranlar arasında rolünü icra eden mutsuz bir oyuncu gibi hissediyorum kendimi kimi zaman. Hele de iş hayatında. Nadiren de olsa kendi bilincimi takdir ettiğim zamanlar da oluyor. Mesela, bir mağazada almak üzere olduğum bir pantolon için, satış elemanı, beyefendi bu ürünü seneye kadar giyebilirsiniz, çünkü yeni sezon kreasyonundan dediğinde; o pantolonu sadece beğendiğim için aldığımı ve bir aksilik çıkmazsa en az 5 yıl giymeyi planladığımı söyleyip, öyle de yapıyorum. Kimi zamanlar da böylesi diyaloglar sadece şahsi bir vicdan tatmininden öteye gidemiyor. Ama siz de hak vereceksinizdir ki bu kadarı bile, her an taarruzu altında kaldığımız bu sistemde azımsanacak bir şey değil. Bir başka güzellikse, ikinci el eşya kullanmaktan hiç gocunmamam. Bunu duyduğunda yüzü ekşiyen az yakınım yok benim. Yakınım? Evet mesafelerden bahsediyorum.

Bir de terden ve bazen de ter kokusundan garip bir hoşnutluk duyarım. Bilhassa sevdiğim işleri yaparak terlemişsem. Böyle insanın, nemden değil de uğraşının nişanesi olarak burnundan tıp tıp damlayan bir kaç damla ter sanki düştüğü toprağa mucizevi bir kudret aşılarmış gibi gelir hep bana. Yakub’un gözlerini açan da Yusuf’un terli gömleği değil miydi? Neden yüzüğü vesaire değil de gömleği mesela diyorum, bazen kendi kendime. Yine de bu konuda çok kafa yorduğum söylenemez. Sadece içsel bir meyille Dünyada gözümüzün bu terin hakkı yenmediğinde, ona hürmet gösterildiğinde aydınlanacağına inanıyorum o kadar.

Yaşamaya, anlamaya, anlatmaya çalıştığım her ayrıntının özünde bir ahenk arayışı içinde olsam da onu burada bulamayacağımdan da eminim. Bir nevi Sisifosluk durumu. Müzmin bir huzursuzluk benim gibilerin kaderi. Fakat yine de bu münzevi arayış esnasındaki yorgunluk ömür boyu beni yoğurup daha insani kılacak diye umuyorum. Hikayem yaşayarak öğrendiğim bir girizgahtan öteye gidemeyebilir. Belki de tüm yaşadığım da, anlatabileceğim de bir başlangıçtır, sonu birlikte yaşayacağımız, yazacağımız... Her gün cebinde istifa mektubuyla işe gidip gelen bir insanın hayat hikayesinden lokmalar kopartıp kelimelerle aklınıza servis etmek benim için güzeldi yine de. Şimdilerde en çok istediğim şey ara ara daha kallavisini yazıp kendimi tatmin ettiğim sonra da yırtıp attığım bu istifa mektuplardan birini, ulaşılmazları oynayarak yürürlüğe koymak. Belki bu da benim hikayem için girizgahtan gelişmeye güzel bir d/evrim olur. Yoksa yine kendimi mi kandırıyorum, bilemiyorum. Bilincime aykırı eylemlerin tekrarından ibaret bir iş hayatı ve etrafımda dolanan bigode yorgunu kafalar yerine bilinçli bir eylemsizliği ve yalnızlığı yeğlesem de sonrasındaki muallaklık beni yeni adımlar atmaktan alıkoyuyor sanırım.

Dilsizmütercim:Meryem Rabia Taşbilek06022011K

dilsizmutercim | 21 Ağustos 2011, saat: 05:53


Sil

Selam kardeşim,

benim yazıya emek verdiğim gibi siz de emek vermiş iz bırakmışsınız, teşekkür ederim. Yerinde ve güzel sorular. Muallak konu başlığı da manidar. Bırakın muallak kalsın. Fakat para kazanmasam da bloğumu 5 yıldır takip eden kıymetli insanlar var. Günlük 300 ziyaret ortalaması 5 yılda tebessüm ettiren mütevazi bir kitle oluşturuyor. Az da olsa gerçek hayatıma bu pencere vesilesiyle kazandığım aklı ağrıyan dostların bedelini ben paraya değişmem. Kaldı ki kendimi direk kıyas etmesem de pek çok yazarın kitapları ölümlerinden sonra basılmış yahut asıl kitlelerine seslenme imkanı bulmuşlar. Belki benimkileri de dostlarım basar:) Kafka ve pek çok yazar buna dahil. İnsanların ruhuna ve aklına dokunan pek çok insanın bir kitabı da olmamış. Onlar sadece mütevazice erdemlice yaşamışlar. Temennilerim olsa da çok fazla işin matematiğiyle ilgilenmiyorum. Ama yazılarımın elbette matbu hale gelmelerini isterim. Sorunuz dua yerine geçsin ve bir gün kitabımı da alırsınız inşallah, belli mi olur:)Selam üzerinize olsun.

Muallak | 20 Ağustos 2011, saat: 03:13


Sil

Google da alakasız bir keyword ile bu yazınıza rasladım. Benim gibi melankolik bünyelerin ilgisini çekebilir. Bence gayet iyi. Ben hiçbirsey değilim, bence iyi olması gercekte neyi ifade eder bilmem.

Okunması ve anlaması kolay ki bunlar önemli.

İstikrarlı ve tutarlı. Okuyucu bir noktada olaydan kopmuyor, aa burası olmamıs demiyor..

Peki karın doyurmayan güzel yazı olur mu? Yani hep yazsan ama kimse okumasa..nası olur? olur mu? Olmaz demiyorum, olur mu diye soruyorum sadece.

Allah yar ve yardımcınız olsun.