Fatma Barbarosoğlu
28 Mart 2012 Çarşamba
Kadınların derdi...
Onlara iki gün ara ile rastladım. Hikâyelerini ortak paydada toplama sebebim bu karşılaşma ânı mı? Belki.
Hastanede sıra beklerken tanıdım Saadet Hanımı. (Gamlanmayın hasta
değilim. Bir arkadaşıma refakat ediyordum sadece.) Vakti bir türlü
geçiremeyen insanlara mahsus bir can sıkıntısı içindeydi. Derdini
sordum. Dertten açılan mevzu hayat dersi üzerinden devam etti. 57
yaşındaydı ama yıpranmış bedeninde bir kaç 57 yaşı birden taşımaktan
yorgundu. Konuşmamız boyunca bana "Kızım" diye hitap etti. Oysa en fazla
o liseye giderken ben ilkokula gidiyorumdur
"Sakın kendini yıpratma kızım" diye söze başladı, bankadan emekli
olduğunu öğreneceğim Saadet Hanım. "Biz kendimizi çok hırpaladık. Mesai
bir taraftan çocukların derdi bir taraftan, ev işi derken... Bir günden
bir güne ne sırtım yastık gördü ne başım. Kayınvalide takazası ayrı
dert. Şimdi gençlere bakıyorum da, ben de bileymişim canımın kıymetini
diyorum. Gelinliğin zor olduğu zamanda gelin, kaynanalığın zor olduğu
zamanda kaynana oldum."
Buraya yazamayacağım kadar çok şey anlattı. Ayrılırken "Biliyor musun"
dedi "Hayatımda hiç kimse beni senin dinlediğin gibi dinlemedi. Onca yıl
köle gibi çalıştım da bir kimse sen de haklısın Saadet diye takdir
etmedi. Yaşadığım yıllardan bana yorgunluk kaldı başka da bir şey
kalmadı".
Ne kalmasını bekliyordunuz diye soramazdım. Sormadım ben de.
İkinci hikâyemin kahramanını, telefon tellerinden tanıdım. "Size mektup
yazmak istiyorum nereye yazacağım? Köşenizde yayınladığınız mektupları
insanlar hangi adrese gönderiyor da size ulaşıyor?" diye sordu.
Asistanıma gönderiyorlar dedim.(yonca.cetin@yenisafak.com.tr)
Fakat adresi verip telefonu kapatmaya gönlüm el vermedi. Nereden arıyorsunuz dedim. Malatya dedi. Yaşını sordum: 47
Nikâh yaşınız dedim: 30'muş. Yani 17 yaşında evlenmiş. Dört kızı, bir oğlu ve dört torunu var.
Kimliğine dair sorular sordukça açıldı. Ev kadınlarına dair sizden
tavsiye bekliyoruz dedi. (Okuyucularım ne yapmalıyız diye soruyor. Oysa
yazılarını zevkle takip ettiğim Süleyman Seyfi Öğün'ün de ifade ettiği
gibi ne yapmalıyız değil ne yapmamalıyız sorusunu sorarak başlamalıyız.)
"Ben çalışmak isterdim" dedi içini çekerek. "Hayatımda dolduramadığım
bir boşluk var. Evin işini yapmak birkaç saatimi alıyor. Sonra gün boyu
bir boşluk. Kitap okuyoruz filan. Geniş bir muhitimiz var. Ama bunlar
değil benim istediğim. Tahsil görmemiş olmanın acısı her geçen gün daha
fazla içimi yakıyor."
Uzun uzun anlattı Malatya'dan Y.Hanım.
Banka emeklisi Saadet Hanım ile Malatyalı Y.Hanım'ı ortak paydada
eşitleyen şey saygı eksikliği. Aile bireylerinin bencilliği, arkada
bıraktıkları yıllar hakkında "keşke" ahlanmasını yaşatıyor kadınlara.
Kızlarının, torunlarının erkenden kurdukları "özel hayat" karşısında
şaşırıyorlar. Bu şaşkınlığı çalışan kadın "Kendimi keşke bu kadar
yıpratmasaydım, ne başım yastık gördü ne sırtım" diye özetlerken;
"evdeki kadın" beş çocuk büyütmüş olmasına rağmen, kendini hayat
karşısında verimsiz ve yenilmiş buluyor. Hiç olmazsa 47 yaşından sonra
vaktini iyi kullanmak istiyor. İsteğini "Birisi beni eğitsin" diye ifade
ediyor.
Tanık olduğum bu iki hayatı saygı paydası ile eşitlemeye çalışırken Teksas'tan mektup aldım. Sevgili Ü.R. şöyle diyor:
Yeni Şafak'taki yazılarınızı haftalara böldüm, bir oturuşta okuyorum.
Bir haftanın yazılarını toplu olarak okumak bana çok iyi geliyor.
Türkiye'yle ilgili politik, dini, kadınlara yönelik, topluma yönelik
birçok farklı konuyu aynı anda öğrenmiş oluyorum. Gazeteleri internet
sayfasından takip etsem de çok yüzeysel kalıyor. Televizyon da
izlemediğim için ayrıntılara gizlenmiş önemli sorunları gözden
kaçırıyorum. Sanki yazılarınızı okumuyorum da dinliyorum.
Türkiye'deyken çok daha farklı bir haleti ruhiye ile okuyordum
yazılarınızı, ama şimdi okuma sebebim tamamen değişti. Daha bir hasretle
ve merakla takip ediyorum. Kendimi Türkiye'ye biraz daha yakın
hissediyorum.
Sizin en son kadınların çalışmasıyla ilgili yazınızı okuyunca düşündüm
de Amerika'da bahsettiğiniz boşluk daha çok hissediliyor. Ya
çalışacaksınız ya okuyacaksınız. Yoksa sadece çocuk büyütünce, özellikle
anneler çok fazla kabuklarına çekilmiş oluyorlar."
Geride bıraktığımız yıllara ahlanmamıza sebep olan, hayatımızda bir
türlü dolduramadığımız boşluk. Bu "boşluk" yüzünden, zengin- fakir,
genç-yaşlı, evli-bekar bütün kadınlar "keşke"li cümleleri giderek daha
fazla kurar hale geliyor.
İçimizde oluşan boşlukların pek çok sebebi var. Kişisel sebepler kadar
toplumsal sebepler üzerinde de durmamız gerekiyor. Toplum olarak
farkında olmadığımız en önemli sebebin saygı eksikliği olduğunu
düşünüyorum. Saygı eksikliğine en fazla muhatap olan kesim ise kadınlar.
Neden mi?
Cuma günü devam edelim...
Meraklısı için not: Banka emeklisi hanımın adını veriyorum da
Malatya'dan arayan okuyucumun adını neden vermiyorum diye merak
edenleriniz olacaktır büyük ihtimal. Malatyalı okuyucum adını mütereddit
bir ifade ile bağışladı. Emekli banka memuru hanım ise iki cümlenin
arasına, anam adımı Saadet koymuş da ne olmuş diye sora sora sürdürdü
konuşmasını.
konuyla ilgili diğer yazıları da tavsiye ederim nacizane...