Kapıya
doğru ilerlerken, karşıdan gelmekte olan gürültülü kalabalığa bakıp,
modern yaşamda insanlar artık pul koleksiyonu gibi çevre ediniyor diye
düşündü. Kendiyle baş başa kalacak vakti ve cesareti bulamayanlar
içlerindeki o taşkın sesle ve her yerden kendisine seslenmeye çalışan o
aşkın kelimeyle arasına bir set vurmak istercesine, derdiyle
dertlenmediği, haliyle hallenmediği, onun aynası olamayan, buna imkan
verecek kadar karşılıklı derine inemedikleri, tampon varlıklar
topluyorlar etraflarına. Pul koleksiyonu gibi evet, çünkü nitelik değil
nicelik, tanımak değil, tanış olmak mesele olmuş. Yüreğe nüfuz etmek
değil, nüfuzlu olmak! İnsanın kendi kendini hakkıyla muhatap almadığı bu
hayatta, insanca ama insanilikten uzak iletişimler de işte bu yüzden
pul koleksiyonunun ötesine geçemiyor olsa gerek. Farkındalık için ayna
gerek, ayna gibi dostlar gerek.
Binanın
çıkışına varmasına birkaç adım kalmıştı ki içeri girmek için gözüne
kestirdiği kapının tam yanındaki kapı kendinden önde giden biri
tarafından açılmış, kapanmadan evvel adımlarını hızlandıracak bir
başkasının daha aralıktan geçebileceğini ima eder bir davetkarlıkta
durmaktaydı. İçinde bir an olsun düşündükleri sekteye uğramış dikkatini
kapıdan yana vermişti. Pragmatizmin canı cehenneme, inat değil mi
istediğim kapıdan çıkacağım işte der gibi yönünü değiştirmeden seyirtti.
Hem bu acele de neydi! Kapı aralıklarından kotardığı zamanı ne için
biriktirecekti. Düşünüyordu ya işte, yetmez miydi?!
Binaya
çıkarken cam kapıda suretini gördü, aklı az evvel düşündüklerine:
insanlara ve aynalara küçük bir patinajla geri döndü. Mümin müminin
aynasıdır ifadesini aklında genelledi. İnsan da insanın aynasıydı. Ama
kimi müştereklikler bu aynayı berraklaştırıyor olmalıydı. İnsanın bu
hali bir aynadan bahsedilmeden de pekala vurgulanabilirdi. Demek ki
burada insan kadar ayna da dikkate değerdi. Ayna evrendeki en güzel
ayetlerden biri, dedi içinden. Dilleri olmadığına sevinmeli mi, üzülmeli
mi? Sevinmeli sanırım. İnsansa öyle mi? O kelimelerle tarif edebilir
pekala ona yansıyanı, aşikar edileni.
Ayna!
İnsanın belki de ilk defa kendiyle göz göze gelmesine aracılık eden bir
sır. Henüz insanın insana ayna olmaklığının farkına varamamış varlıklar
için bir yüzleşme vesilesi. İnsanı göz göze gelmeye en çok korktuğuyla
karşı karşıya getirip aradan çekilen, ışığın ve karanlığın bir kısmını,
muhatabını tarif etmek derdine sinesine alan bir varlık; ayna. Kimi
dostlar da öyle değil mi? Varlığına bir sır çalınmış da kumun, camın ve
canın, gördüğü her şeyi ona yüz verene, göz verene tarif etmeye mahkum
olmuş. Kimi zaman zorlanmış da kırılmış. Dili dönmemiş zira gördüğünü
tercüme etmeye. İnsanın yüzünde gezinen O kudret eline hep hayran kalmış
da, görsün istemiş yüzün sahibi de varlığındaki bu edile gelen, göze
gelen güzelliği. Zamanın attığı çentikleri, kimi zaman da çirkinliği...
Her
vakit başkaca bir tarife muhtaç olan insan denen bu varlık her
defasında bakmış da aynaya görmek istediğinden ötesini görmemiş hiç.
