[İman ile küfür dahi hicab imiş bu yolda, küfürle sefalaştım imanımı yele verdim. Yunus Emre]

31 Mart 2012 Cumartesi

Korkmayın Tanpınar okuyun muhafazakar olmazsınız


 “Tanpınar okumak, onu anlamaya çalışmak bizi ne muhafazakar yapar ne de gerici. Sadece kendimize güvenimizi artırır. Bir proje olan tarih yerine bir süreç olan hafızaya yeniden güvenebiliriz böylece” diyen sosyolog Besim Dellaloğlu, Ahmet Hamdi Tanpınar’ı yeniden sosyolojinin gündemine getiriyor.
 
Sosyolog Besim Dellaloğlu farklı üniversitelerde Tanpınar üzerine dersler verirken öğrencilerin pek çoğunun sadece Tanpınar değil Yahya Kemal, Abdülhak Şinasi ve Peyami Safa gibi isimleri de okumadıklarını görür. Gençlerin bu yazarları okumama gerekçesi ise ‘muhafazakar’ oluşlarıdır. Aslında bu durum üniversite öğrencileriyle de sınırlı değil elbette. Ülkemizde bazı yazarlar kitaplarının yayınlandığı yayınevine de bakılarak ‘muhafazakar’ olarak adlandırılır. Ve bir yazar bu damgayı yemişse onun ne yazdığı, neyi tartıştığı, sözünü ettiği şeye hangi tavırla yaklaştığından çok neden söz ettiğine bakılır. Hüküm verildikten sonra da çoğunlukla ya görmezden gelinir ya da göz ucuyla bakılır. Dr. Besim Dellaloğlu, “Bence Tanpınar’ın ‘muhafazakar’ olduğu iddiası Türkiye modernleşme zihniyetinin ürettiği en önemli hurafelerden biridir” diyerek bunun nedenlerine odaklanıyor ve Kapı Yayınları’ndan çıkan Modernleşmenin Zihniyet Dünyası - Bir Tanpınar Fetişizmi adlı kitabında Ahmet Hamdi Tanpınar üzerinden modernleşme tecrübemize dair değerlendirmelerde bulunuyor. Türk sosyolojisinin başlangıcında Ziya Gökalp, Ahmet Hamdi Tanpınar, Namık Kemal ve Yahya Kemal gibi siyasetçi, edebiyatçı, düşünür ve sosyolog kimliğine sahip isimlerin varlık gösterdiğini ancak bugün bu geleneğin farkında olunmadığını hatırlatan Dellaloğlu, sosyolojinin yeniden edebiyatla buluşması gerektiğinin altını çiziyor.  

Sosyoloji ‘edebiyat’ı neden unuttu?
 
Sosyolojinin uzun yıllardır yakınından geçmediği edebiyat alanına kapı aralayan Dellaloğlu, “Bu memleketi kurtarmak isteyenler roman yazdılar uzun süre. Bu nedenle sosyolojinin en önemli mecrası edebiyattır bu memlekette. Peki sosyoloji dünyamız bunun ne kadar farkında?” sorusunu soruyor. Türkiye’de sosyolojinin akademik duvarları aşamadığını, bu yüzden de modernizm okumalarına zengin bir imkan sağlayan edebiyat alanına ilgisiz kaldığına dikkat çeken Dellaloğlu, önyargısız bir şekilde bu ülkeyi anlamak isteyenlere bir teklifte bulunuyor: “Tanpınar’ın rehberliğinde çocuksu modernleşmemizi bir modern olma sürecine dönüştürebiliriz belki de. Tanpınar okumak, onu anlamaya çalışmak bizi ne muhafazakar yapar ne de gerici. Sadece kendimize güvenimizi artırır. Bir proje olan tarih yerine bir süreç olan hafızaya yeniden güvenebiliriz böylece. Modern olmak sadece akılla değil aynı zamanda güçlü bir hafızaya gereksinim duyar. Tanpınar’ın çok iyi bildiği modernleşmecilerin ise hiç farkında olmadıkları tam da buydu. “Ortaöğretimde Osmanlıca dersi olmalıdır” dediğimde beni Cumhuriyet düşmanı olarak nitelemezsiniz belki, eğer Tanpınar okursanız. Kendilikte ısrar, bir kültürelcilik, bir milliyetçilik değildir. Batı düşmanlığı, evrenselcilik karşıtlığı hiç değildir. Tam tersine kendilik ısrarı evrensele katkıda bulunabilmenin koşuludur. Kendine güven, yerel ve evrenseli bağlantılandıran bir imkan yaratır.”

