Johann Christian Friedrich Hölderlin
Her ucu keskin bir bıçağı tutuyoruz. Kendimiz,
evren ve hayat hakkında gerçeğe ulaşma arzumuz, savaşımız... Var oluş
ve insanlık özünden kopmuş, giderek tüm insani anlamları yok eden;
bütünlük, birlik ve kendilik doğrultularını yıkarak nesnelik
hesaplarıyla meşgul bir çağa ermenin acısı, çöküntüsü, yalnızlığı...
Hayatın özsuyunu emmek için durup dinlenmeden düşünürken aklın
ermezliği, hakikatin dayanılmazlığı, sırrın durmadan yeni örtülere
bürünmesi...
Söz'ün (logos'un) erdiriciliğine dayanırken, “söz söyleyenler”in
başıboş vadilerde bayat, yavan, günübirlik; kuruntularla dolu bir
büyüklüğü genişleten ve bir o kadar da hakikatten alabildiğine uzak
sözler devşirerek dolaşmaları, neyin çözümlemesi olabilir ki... belki de
yalnızca düşünce ve şiirin sürgüne gönderilişi...
Bir yanda bilinmeyenin cazibesine tutulma, öte yanda bilinmeyene körleşme tehlikesi...
“Akıllılar dünyası”nın durmuş oturmuşluğu, kaçamakları, aymazlıkları,
absürtlükleri, yavanlıkları, çelişkileri, inkarları, itirafsızlıkları ve
daha neleri...
Delirmekten başka çare var mı? Ey insan! Yazmak, yaşamın üzerine
geçirilmiş bir deli gömleği midir? Yoksa yazanlar, kişisel büyüklük
ihtirasının teklik hükümranlıklarından yaratılan, tiksintiyle dolu
çökmüş kalabalıklara tükürenler midir? Ve uyarıları o güçlülerin (!)
kendi sidikleriyle boğulmalarını engelleme çabalarından mı ibarettir.
Cevabı bilsek mi? Bilmesek mi?