[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

15 Temmuz 2011 Cuma

Radyo dinlemeyi seviyorum ama-Arşivden



Radyo dinlemeyi seviyorum ama...
Geçen gün kadın biyografileri üzerine konuşmak üzere oldukça iyi takip edilen bir radyo kanalından davet aldım. Evet, çok güzel bir konu. Halide Edip ve Fatma Aliye üzerinden gireceğiz kadın biyografilerine. Anlaştık. Nelerden bahsedeceğiz, bahsetmeyeceğiz hepsinde mutabık kaldık.
Tamam dedi beni programında ağırlamak isteyen hanımefendi.
Fakat dedim şey. Şey. Ben profesyonel bir konuşmacı değilim. Nasıl söylesem beni bir dinleyen olmayınca konuşamıyorum.
Ben sizi dinlerim dedi genç hanım.
Biliyorum dinler. Ama benim dinlemek dediğim şey ile onun dinlemek dediği şey o kadar farklı ki. Çünkü biliyorum ki o profesyonel bir şekilde işini yapacak. Radyo programı yapmak hiç kolay değil. Aynı anda üç ekrana birden hakim olmaları gerekiyor.
Şey dedim. Şey şey deyip durmamdan anlaşılıyordur herhalde ne kadar da profesyonel olmadığım. Olamayacağım. Allah'tan bu konuşmaya tanık olan üçüncü, dördüncü şahıslar yok. Bir güzel eleştirilirdim. (Çocuk gibi davranıyorsun derlerdi. O kadar da şeffaf olman gerekmiyor derlerdi. Hayattaki en büyük gücüm imajsızlığım. Benim hakikatim bu.)
Bu eleştirilerin ne kadar haklı olduğunu biliyorum. Nitekim karşı taraftaki ses "bana vakit ayırdığınız için teşekkür ederim" deyip kapattı telefonu. Çünkü ben ona sizin dışınızda beni dinleyecek biri olabilir mi stüdyoda diye sormuştum.
Olamazmış. Belli ki hiç böyle bir istekle karşılaşmamıştı program yapımcısı ve sunucusu hanım.
Ama vaka bu. Bunu bütün radyo programı davetlerinde dile getiriyorum. Yazdığım bir yazıdan sonra sizinle telefon bağlantısı yapalım diyorlar. Ah keşke. Fakat radyo benim korkulu rüyam. Ahmet Taşgetiren'e hayranım bu konuda. Ne güzel bağlanıyor telefon ile. Ne güzel anlatıyor meramını.
Yıllar önce bir program yapımcısı sorusunu sorup kahve almaya gitmişti. İnsanlar kâğıtları ile geliyormuş. Okuyorlarmış. Ben öylece kaldım. Tık yok. Kekeme olsam ses veririm değil mi. Hayır ne görüntü var bendenizde ne bir ses. Teknik ekipteki delikanlı bir şarkı çaldı da, o kayda alınan sessizliğimden azat oldum.
Cihan Aktaş'ın o güzel romanının ismidir ya "Seni Dinleyen Biri". Çok önemlidir dinleyecek birini bulmak. Konuşmanın seyri bir gönülde akmaktan geçer. Gönülde akmak için sizi dinleyen bir kulağa ihtiyacınız vardır.
Aynı durum televizyonda da zaman zaman başıma geliyor. Ama bazı kameramanlar çok iyi dinlediği için ve stüdyoda sunucunun dışında teknik ekip yer aldığı için durumu daha kolay idare ediyorum.
Bir televizyon programında hep yanlış kameraya bakıyorsunuz diye uyardılar reklam arasında. O kameranın arkasında duran delikanlı beni çok iyi dinlediği için ona bakarak anlatıyordum oysa. Yüzünü bile görmüyorsunuz sizi dinlediğini nasıl anladınız dediler. Anlıyorum. Dinleyeni de dinlemeyeni de anlıyorum. Diyeceksiniz ki stüdyodaki bir kişi dinlemese ne olur radyolarından yüzlerce kişi dinliyordur. Yüzlerce kişiyi görmüyorum ki.
Yani ben her an konuşabilecek kadar profesyonel biri değilim. Ama uzun uzun dinlemek konusunda iddialı olduğumu söyleyebilirim. Ama dinlemenin bir erdem, bir kabiliyet olduğunun henüz pek kimse farkında değil. Herkes kendini ifade etmenin, karşı tarafı susturmanın, herkese kendini illa da dinletmenin bir güç bir başarı olduğunu düşünüyor.

Fatma Barbarosoğlu-Yeni Şafak