Keşke onu tanısaydım
Hafızasını sahiplenmek isteyen düşünür
 
“Türkiye’nin modernleşmecileri, Kemalistler, Marksistler Tanpınar okuyabilseydik kesinlikle daha geniş ufuklu Kemalist ya da Marksist olurduk” itirafında bulunan Dellaloğlu, “Geleneği modern olanın karşısına koyan bir zihniyet üretti bu ülkenin modernleşmecileri. Dolayısıyla bu refleks, geçmişle, gelenekle kişisel bir bağ kuran herkesi gerici ya da muhafazakar olarak nitelendirdi” diyerek Tanpınar’ın da bu algının kurbanı olduğuna dikkat çekiyor. ‘Peki Tanpınar ‘muhafazakar’ değilse nedir?’ şeklinde bir soru gelebilir akıllara. Bunun cevabını da şu cümlelerle veriyor Dellaloğlu: “Tanpınar bir Doğu-Batı uzlaştırıcısı değildir. Yerlici değildir. “Asrı saadet” ya da “Altın Çağ” arayışında da değildir. Tanpınar, geçmişi ve geleneği aslında şimdiyi zenginleştirmek için önemsiyordu. Yoksa onlara geri dönmek, bugünü tamamen onlara boğmak gibi bir yaklaşımı hiç yoktu. Ama onları bir kaynak olarak en azından şimdinin yedeğinde tutmak istiyordu. Belki de sadece hafızasını sahiplenmek istiyordu.” ‘Muhafazakar’ bir yazar olarak sınıflandırıp Tanpınar’dan uzak duranları usta yazarın kimliğiyle tanıştıran Besim Dellaloğlu, “Tanpınar’ın kendi hayatına dair hiçbir Müslümanlık belirtisi yok. Oldukça bohem bir hayat sürmüştür. CHP milletvekilidir. Hem de tek parti
döneminde. O halde niçin gelenekle, dinle bu kadar ilgilidir. Çünkü bu ülkede toplumsal zihniyet oradan kaynaklanır ağırlıklı olarak. Bu toplumu anlama gibi bir derdiniz varsa bir entelektüel olarak gerekirse kendinizi aşıp bu alanlara merakla, ilgiyle yönelmek gerekir. Dert edinmek gerek yani! Aydınlanmacı ve pozitivist bir önyargıyla toplumu bir anlama konusu olarak değil ama daha çok bir mühendislik malzemesi olarak algılarsanız o zaman bütün bunlara gerek yoktur zaten. Bu memleketin modernleşmecileri genelde topluma bu biçimde bakmışlardır” diyerek Tanpınar’ın bir münevver olarak aslında nasıl bir doğru bir çizgide ilerlediğine dikkat çekiyor.