Oysa kimileri bilirmiş, insanın edilgenlikten ve kendi elleriyle
kendisine edegeldiklerinden sıyrılmak için kendi tarifine, tanımlamaya
ve bazen de tanımlanmaya muhtaç olduğunu. Bu yüzden aynanın karşısına
geçip de o zor olanı göze alıp, kendi gözlerine bakmak gerektiğini de
bilirmiş. Böylelikle ruh penceresinden bedenini seyredebilir ve
kıvrımların oluşturduğu atlastan kimi bilgilerle, baktığının ardına
geçebilirmiş. Kimi zaman da aksi olurmuş elbet. İnsan gördüğünün
ihtişamını kendine yorup; kabardıkça kabarırmış, ta ki ulaştığı bir
sivrilik onun havasını alıncaya dek. Oysa ayna ancak taklit edebilirmiş
ve biraz da tarif. Kendisine bu denli bel bağlanmaması için de
görüntünün yanıltıcılığını fısıldar gibi ters düz edermiş görüneni,
görenin gözünde. Söylermiş de dinleyen kim. Görene, köre ne! Saf halin
ardına düşmesi için insanın evrenine ötelerden aparılmış bu aparatla
insan görüntülerle bir kabuk dahi örermiş hakikatle arasına. Ardındaki
sırra vakıf olunmasını beklerken ayna usanırmış önünde oyalananlardan.
Varlığını çizenlerden, kirletenlerden...
Tıpkı
insanın aynası kimi insanlar gibi, diye mırıldanıyor şimdi de. Etrafına
bakınıyor ama kendine bakabileceği, kimsecikler bulamıyor. Bu yüzden iç
sesinin bir mit gibi anlattıklarına yeniden kulak veriyor. Ayna/insan
kendisini bir yerde sınırladığı için yansır ve yansıtır. Görür ve
gösterir. Ardındaki karanlık sır, camı sınırlandırır. Bir yandan da
tarifi için bir çerçeve sunar ona. Tıpkı insanı sınırlandıran kimi
şeylerin ona yürüme ve ilerleme imkanı sağlayan yer çekimi mesabesinde olması gibi.
İşte
bu canı, camda gösteren kırılgan sır gibi dostlar da bizi canlarında
gösterir, yansıtır, tanımlar, tarif ederler. Kimi insanlar da muhatabını
kendisiyle yüzleştirirler de kendileriyle yüzleşmezler tıpkı aynalar
gibi, diyor iç sesi. Belki de gördüklerine rağmen ve görmeleri muhtemel
olanlar yüzünden, çatlamamak içindir bunca körleşme uğraşı. Anlaşılması
güç olansa; var olmak mı daha mühimdir yoksa görmek mi? Görmek varlığın
bir meyvesi mi yoksa varlık “görmek” için mi var kılınmıştır. Bu görüş
gözün gördüğü müdür? diye soruyor yine kendine.
Gürültülü
bir sessizlikten sonra, ikisi de [iç ses ve o] aynı şeyi
düşündüklerinin farkında yeniden devam ediyorlar sükut sohbetine. Neden
insanlara baktığımda ne kendimi ne de onları göremiyorum pek çok defa,
diye hayıflanıyor iç sesin hamili. Onun hadimi ise, aynaların kirinden,
insanların kininden görülesi olan görünmez oldu diyor. Elbet bir de
başkalarının aynasında görünür olman için biraz ışığa ihtiyacın olmalı.
Kimi insanlar da var ki, onların varlık aynası olduğumuzdan güzel
gösterir bizi. Muhatabı için hiç bedel ödememiş aynaların bonkörlüğüdür
bu, sakınmak gerekir böylelerinden. İstedikleri; yüz koleksiyonlarına bu
latife tutkalıyla bir yeni suret daha eklemektir sadece. Kimi
aynalarda, hasetlerinden olduğumuzdan çirkin, şişman ve benzeri yalan
tariflerle varlığımızdan yana umudumuzu emerek kendi varlıklarını
besleyip, dökülen sırlarını telafi etme derdindedirler. Bir kısım
aynalar-insanlar ise hakikati tarif etmeye, yansıtmaya öyle susamış,
öyle mahirlerdir ki, elinizle yaşamın tozunu alınlarından biraz olsun
silmeniz kafidir. Dile gelir, inşirah olurlar. Mesele aynayı suistimal
etmeden, candan canı seyretmede sanırım derken, kaldırım üzerine
birikmiş durgun bir su birikintisinden kendine bakmayı deniyor.
“O
kısa süren derin dalgınlık zamanında sanki hapsedildiği gövdenin dışına
süzülerek, tutsak edildiği yabancı bedeni dışarıdan görüyor. Sonra
yeniden kovuğuna döner gibi gövdesine geri dönerek, onu, yeniden "ben"
diye sahipleniyordu. Böylelikle gövdenin aşılabilir olduğunu anlıyor,
gövdenin bir çeşit hapishane olduğunun yeniden hatırlayıp, ötelere
uzanmak istiyor" derin bir iç burkuntusuyla.
[Dilsizmütercim: Meryem Rabia Taşbilek 26012011]