Okumasak da onun dediği yere geldik
 
Tüm bu arayışlarından dolayı Tanpınar’a hakkını teslim etmek isteyen Dellaloğlu, “Bütün modernleşmeler trajiktir. Sürekli kendisi olmak ile başkası olmak arasında radikal seçimler yapma durumunda kalmak. Bizim modern olmamız için başka tür bir takvim, alfabe ve başka tür şapkaya ihtiyacımız olmuştur. Batılı böyle bir trajediyi yaşamamıştır. Bu ülkenin modernleşmesi bir tür kendimiz olmaktan utanmanın hikayesidir. Bu nedenle bizim memleketin modernleşmesinin biliminden çok sanatı yapılır. Tanpınar da bunun piridir bence. Tanpınar bu trajedinin yazarıdır” diyerek Tanpınar’ın Türkiye modernliğinin entelektüel temellerini oluşturabileceğini iddia ediyor. Türkiye’nin Modernleşme Krizi’ni Ahmet Hamdi Tanpınar üzerinden ele alırken Besim Dellaloğlu ilginç bir noktaya varıyor: “Türkiye’nin bir türlü modern olamaması, kendi modernliğini üretememesinin en temel nedenlerinden biri muhafaza etmek isteyenlerle, değiştirmek isteyenlerin hep kutupsal bir biçimde ortaya çıkmış olmasıdır. Oysa modernlik ancak değişerek devam edip, devam ederek değişmekle mümkündür. /.../ AKP’nin ‘biz değiştik’ diyerek ortaya çıkışı aslında modernliğin onlar nezdindeki kabulü olarak okunabilir. Türkiye’de modernleşme projesi de kaybetmiştir, onun amansız alternatifi Siyasal İslam da kaybetmiştir bu anlamda. Türkiye modernliği bu iki kaybın ürünüdür aslında. Bugün bir ‘kayıp’ olarak elde ettiğimizi Tanpınar, yıllar önce bir ‘kazanç’ olarak öneriyordu bize. Tanpınar’ı okumadık, ciddiye almadık ama bence sonunda onun dediği yere geldik.” Modernleşme ve modernlik konusunda kafası karışık olanların Modernleşmenin Zihniyet Dünyası’na göz atmasında fayda var.
Sivas var Sivas’tan içer
 
Hâfıza, insan kimliğinde inkâr edilemez öneme sahiptir ki onun yitirilmesi doldurulmaz bir boşluk, kapanmaz bir yara, tükenmez bir ızdıraptır.

Şehrin hâfızası ise, evet bir yanıyla onun bağrından yetişen insanların dimağları; bir diğer yanıyla da eğer varsa ve korunuyorsa dünü yarına bağlayan yapıları, eski eserleri...

...eğer yok edilmişse, eğer eksilmişse, mutlaka onları anlatan eski fotoğraflarıdır.
120 sene evveline, Abdülhamid döneminin Sivasına, bu şehrin has evlatlarından Ahmet Turan Alkan ve Halûk Çağdaş'ın güçlü kalemleri eşliğinde tadına doyulmaz bir yolculuğa çıkmak...
İlk defa gün ışığına çıkan belge fotoğraflar içinde dolaşarak, o günlerin Sivas'ını görmek...
Bahsedilen bu çerçeveye oturan bir 'albüm kitap', bir 'belge eser'; meslek erbabını heyecanlandıracak bir 'yeni kaynak', her Sivaslıyı ve Sivas'ı yurt coğrafyası belleyen vatan evlâdını ilgilendirecek adeta bir Sivas aile albümünden bahsediyoruz: Sivas'ın Resmi.
Bu eserin bir aile albümünden fazlası şu ki, bu albümün anlatıcıları bazen ilk defa duyacağınız, şehir tarihinden hikâye tadında nakilleriyle resimlerin içinden, bazen terk edilmiş metruk mekanlara doğru ama burnunuzun direğini sızlatarak omuz başınızdan, bazen de gözleri nemlendirmek pahasına ta çocuk çağlarının artık yerinde yeller esen mekânlarından ses veriyorlar. Çifte Minareli Medrese, Kepenek Suyu, Kesikköprü, Numune Ziraat Mektebi, Kışla-i Hümayun ve diğerleri...
Yitik Hazine Yayınları'ndan çıkan bu eserdeki söyleyişle -maalesef- kentleşen Sivas'ı şehir yapan değerleri, oraların suyunu içmiş, havasını solumuş iki kalem ustası eşliğinde görmek, dinlemek fikrinin heyecan uyandırmayacağı kitap dostu, ilim erbabı, Sivas sevdalısı olabilir mi?
Ehline bir işaret yetermiş!